Site icon Sapiens Medya

Mustafa Kemal’in Yolu; Selanik’ten Samsun’a Bir Ulusun Doğuşu

Mustafa Kemal'in Yolu - Kapak

Bu yazımızda, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, ilk Cumhurbaşkanı ve büyük lideri Ulu Önder Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatının ilk dönemlerine, yani 1881’de Selanik’te dünyaya gelişinden, 1919’da Samsun’a ayak basarak Milli Mücadele’yi başlatmasına kadar olan sürecine ayrıntılı bir bakış atacağız. Atatürk’ün çocukluk yılları, eğitim hayatı, askeri kariyerinin başlangıcı ve I. Dünya Savaşı’ndaki rolü gibi önemli dönemeçler, onun ileride gerçekleştireceği büyük değişimlerin temellerini atmıştır. Bu yazı, genç Mustafa Kemal’in hayatından başlayarak, Osmanlı İmparatorluğu’nun çalkantılı son dönemlerinde nasıl önemli bir figür haline geldiğini ve Türk milletinin kaderini değiştirecek o tarihi Samsun yolculuğuna giden yolda yaşadığı deneyimleri ele alacaktır. Daha fazla benzer yazı için Tarih kategorimize göz atabilirsiniz.

Mustafa Kemal’in Yolu; Sarı Saçlı Mavi Gözlü Bir Devin Yaşam Mücadelesi

Mustafa Kemal Atatürk, Selanik’in Kocakasım Mahallesi’ndeki Islahhane Caddesi üzerinde bulunan üç katlı pembe bir evde doğdu. Babası Ali Rıza Efendi ve annesi Zübeyde Hanım olan Mustafa, eğitim hayatına annesinin isteğiyle başladı. İlk olarak mahalledeki Hafız Mehmet Efendi’nin mektebinde öğrenime başlayan Mustafa, babasının yönlendirmesiyle modern eğitim veren Şemsi Efendi Mektebi’ne geçti ve ilk eğitimini burada tamamladı. Şemsi Efendi, Mustafa’nın yeteneklerini ve zekasını fark ederek onun eğitimine büyük önem verdi. Bununla birlikte Ali Rıza Efendi de oğluyla yakından ilgileniyor, onun çağdaş eğitim içinde yetiştirilmesinden büyük mutluluk duyuyordu. Küçük Mustafa, bu okulda okurken bir süre sonra babası hayata gözlerini yumdu. Artık Mustafa’nın eğitimi büyük Türk kadını Zübeyde Hanım’a kalmıştı.

Mustafa Kemal’in soy ağacı.

Ali Rıza Efendi’nin vefatından sonra Zübeyde Hanım, Mustafa ve iki kız kardeşiyle birlikte Selanik’in dışında bulunan Rapla çiftliğine taşındı. Zübeyde Hanım’ın subay kardeşi Hüseyin Efendi bu çiftlikte çalışıyordu. Çiftlikteki yaşam, Mustafa’nın eğitimine bir süre ara verilmesine neden oldu. Ancak, bu durum uzun sürmedi ve aile Selanik’e döndü. Şehre geri döndükten sonra Mustafa, halasının evinde kaldı. Bu sayede kesintiye uğrayan eğitimine kaldığı yerden devam etti. İlerleyen zamanlarda Mustafa, Selanik Mülkiye Rüştiyesi’nde eğitim görecekti. Ancak oradaki bir olay sonucu bu okuldan ayrılarak Askeri Rüştiye’ye geçiş yaptı. Mustafa, bu okuldaki başarılı performansı ve üstün zekasıyla dikkat çekti. Matematik öğretmeni Yüzbaşı Mustafa Efendi, onu diğer öğrencilerden ayırmak için “Kemal” ismini ekleyerek “Mustafa Kemal” olarak anılmasını sağladı.

Mustafa Kemal’in doğduğu ev.

Mustafa Kemal’in Manastır Yılları

Askeri rüştiyeyi çok iyi dereceyle bitirdikten sonra üç arkadaşıyla beraber Manastır İdadisi’ne gitti. Bu bir yatılı askeri liseydi. Burada toplam üç yıl eğitim aldı. Kendisi lisedeki ilk zamanlarını şöyle anlatmaktadır:

Bana matematik pek kolay geldi. Kendimi bu derse verdim fakat Fransızca’da geriydim. İlk 3 aylık tatilin geçirmek için Selanik’e geldiğimde gizlice mektebinin özel sınıfına devam ettim. Fransızcamı ilerlettim. Edebiyatta hiç ilgilenmemiştim. Bursa İdadisi’nden kovularak bizim okula gelen şiir meraklısı bir genç, rahmetli Ömer Naci, benden okumak için kitap istedi. Verdiklerimin hiçbirini beğenmemesi gücüme gitti. Edebiyat diye bir şey olduğunu o zaman öğrendim. Şiiri heves ettim fakat yeni gelen hitabet hocası bana ’’böyle şeyler seni askerlikten uzaklaştırır’’ dedi. Şiiri bıraktım. Artık güzel yazmak hevesine kapılmıştım.

O dönemde, öğrenci sayısı 80 civarında olan okulun eğitim olanakları kısıtlıydı. Artık genç bir delikanlı olan Mustafa Kemal, çevresini keşfetmeye, gezip görmeye meraklı bir yaştaydı. Sırplar ve Bulgarlar, Osmanlı İmparatorluğu’ndan toprak koparmak amacıyla Manastır’ın dağlarında ve köylerinde çete faaliyetleri yürütüyor, Türk köylerine baskınlar düzenliyorlardı. Mustafa Kemal, Manastır’da geçirdiği zamanlarda vatanseverlik duygularıyla tanıştı. Ülkesinin topraklarının ve halkının özgürlüğü üzerinde dolaşan tehlikeleri ise ilk kez burada hissetmeye başladı.

1897’de Yunanistan ile Osmanlı İmparatorluğu arasında savaş patlak verdi. Mustafa Kemal o sırada Manastır Askeri Lisesi’nde öğrenciydi. Seferberlik ilan edilmişti. Gençler, ellerinde Türk bayraklarıyla, davul ve zurna eşliğinde şenlik havasında cepheye doğru yola çıkıyorlardı. Birçok kişi askere çağrılmadan gönüllü olarak savaşa katılmaya hevesliydi. Manastır’dan geçen askeri birlikleri gözlemleyen lise öğrencileri heyecanla doluydu. Mustafa Kemal de cepheye gönüllü gitmek isteyen öğrenciler arasında öne çıkıyordu. Başlangıçta Mustafa Kemal, Kuleli Askeri Lisesi’nde eğitim almayı düşünüyordu. Ancak bir albayın tavsiyesi üzerine bu düşüncesinden vazgeçti. Sonrasında, Manastır Askeri İdadisi’nde öğrenim gördü. 1898 yılında buradan ikincilikle mezun oldu.

Mustafa Kemal’in Gençliğinde Osmanlı’nın Durumu

Mustafa Kemal’in Manastır Askeri Lisesi’nde öğrenci olduğu dönemde, Osmanlı İmparatorluğu’nun askeri eğitim yapısının temelleri çoktan mevcuttu. 1845 yılında alınan kararla, imparatorluk genelinde İdadi okullarının kurulması, modern bir askeri eğitim anlayışının benimsenmesi adına önemli bir adımdı. 1845 yılında, imparatorluk genelindeki askeri merkezlerde İdadi okullarının kurulması kararlaştırılmıştı. Bu kararın ardından, Rumeli Ordu-ı Hümayunu bünyesinde Manastır’da Mekteb-i İdadi-i Şahane adıyla bir okul açılacaktı. Okulun açılış yılı 1847 olarak kaydedilmiş olup, başlangıçta 70 öğrencisi mevcuttu. 1862-1863 yıllarında ise öğrenci sayısı 80’e ulaşmış, ancak okulun eğitim programı oldukça sınırlı kalmıştı.

XIX. yüzyılın son çeyreğinde, şehirde 31.347 kişi yaşamakta, 24 cami, 5 kilise, 9 sinagog ve 9 medrese bulunmaktaydı. Ayrıca sivil ve askeri eğitim veren okullar vardı. Bunun yanı sıra 14 han, 2482 dükkan, 7 hamam ve 6 un fabrikası faaliyet göstermekteydi. Daha sonraları Berlin Kongresi’nin kararları gereğince Makedonya ve Manastır, reform bölgesi olarak belirlenecekti. 1906 yılında, Manastır’da finansal reformların denetimi yabancı devletlere devredildi. 1908 Mayıs’ında, Manastır’da İttihat ve Terakki Cemiyeti büyük bir gösteri düzenledi. Bununla birlikte 5 Temmuz 1908’de özgürlüğün ilan edilmesine yönelik önemli adımlar atıldı. Balkan Savaşları’nın başlaması ve sonrasında yaşanan gelişmelerle, Sırp kuvvetleri 14-18 Kasım 1912 tarihlerinde Manastır’ı ele geçirdi ve böylece şehir üzerindeki 430 yıllık Osmanlı egemenliği son buldu.

Mustafa Kemal’in Harbiye Yılları

Mustafa Kemal, 1898 yılının Aralık ayında, Manastır Askeri İdadisi’nden mezun oldu ve ortaöğrenimini tamamladı. 1899 yılının Mart ayına kadar Selanik’te tatil yaptı. Daha sonra yükseköğrenimine Harbiye Mektebi’nde devam etmek üzere İstanbul’a doğru yola çıktı. Bu yolculuk, onun Makedonya’da geçirdiği çocukluk ve ilk gençlik yıllarından sonra oradan ilk ayrılışı oldu. Harp Okulu’na girişi, kişiliğinin ve düşüncelerinin daha da şekilleneceği yeni bir hayatın başlangıcı olacaktı. Okula giriş tarihi 1 Mart 1315 (Miladi 13 Mart 1899) ve Apolet Numarası 1283 olarak kaydedilmiştir.

Matematik, okulda en çok ilgisini çeken derslerden biri olmaya devam etti. İkinci sınıfa geçtiğinde ise askeri strateji ve taktiklere olan ilgisi arttı. Şiir yazmayı bıraksa da, etkili bir şekilde yazma ve konuşma becerilerini geliştirmek istiyordu. Buna ek olarak boş zamanlarında arkadaşlarıyla düzenlediği konuşma yarışmaları, bu becerilerini keskinleştirmesine yardımcı oldu. Belirlenen bir konu üzerinde, her katılımcının sınırlı sürede düşüncelerini ifade etmesi gerekiyordu. Mustafa Kemal’in daha sonraları arkadaşları arasında ve genel olarak halk nezdinde elde ettiği büyük etkinin, yaptıkları kadar, etkileyici konuşmaları ve nutukları sayesinde de olduğu görülmüştür.

Harbiyeli Mustafa Kemal, İstanbul, 1899.

Genç Mustafa Kemal’in Yasaklı Kitaplara ve Gizli Gazete Çalışmalarına Olan İlgisi

O dönemde, Sultan II. Abdülhamid’in yönetimi altında, okul ders kitapları dışındaki çoğu kitap, özellikle tarih ve edebiyatla ilgili olanlar, yasaklanmıştı. Lakin yasaklar merak uyandırıyordu. Bu dönemin gençleri, vatan ve özgürlük temalı eserleriyle tanınan Namık Kemal gibi şair ve yazarların çalışmalarını gizlice okumaya büyük bir istek duyuyordu. Bu tür eserlere olan bu gizli ilgi, gençlerde ülkenin meselelerine karşı ilgi ve heves uyandırıyordu. Mustafa Kemal de Harp Okulu’nun ikinci yılında bu tür yasaklanmış eserlere merak sarmıştı. Eline geçen kitapları, koğuşunda gece yatağına çekildikten sonra gizlice okurdu. İyi yazarların hapsedildiğini ve kitaplarının yasaklandığını görünce, “Durum kötü olmalı” diye düşünüyordu.

Harbiye’deki sınavları başarıyla geçip kurmay sınıfına yükseldi. Derslerine odaklanmasına rağmen politikaya olan ilgisi artıyordu. Bununla birlikte fikirlerini okuldaki binlerce öğrenciye yaymak isteği ile el yazısı bir gazete çıkardı. Gazeteyi öğrenciler arasında dolaştırmak için samimi arkadaşlarından bir küçük komite kurdu. Gazeteyi çok defa kendi eliyle yazardı. Bir gün, okula gelen bir müfettiş Mustafa Kemal’in gizli gazetesini keşfetti. Bunun üzerine, gençleri serbest bırakan okul müdürünü saraya şikayet etti. Lakin Mustafa Kemal pes etmemişti. Bir gün arkadaşları ile gazete için yeniden gizli bir toplantı yaparken, müdür onları yakaladı. Fakat buna rağmen müdür, masa üzerindeki belgeleri görmezden gelerek onurlu davrandı. Ancak ders dışı faaliyetlerde bulundukları için hepsine hafif cezalar verdi. Daha sonra bu cezaları da affetti.

Mekteb-i Harbiye 2’nci sınıf öğrencisiyken, İstanbul, 1900, 1901.

Mustafa Kemal’in İstanbul’daki Politik Faaliyetleri ve Sonrasında Yaşanan Sürgün

Mustafa Kemal, 1903’ün Aralık ayında Harp Akademisi’ni kurmay yüzbaşı olarak tamamladı. İstanbul’da birkaç arkadaşıyla birlikte bir ev kiraladılar. Zaman zaman bu evde toplanıp en az askerlik kadar ilgilendikleri politik konuları tartışıyorlardı. Bu dönemde, ordudan atılmış eski bir subayla tanıştılar. Mustafa Kemal, bu eski subayı kiraladıkları eve aldı ve arkadaşlarıyla ona bakmaya başladı. Ancak bu kişi, saray için casusluk yapmaya başlamış ve Mustafa Kemal ile arkadaşlarının toplantılarını, konuştukları konuları rapor etmişti. Bunun üzerine hepsi tutuklandı ve Mustafa Kemal bir süre yalnız başına hücrede kaldı. Daha sonra saraydaki mabeyn dairesine ( Osmanlı sarayında padişahın özel kalem müdürlüğü işlevini gören kurumdur) götürülerek sorgulandı. Birkaç gün hapis yattıktan sonra serbest bırakıldılar. Fakat Mustafa Kemal ve bazı arkadaşları 1904 Mart ayında Şam’daki Beşinci Orduya sürgüne gönderildi. Bu sürgün emriyle, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının kolayca geri dönememeleri için onları ulaşılması güç bir yere göndermeyi amaçlamışlardı.

Mustafa Kemal’in Şam Sürgünü

Şam’a atanması, Mustafa Kemal’in askeri ve devrimci kariyerinde önemli bir dönüm noktası olmuştur. Şam’da vazifesi süvari alayında askerlerin eğitimi ile uğraşmaktı. Komutanı o vakitler alaylı denen okul görmemiş subaylardan biriydi. Yani o dönemdeki komutanı, genellikle formal eğitim almamış, tecrübeyle yetişmiş bir subaydı. Mesleğine olan tutkusu ve adanmışlığı sayesinde Mustafa Kemal’in görevine odaklanması yoğunlaştı. Bu sayede kıtasının eğitiminde elde ettiği başarılarla Şam’daki rütbeli subaylar arasında tanınmaya başladı.

Mustafa Kemal’in Havran’daki Askeri ve Siyasi Deneyimleri

Havran, Suriye vilayetinin bir sancağı olarak, Dürzilerin sık sık isyan ettiği bir bölgeydi. Yüzbaşı Mustafa Kemal, bu bölgedeki isyanları bastırmak için yapılan operasyonlara katılarak ilk gerçek silahlı çatışma deneyimlerini kazandı. Kısa süre içerisinde, bölgedeki sorunların arkasında çıkar peşinde koşan kişilerin olduğunu fark etmişti. Bir gün, silah arkadaşları onun kapısını çalıp bölüğün Havran’a hareket edeceğini bildirdi. Kendisine haber verilmeyen Yüzbaşı Mustafa Kemal, bunun üzerine, stajyer olarak görev yaptığı 30. Süvari Alayı’nın komutanının yanına giderek durumu anlattı: “Alayım emir aldığı için Havran’a gidecekmiş. Bu alayda ben bir bölük komutanıyım. Benim de gitmem gerekmiyor mu?”. Bunun üzerine komutan: “Siz henüz stajyer durumundasınız, asıl bölük komutanınız başkası. Ayrıca kurmay subayısınız, bu tür meselelere karışmanız uygun değil. Onun için rahat kalasınız diye düşündüm. Endişelenmeyin, maaşınızı almaya devam edeceksiniz.” diyerek onu bu işlere karışmaması konusunda uyardı.

Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal arkadaşları ile, Şam, 1906.

Bu olayın ardından Mustafa Kemal, alay komutanını şikayet etmek için ordu mareşaline başvurmayı düşündü. Ancak ordu mareşali, bir subayın doğrudan kendisine şikayetle gelmesini kabul edilemez bir cüret olarak gördü. Bu sebeple Mustafa Kemal’le görüşmeyi reddetti. Tüm bunlara rağmen Mustafa Kemal alayına katılarak bölgeye gitti. O akşam, birlikler bölgedeki çadırlı kampa tamamen yerleşmişti. Ancak Mustafa Kemal ve arkadaşı barınacak yer bulamadı. Nihayet bir askerin çadırında yer bulabildiler. Havran’da görev alacak deneyimli bir subay, Mustafa Kemal’e yaklaşarak: “Görüldüğü üzere size komutanlık verilmiyor. Bunun bir nedeni var. Ben özel bir görevle buradayım. Eğer kimseye bir şey söylemeyeceğinize dair söz verirseniz, siz de bizimle birlikte olabilirsiniz,” dedi. Mustafa Kemal, durumun ne olduğunu anlamak için adamın teklifini kabul etti.

Yüzbaşı Mustafa Kemal’in Çerkeslerle Karşılaşması ve Zulme Karşı Duruşu

Söylenenlere göre, Havran bölgesi farklı gruplara ayrılmıştı ve her gruba özel bir görev verilmişti. Bu grupların amacı halkı soymaktı. Bu dönemdeki subaylar ise iki farklı gruba bölünmüştü: halkı soymayı destekleyenler ve bu zulme karşı çıkanlar. Yüzbaşı Mustafa Kemal, zulme karşı çıkan grubun öncülerinden biriydi.

Mustafa Kemal, Çerkeslerin yaşadığı Kuneytire yakınlarında bir ordugah içindeydi. Bir gün, asi grupların ordugahı basıp herkesi öldüreceği yönünde bir haber aldılar. Bu durum karşısında Mustafa Kemal hızla bir plan yaptı. Bir arkadaşı ve bir emir eri ile batı yönünde harekete geçti. Atlardan inip bir tepeye çıkan Mustafa Kemal, çevreyi dikkatlice inceledi. İncelemeleri sonucu gece baskını yapabilecek bir grubu fark etti. Tam o sırada karşıdakiler de Mustafa Kemal’i seçerek atlı kuvvetleri ile ona doğru hücuma geçtiler. Mustafa Kemal, sakinliğini koruyarak, “Atına bin ve beni takip et,” emrini verdi. Düşmanın saldırısından zikzaklar çizerek kaçmayı başardılar ve hızla karargaha geri döndüler. Mustafa Kemal, karargaha varınca düşmanın durumunu detaylı bir şekilde anlattı. Herhangi bir karşı saldırıda bulunmamıştı.

Ertesi gün Yüzbaşı Mustafa Kemal, Kuneytire’nin doğusundaki bir köye ziyarette bulundu. Orada bulunan Çerkesler, onları ve beraberindekileri önceleri soyguncu zannettiği için sıcak karşılamadılar. Ancak kısa sürede gerçek niyetlerini anlayan köylüler, ziyaretçilerin yardım ve destek için geldiklerini fark etti. Köy halkı ile kurdukları samimi ilişki sonucunda hızla anlaşma sağlandı. Köyün önde gelenlerinden biri: ’’Siz ne derseniz yaparız, fakat bizi ezen devletin istediğini yapmayız.” diyerek duruşlarını ifade etti.

Mustafa Kemal’in Köylülerle Dayanışması ve Sosyal Yaşantısındaki Sıra Dışı Anlar

Bir gün köy, bir kolağası (Osmanlı ordusunda yüzbaşı ile binbaşı arasındaki rütbe) ve onun birlikleri tarafından saldırıya uğradı. Ancak birlikler köylüler tarafından kuşatıldı, neredeyse öldürüleceklerdi. O esnada Mustafa Kemal zamanında yetişti. Köylüler, Mustafa Kemal’i görünce onu çevreledi ve kolağasını ona teslim etti. Birlik komutanları, köylülerden büyük miktarda haraç almışlardı. Onlar, Mustafa Kemal’e de rüşvet teklif ettiler, fakat o parayı reddetti. Para almamak konusunda tereddüt eden bir arkadaşına, “Bugünün adamı mı olmak istiyorsun, yoksa yarının mı?” diyerek onu da rüşvet almaktan caydırdı.

Arkadaşları ile birlikte, Şam, Haziran 1907.

Yüzbaşı Mustafa Kemal, Şam’dayken bir gün sokaklarda yürürken müzik ve şarkı sesleri duydu. Seslerin kaynağını takip etti. Karşısına isli kağıtlarla kaplı pencereleri olan, içi görünmeyen bir kahvehane çıktı. Kapıyı aralayıp içeri baktığında, Hicaz demiryolu projesinde çalışan İtalyan işçilerin ve ailelerinin toplandığını, yemek yediklerini, içki içtiklerini, müzik çaldıklarını ve eğlendiklerini gördü. Mustafa Kemal, işçilerin bu neşesine özendi. Ancak, askerlik onuruna bağlı olduğu için üniformasıyla içeri giremedi. Bunun üzerine, bir işçi kıyafeti satın aldı. Kışladan ayrıldığı zamanlarda bu kahveye giderek İtalyan işçilerle birlikte vakit geçirmeye başladı.

Kurmay Kıdemli Yüzbaşı Mustafa Kemal, Şam, Haziran 1907.

Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’nin açılışı

Bir gün, Yüzbaşı Mustafa Kemal ve iki arkadaşı Hamidiye Çarşısı’nda dolaşıyorlardı. Dar bir dükkanın önüne geldiklerinde, dükkan sahibi olan nalınlı bir adam onları, önüne koyduğu iskemlelere oturmaya davet etti. Mustafa Kemal merakla içeri girip raflarda birkaç hafif eşya ve masanın üstünde Fransızca felsefe, sosyoloji ve tıp kitapları olduğunu gördü. Kitapları inceledikten sonra dükkan sahibine: “Siz bir tüccar mı, filozof mu, yoksa doktor musunuz?” diye sordu. Adam: “Tüccarım, bu kitaplar eski zamanlardan kaldı. Unutmamak için zaman zaman okurum,” yanıtını verdi. Bu tüccar, gençliğinde hürriyet üzerine yazılar okuyup Şam’a sürgün edilen Mustafa Bey (Cantekin) idi.

Bir gece, Yüzbaşı Mustafa Kemal ve üç arkadaşı tüccarın evine ziyarette bulundu. Tüccar sık sık, “İhtilal yapmalı, inkılap yapmalı,” diyordu. Daha sonra tıbbiyenin son sınıfındayken bu idealleri nedeniyle hapse atıldığını, sonra buraya sürgün edildiğini anlattı. Bu buluşmadan oldukça etkilenen Mustafa Kemal ve iki arkadaşı, “Vatan ve Hürriyet Cemiyeti” adında gizli bir örgüt kurdu. Mustafa Kemal Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ni kurarken şöyle demişti:

Mesele ölmekte değil, ölmeden idealimizi yaratmak, yapmak ve yerleştirmektedir.

Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’nin ilk şubesi Yafa’da açıldı. Mustafa Kemal ise bu sıralarda Selanik’e doğru yola çıkmıştı ve yoldaki denetimlerden sıyrılarak Selanik’e ulaştı. Önce doğru evine gitti. Annesi ile hasret giderdiler. Pek iyi düşünceli bir kişi olan Zübeyde hanım, oğlunun nasıl buraya geldiğini, padişahın emrine karşı gelip gelmemiş olduğunu sordu. Mustafa Kemal ise annesini yatıştırdı ve oraya gelmesinin öneminden bahsetti. Bir müddet hiç evden çıkmadığı için Selanik’e gelişi fark edilmedi.

Arkadaşları Halil ve Müfit beyler ile, Şam 1906.

Şam’dan Geri Dönüş

Bir gün Mustafa Kemal, kurmay üniformasıyla Ordu Dairesi’nin önüne gidip, orada daha önceden tanıdığı bir kurmay albayı beklemeye başladı. Beklediği albay geldiğinde aralarında şöyle bir konuşma gerçekleşti:

Yüzbaşı Mustafa Kemal: “Selanik Askeri Rüştiyesi’nde öğrenciyken siz bizi sık sık denetlemeye gelirdiniz. Ben mezun olduktan sonra Kuleli İdadisi’ne gitmek istiyordum, ama siz bana Manastır’ın daha iyi olacağını söylediniz ve beni oraya yönlendirdiniz. Şimdi beni hatırladınız mı?” diye sordu. Albay ilk önce hatırlamasa da hafızasını yokladı ve Mustafa Kemal’i tanıdı. Bunun üzerine Mustafa Kemal: “Tahminiz doğru çıktı, orada iyi bir eğitim aldım. Ancak şimdi kendimi büyük bir felaketin eşiğinde buluyorum. Sizi namuslu bir adam olarak tanıdığım için derdimi olduğu gibi anlatacağım” diye devam etti.

Sonra albay, Mustafa Kemal’i evine davet etti. Mustafa Kemal albaya Şam’dan nasıl kaçtığını, maksadının ne olduğunu hiç bir şey saklamaksızın anlattı. Albay ise onun için ne yapabileceğini sordu. Memleketine faydalı olmayı istediğini belirten Atatürk, kendisiyle benzer duygular besleyen albayın iyi niyetini kazanmıştı. Bunun üzerine: “Müşirliğe bir dilekçe yazın, sağlık durumunuzu gerekçe göstererek iklim değişikliği talebinde bulunun. Ancak dilekçeyi sadece ‘Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal’ olarak imzalayın. Dilekçeniz Sağlık Bakanlığı’na sevk edileceğinden, ben Sağlık Bakanı ile konuşup bir çözüm bulmaya çalışırım,” dedi. Böylece Mustafa Kemal, Selanik’te dört ay kalmak için bir rapor almayı başardı.

Mustafa Kemal’in İttihat ve Terakki ile İlişkisi ve Meşrutiyetin İlanı

Bu sırada, merkezi Paris’te olan İttihat ve Terakki Cemiyeti, Meşrutiyet isimli bir gazete yayınlıyor ve gizli bir yapılanma oluşturuyordu. Cemiyetin üyeleri, Mustafa Kemal’in bir arkadaşının evinde bir araya geldi. Bu evde ilk yemin törenini gerçekleştirdi. Masaya bir tabanca koyarak, “Arkadaşlar, bir silah üzerine yemin ediyoruz. Aramızda verdiğimiz söz, inkılap sözüdür. Bu amaç uğrunda gerektiğinde silah kullanmaktan çekinmeyeceğiz,” dediler.

Mustafa Kemal’in stajı sona erdiğinde, kolağası rütbesine terfi ederek 5. Ordu Kurmay Dairesi’ne atandı. Suriye’de yaklaşık iki buçuk ila üç yıl geçirdikten sonra, Makedonya’ya gidebilmek için dilekçe verdi. 1907 Eylül’ünde 3. Ordu’ya tayin edildi.

Selanik’e varışında Mustafa Kemal, tesadüfen ordu müşiriyle birlikte bir alayın denetimine katıldı ve orada Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’nin İttihat ve Terakki’ye katılma kararını öğrendi. Bir süre sonra, Sultan Hamit 1908’in 23 Temmuz’unda meşrutiyeti ilan etmek zorunda kaldı.

Mustafa Kemal ve İttihat ve Terakki Cemiyeti:

Osmanlı İmparatorluğu, 19. yüzyılın sonlarına doğru büyük güçlerin siyasi oyunlarına merkez olmuştu. Avrupa’daki büyük devletler, kendi çıkarları doğrultusunda Osmanlı topraklarında etki alanlarını genişletmeye çalışıyor, bu durum da imparatorluğun iç istikrarını zayıflatıyordu. Osmanlı’nın zayıflayan merkezi otoritesi, çeşitli milliyetçi hareketlerin yükselişine zemin hazırlarken, Balkanlar’daki etnik çatışmalar ve bağımsızlık mücadeleleri de giderek artıyordu. Bu kritik dönemde, Rusya Çarı ile Almanya İmparatoru’nun Reval’de buluşarak Osmanlı’nın geleceğini tartışmaları, imparatorluğun kaderinde belirleyici bir rol oynayacaktı. Uzun zamandır Avrupa’nın büyük güçlerinin nüfuzu altında olan Osmanlı, bu rekabetten dolayı parçalanma sürecindeydi.

İttihat ve Terakki’nin Yönetimdeki Rolü ve Ordu Üzerindeki Etkisi

Özellikle Rumeli’de, Sırplar, Yunanlar, Bulgarlar ve Ulahlar gibi çeşitli halkların yaşadığı topraklarda bulunan asker ve aydınlar, tehlikeyi daha net görüyorlardı. Reval toplantısından sonra, birkaç genç subay isyan başlatarak, tüm ordunun ayaklandığını saraya bildiren telgraflar gönderdi. Bunun üzerine Sultan II. Abdülhamid, isyanı bastırmak üzere Selanik’e bir paşa gönderdi. Ancak İttihat ve Terakki Cemiyeti’nden bir teğmen, paşayı bir telgrafhaneden çıkarken öldürdü. Bu olaydan korkan Padişah, Osmanlı Anayasası’nın yeniden yürürlüğe girmesine onay verdi.

Ülke genelinde büyük bir sevinç hakimdi. Zira insanlar, istibdat yönetiminin sona ermesiyle tüm tehlikelerin de ortadan kalktığını düşünüyorlardı. Ancak bu iyimserlik kısa sürede gölgelendi. Çünkü ülkenin yeniden yapılanma ve kalkınma sürecine, Osmanlı topraklarına göz diken dış güçler ve Balkanlardaki bölünmeyi hedefleyen komşu devletler izin vermiyordu. Avusturya-Macaristan, geçici olarak yönetiminde tuttuğu Bosna-Hersek’i resmen topraklarına kattı. Osmanlı’ya bağlı bir eyalet olan Bulgaristan ise bağımsızlığını ilan etti. Yunanistan, büyük devletlerin himayesinde olmasına rağmen Osmanlı’nın egemenliğindeki Girit Adası’nda isyan başlattı. İstanbul’a gelen milletvekilleri arasında, özellikle Balkan kökenli olanlar, daha sonra milliyetçilik akımına kapılan Arnavutlar ve Araplar, Türklüğe karşı bir cephe oluşturdular.

İttihat ve Terakki Cemiyeti, devletin doğrudan yönetim sorumluluğunu üzerine almamıştı. Sadrazam ve nazır seçimlerini hala eski vezirler arasından yapıyorlardı. İttihat ve Terakki, bir komite şeklinde örgütlenerek hükümet üzerinde dolaylı bir nüfuz kurdu. Bu nüfuzunu kullanarak, politikalarına uymayan gazetecileri ve önemli kişileri kendi fedailerini kullanarak susturuyor, hatta öldürtüyordu. Ayrıca, orduyu da kendi etkisi altına alarak subayları siyasete çekiyorlardı.

İsyanlar Baş Gösteriyor

İlk isyan benzeri hareket Trablusgarp’ta patlak verdi. İttihatçılar, Mustafa Kemal’i oraya göndererek durumu yerinde incelemesini ve partinin örgütlenmesiyle ilgilenmesini istediler. Mustafa Kemal, geniş yetkilerle görevlendirildi; bu görev, onun deneyim kazanmasına yardımcı oldu. Ancak, onu gönderme kararının altında yatan bir başka neden de, sürekli itiraz eden bir kişiyi bir süreliğine olayların merkezinden uzaklaştırmak istemeleriydi. Bu karar, Mustafa Kemal’in bulunmadığı bir genel merkez toplantısında alındı.

Mustafa Kemal, Trablusgarp’a gitmek üzereyken Sicilya’ya uğrayan bir vapurla seyahat ediyordu. Bu sırada, bir yolcuyla birlikte kısa bir karaya çıkma ve araba gezintisi yapma fırsatı buldu. Ancak, Sicilya’daki çocukların fes takan Mustafa Kemal ve arkadaşına limon kabuğu tutarak alay etmeleri, onu rahatsız etti. Mustafa Kemal, bu yüzden Türklük şerefi incineceği yerde, başındaki fese kızıyordu. Çıplak ayaklı, dilenci bozması Sicilya çocuklarının bile alay edebileceği bir başlık taşımaktan utanmıştı.

Trablusgarp’taki görevi süresince Mustafa Kemal, oradaki askeri personel, yöneticiler, halk ve yerel liderlerle etkileşime girdi. Selanik’teki genç arkadaşlarının hevesli ve tecrübesiz yaklaşımlarından farklı olarak, o, duruma göre sert ya da yumuşak davranarak olgun bir liderlik sergiledi ve potansiyel tehlikeleri yatıştırdı. Trablusgarp’tan ayrıldığında, devlet otoritesi tekrar sağlanmıştı.

Ancak, kamuoyundaki rahatsızlık sonuçlarını vermeye başladı. Nihayet 13 Nisan 1909’da (31 Mart Vakası olarak bilinen) İstanbul’da askerler, komutanlarını ve subaylarını kovarak isyan etti. Bu isyancılar, meşrutiyet rejimini devirmek amacıyla hareket ederek Mebusan Meclisi’ni dağıttı. İki milletvekili ile bazı subayları öldürdü. Haliç’te bulunan donanma personeli de bu isyancıların arasına dahil oldu.

Harekat Ordusu Toplanıyor

O sıralar Selanik’teki ordu kurmay dairesinde görevli olan Mustafa Kemal, arkadaşlarına ve üstlerine çağrıda bulunarak, İstanbul’a yönelik bir askeri harekat düzenlenmesi için kuvvetlerin toplanmasını önerdi.

Bu askeri güce tarih sayfalarında “Harekat Ordusu” adı verilmiştir. Bu ordu Yeşilköy’e ulaştığında, Mebusan Meclisi burada toplanarak padişahın tahttan indirilmesine karar verdi. Ardından ordu, birkaç çatışmanın sonrasında İstanbul’a girdi ve meşrutiyet yönetimi tekrar oluştu. Tahttan indirilen II. Abdülhamid, Selanik’e götürülerek bir köşkte gözetim altına alındı.

Hareket Ordusu Komutanı Hüseyin Hüsnü Paşa ile,
Selanik, 15-16 Nisan 1909.

31 Mart Vakası’nın ardından İstanbul’daki İttihat ve Terakki Cemiyeti merkezini dağıttılar ve bu nedenle Üsküp, Manastır ve İzmir gibi şehirlerden gelen temsilciler, Selanik’te yeni bir merkez oluşturdular. Bu dönemde, parti yeni duruma nasıl uyum sağlayacağını ve ilerleyiş stratejisini belirlemek amacıyla 1909 yılında Selanik’te bir kongre düzenledi. Mustafa Kemal, Trablus temsilcisi olarak bu önemli toplantıya katıldı ve görüşlerini paylaştı.

Bir dönem liderlik görevine de seçilen Mustafa Kemal, ordu ile politikanın birbirinden ayrılması gerektiğini savunuyordu. Onun görüşü şöyleydi: “Ordu, partiden bağımsız olmalıdır. Askeri eğitim ve disiplin, ordunun tek odak noktası olmalıdır. Ancak bu koşullar altında güçlü bir ordu inşa edilebilir. Ayrıca, İttihat ve Terakki’nin orduya dayanması, partinin halk nezdinde güç kazanmasını ve kök salmasını engeller. Mevcut durumda ne sağlam bir ordumuz ne de güçlü bir partimiz olur.” Mustafa Kemal, kongrede bazı muhalefetlere rağmen çoğunluğun desteğini almayı başardı. Ancak, bu karar bazı üyelerin ordudan ayrılmasına yol açsa da, tam olarak hayata geçirilemedi. Kongredeki bu tutumu nedeniyle ve partiyi zayıflatmak istediği şüphesiyle İttihat ve Terakki’nin bazı üyeleri tarafından suikast girişimlerine maruz kaldı. İlk suikastçı, Mustafa Kemal’i uyararak komitenin planını açığa vurdu. Mustafa Kemal’in dikkati, ikinci bir suikast girişiminin de başarısızlıkla sonuçlanmasını sağladı.

Selanik’e dönüşünde, Mustafa Kemal tamamen askeri hayata odaklandı. O dönemde hükümet, ordunun yeniden yapılandırılması sürecindeydi. Mustafa Kemal bu konuda şöyle diyordu:

Henüz ön yüzbaşıydım. Ordunun eğitimi ile uğraşıyordum. Bu sebeple ağızdan yahut yazı ile birçok eleştiride bulundum. Bu eleştirilerim özellikle eski komutanları gücendiriyordu…

Diğer Olaylar

Üst düzey komutanlar, “Teoride başarılısın, bakalım sahada neler yapabileceksin” diyerek onu bir sınavdan geçirmek istediler. Bunun üzerine Mustafa Kemal’i 38. Piyade Alayı’nın komutanı olarak atadılar. Bu görevlendirme, onun küçük bir rütbeyle alay komutanlığı yapmasını gerektiriyordu. Ki bu durum genellikle zorluk çıkarmak isteyenler tarafından yapılan bir hamleydi. Ancak, ona kötülük yapmayı amaçlayanlar, aslında ona büyük bir iyilik yaptıklarının farkında değillerdi. Çünkü Mustafa Kemal, askeri yetenekleri ve eğitim konusundaki ustalığıyla, kısa sürede alayındaki subayların ve askerlerin saygısını ve takdirini kazandı. Subaylar, kendi istekleriyle onun düzenlediği tatbikatlara ve konferanslara katılmaya başladılar.

Mustafa Kemal ve arkadaşları bir akşam bir gazinoda oturur, rütbe fark etmeksizin arkadaşları ile geç vakte kadar askerlik ve memleket işlerini konuşurdu. Bir akşam otururken arkadaşlarından birine:
— Seni ordu komutanı yapacağım.
Bir başkasına:
— Seni büyükelçi.
Bir üçüncüsüne:
Seni sadrazam yapacağım, demesi üzerine içlerinden biri:
— Ya sen ne olacaksın ? diye sorunca:
Bu tayinleri yapabilecek mevkiinin sahibi… cevabını vermişti.

1910 yılında Arnavutluk’ta bir isyan patlak verdi. Olaya müdahale eden kuvvetler, isyancılarla baş edemedi. Bunun üzerine hükümet, durumu kontrol altına alamayan komutanı değiştirerek yerine yeni birini atadı. Bu yeni komutan, Mustafa Kemal’i kendi kurmay başkanı olarak seçti. Mustafa Kemal, ordudan güvendiği birkaç kişiyi de yanına aldı. Bu ekip, isyanı bastırmada önemli rol oynadı ve Mustafa Kemal’in askeri ünü daha da arttı. Ancak, bu başarılarından rahatsız olan bazı çevreler, onu Selanik’ten uzaklaştırıp İstanbul’daki Genelkurmay’a başka bir göreve getirilmesini sağladılar.

Picardie Manevrası

Picardie, Fransa, 28 Eylül 1910.

Mustafa Kemal’in askeri bilgiye olan tutkusu, 1910 yılında Fransa’ya yaptığı seyahatte öne çıktı. Picardie’deki askeri manevralara katılmak üzere seçilen üç kişilik bir heyetin parçasıydı. Manevraları büyük bir ilgi ve dikkatle izleyen Mustafa Kemal, bir gün manevraların gelecek hareketlerini ve olası sonuçlarını analiz ederken, diğerlerinin ertesi gün için yaptıkları tahminlerin yanlış olduğunu ve seçtikleri konumun uygun olmadığını fark etti. Bu durumu dile getirdiğinde, heyettekiler onun bu iddiasına belki açıkça gülmese de, içlerinden onu ciddiye almadıklarına şüphe yoktu.

Atatürk ve Trablusgarp Savaşı

29 Eylül 1911’de İtalyanlar, Osmanlı’nın Afrika topraklarını işgal etmek amacıyla Trablus’a asker çıkardılar. Bölgede yeterli Osmanlı kuvveti bulunmuyordu. Bununla birlikte denizden destek sağlayacak güçlü bir donanmaya, karadan ise İngiliz işgali altındaki Mısır üzerinden asker sevk etme imkanına sahip değildik. Yerel halk bu durumda İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni sorumlu tutuyordu.

İttihat ve Terakki Cemiyeti, umutsuz bir durumda ve tüm çabaların Rumeli’nin savunmasına yoğunlaştırılması gerektiği bir dönemde, istemeyerek de olsa İtalya ile savaşa girişti. Bu savaşın başında hemen iki ada kaybedildi. Ünlü bazı subaylar, İtalyanlara karşı savaşmak için Trablus çöllerindeki geçici kuvvetlere ve silahlı kabilelere katılmak üzere Afrika’ya gizlice gittiler.

Savaşın Başlangıcı

Mustafa Kemal, Mısır üzerinden Trablus’a geçerek Tobruk’ta İtalyanlara karşı ilk başarılı taarruzu gerçekleştirdi. Onları durdurdu, ardından Derne’nin komutanlığını üstlendi. Çölde, yerel halkın güvenini ve sevgisini kazandı. Afrika’ya giden Osmanlı subayları, İtalyanların daha iç bölgelere ilerlemesini engelledi. Eğer yeterli destek sağlanabilseydi, zaferin mümkün olduğu konusunda şüphe yoktu. Mustafa Kemal, Afrika cephelerindeyken binbaşı rütbesine terfi etti.

1912 Nisan’ında Afrika’dan bir arkadaşına yazdığı mektupta şöyle demiştir:

Birkaç kardeşimizin Akdeniz’i aşıp çöllerde uzun mesafeler aldıktan sonra arkasını donanmasına dayayan düşmanı kıyılara hapsetmesi şüphesiz sizi sevindirir. Fakat biz, vatana borçlu olduğumuz fedakarlık vazifesini düşündükçe, bugüne kadar yaptıklarımızı pek az buluyoruz. Bilirsiniz, ben askerliğin her şeyden çok sanatkarlığını severim. Burada sanatın bütün istediklerini yerine getirecek vasıtalarımız olsa, işte o zaman milletin dileğine uygun bir hizmet edebilirdik. Kardeşim! Bugüne kadar orduya faydalı olmaktan başka bir vicdan arzusu duymadım. Çünkü vatanı korumak için her şeyden önce ordumuzun eski Türk ordusu olduğunu dünyaya bir daha ispat etmek gerektiğine çoktan inanmışımdır. Bu inanışımın kuvveti, beni başkalarına pek aşırı göstermişti. Fakat zaman saf ve samimi düşünmelerden doğan hakikatleri sonunda kabul ve tatbik ettirir. Dün gece Derne kuvvetlerinin komutanı ve subayları ile bir münakaşa yapmıştık. Bu güzel kalpli, kahraman bakışlı arkadaşlarımın gözlerinde vatan için ölmek iştiyakın okuyordum. Arkadaşlara şöyle dedim: Vatan mutlaka kurtulacak, millet mutlaka mutlu olacaktır çünkü kendi kurtuluşlarını, kendi adaletlerini, vatanın ve milletin kurtuluş ve saadeti için feda edebilen vatan evlatları çoktur.

Kurmay Binbaşı Enver, Fethi Beyler ve Kurmay Kolağası Mustafa Kemal Bey gibi genç ve hırslı subaylar, direnişin öncülüğünü yaparak İtalyanların yalnızca gemilerinin top atış menzilindeki dar bir kıyı şeridini kontrol altında tutmalarını sağladı. İtalyanlar, savaş alanını Osmanlı Devleti’nin diğer bölgelerine yayarak taleplerini kabul ettirme yoluna gitti. Dolayısıyla Kızıldeniz’de Osmanlı limanlarına saldırıp bazı savaş gemilerini batırdılar. Daha sonra Ege Denizi’ne geçerek Çanakkale Boğazı’ndan geçmeye çalıştılar ancak başarısız oldular. En sonunda, 1912’nin Nisan-Mayıs aylarında Rodos ve 12 Adalar’ı işgal ettiler.

Bu hamleler Osmanlı’nın duruşunu değiştiremeyince, 1912 Ekim’inde Balkan Savaşları’nın başlaması üzerine, 15-18 Ekim tarihlerinde İtalya ile Uşi Antlaşması’nı imzalayarak savaşa son verdiler. Antlaşmaya göre, İtalya Trablusgarp ve Bingazi’yi alacak, Osmanlı ise bölgedeki tüm askeri ve sivil personelini çektiğinde işgal edilen adalar iade edilecekti. Ancak, gizli bir anlaşmayla, bu adalar savaş sonuna kadar İtalyan kontrolünde kalacak ve daha sonra adaların Osmanlı’ya iadesi mümkün olmayacaktı. Nitekim, Lozan Antlaşması ile Rodos ve 12 Adalar resmen İtalya’ya bırakıldı. 1947 Paris Barış Konferansı’nda ise Yunanistan’a devredildi.

Hilâl-i Ahmer (Kızılay) heyeti ile, Trablusgarp, 1912.

Trablusgarp’a gönüllü olarak katılan askerler arasında Salih Bozok, Nuri Conker, Fuat Bulca, Behiç Erkin gibi isimlerin yanı sıra, Harp Okulu’ndan arkadaşları Mehmet Ali, Rauf, İsmail gibi kişiler de bulunmaktaydı. Ayrıca, Halil Kut, Enver Paşa, Nuri Külligil, İzmitli Mümtaz, Kuşçubaşı Eşref, Süleyman Askeri, Yakup Cemil, Yüzbaşı Tahir Efendi, Yüzbaşı Cavid Bey, Kolağası Ali Fehmi Bey ve Kolağası Muhiddin Bey gibi önemli figürler de bu zorlu mücadelede yer aldılar.

Trablusgarp Savaşı Ardından

Yine 1912 senesinde, Sırbistan, Karadağ, Yunanistan ve Bulgaristan Osmanlı’nın Rumeli topraklarını paylaşmak üzere bir ittifak kurmuşlardı. Buna ek olarak iç çalkantılar ve memnuniyetsizlik sonucu iktidardan çekilmek zorunda kalan İttihat ve Terakki üyelerinin yerine, farklı etnik gruplardan ayrılıkçı politikacıların da desteğini alan muhalifler geldi. Ordu henüz politikadan tamamen ayrılmamışken, birçok rütbeli subay da yeni hükümetin çıkarları doğrultusunda hareket ediyordu.

Yeni hükümetin, özellikle Türk olmayan politikacıların etkisi altında, Trakya’da konuşlanmış olan orduyu dağıtma kararını alması, düşman devletler için bir fırsat yarattı ve Osmanlı sınırlarına saldırdılar. Bu durum karşısında hükümet ve ordu adeta çaresiz kaldı. Yüzyıllar boyunca hüküm sürülen Avrupa’daki Osmanlı toprakları birkaç hafta içinde kaybedildi. Bulgar kuvvetleri Çatalca’ya kadar ilerledi. Afrika’da görev yapan Mustafa Kemal ve diğer subaylar, yurda gizlice döndüklerinde, düşman kuvvetlerinin İstanbul’un kapılarına dayandığını gördüler.

Mustafa Kemal için bu durum oldukça zordu; Makedonya ve Selanik, düşmanın eline geçmişti. İstanbul’a döndüğünde, Bab-ı Ali Caddesi’ndeki Meseret Kahvesi’nde bazı asker arkadaşlarıyla karşılaştı. Onlara yaklaşırken, isteksiz ve selamsız bir biçimde: “Nasıl bıraktınız? O güzel Selanik’i düşmana nasıl teslim ettiniz ? Hele bu kadar ucuza!” diye sordu.

Balkan Savaşları başlamadan önce, büyük devletler bölgedeki statükonun korunacağını ilan etmişlerdi. Yani hiçbir devletin diğerinin topraklarına el atmayacağını söylenmişti. Bu, aslında Osmanlı’nın Balkan devletlerini yenebileceğine olan inançlarından kaynaklanıyordu ve Hristiyan devletlerin lehine bir tutumdu. Ancak, Osmanlı’nın yenilgisiyle bu sözlerini geri aldılar ve düşman güçler Rumeli’yi aralarında paylaştılar.

Dönemdeki İç ve Dış Politika

Bu dönemde, Bulgaristan’ın aşırı hırsları müttefikleriyle arasını açtı ve sonunda müttefikleriyle savaşa girdi. Romanya’nın da Bulgarlara karşı savaşa katılmasıyla Bulgar kuvvetleri topraklarımızdan çekilmek zorunda kaldı. Bu süreçte, İttihat ve Terakki üyeleri Bab-ı Ali’yi basıp hükümeti devralarak iktidarı yeniden ele geçirdiler. Ordu, vatansever komutan ve subayların kontrolüne girdi. Mustafa Kemal o sırada Dimetoka’da bir tümenin harekat şubesi müdürlüğü görevini yürütüyordu.

Çatalca’da konuşlanmış olan ordu, Bulgarlara karşı taarruza geçti ve Edirne’yi geri aldı. Ancak Edirne’nin kurtarılması sırasında, İttihatçılar tarafından çok benimsenen Enver Bey’in süvarileriyle şehre neredeyse çatışmasız girişi, onun şöhretini daha da artırdı. Bu durum, İttihatçıların Enver Bey’in ününü parlatma fırsatını yakalamalarını sağladı.

İttihat ve Terakki, iktidarda sağlam bir yer edindi. Enver Bey, paşalık rütbesi alarak Harbiye Nazırlığı’na atandı. Orduda, özellikle Enver Paşa’ya sadık bir komuta kadrosunun oluşturulmasıyla eski komutanlar görevden alındı.

Mustafa Kemal, parti içerisinde bir değişiklik yapma umuduyla arkadaşı Fethi Bey’in İttihat ve Terakki Cemiyeti Genel Sekreterliği’ne atanması için çaba gösterdi. Fethi Bey bu göreve getirildi ancak, partiyi fedai etkinliklerinden arındırmaya yönelik ilk girişimleri nedeniyle hızla desteğini yitirdi. Fethi Bey’i görevden alan fedai grup, onun arkasında Mustafa Kemal’in olduğunun ve Mustafa Kemal’in de partinin çıkarları için potansiyel bir tehdit oluşturduğunun farkındaydı.

İttihatçılar, Fethi Bey’i Sofya Büyükelçiliği’ne atamaya karar verdiler. Bu sırada, Mustafa Kemal’e yakınlığıyla bilinen bir İTC lideri ona: “Sen de Fethi ile birlikte git. Askeri ataşe olursun. Böylece hem katkıda bulunursun hem de gereksiz çekişmelerden uzak durursun.” önerisinde bulundu.

Kurmay Yarbay Mustafa Kemal arkadaşlarıyla,
Sofya, Bulgaristan, 1914.

Mustafa Kemal’in Ateşelik Görevi

Mustafa Kemal, askeri ataşe olarak Sofya’ya gitti. Orada görevini başarıyla yerine getirdiği için Bükreş, Belgrad ve Çetine’de de benzer görevlere atandı. Sofya’da bulunduğu süre içinde Fransızcasını geliştirdi, özel dersler aldı ve yoğun bir şekilde çalıştı. Batı dünyasının Osmanlı’ya karşı sahip olduğu üstünlüklerin nedenlerini derinlemesine düşündü ve araştırdı. 1914 yılına gelindiğinde, Mustafa Kemal, Tekirdağ’da bir tümenin komutanlığına atandı. Sofya’da yarbay rütbesine terfi etmiş olması, bu komutanlık görevi için uygun bir konumunda olduğunu gösteriyordu.

Ek olarak, 3 Aralık 1912’de imzalanan ateşkesin ardından Londra’da başlayan ve zaman zaman kesintiye uğrayan barış müzakereleri, büyük devletlerin araya girmesiyle 30 Mayıs 1913’te bir ön barış anlaşmasıyla sonuçlandı. Anlaşma kapsamında Osmanlı Devleti, Ege Adaları’nın geleceğinin ve Arnavutluk sınırlarının belirlenmesi konularını büyük devletlere bıraktı. Girit’i resmi olarak Yunanistan’a devretti ve Midye-Enez hattının batısındaki toprakları Balkan devletlerine terk etti. Bu sınır çizimiyle Edirne, Bulgaristan’a geçti. Aynı zamanda Bulgaristan, Kavala ile Dedeağaç arasındaki toprakları alarak Ege Denizi’ne erişim sağladı.

10 Ağustos 1913’te imzalanan Bükreş Antlaşması ile II. Balkan Savaşı sonrasında, Balkan devletleri Osmanlı’dan aldıkları toprakları paylaştılar. Osmanlı ile ayrı ayrı antlaşmalar imzaladılar. 29 Eylül 1913’te Bulgaristan ile yapılan anlaşmaya göre Osmanlı’nın yeni sınırı Meriç Nehri oldu. Ancak Edirne ve Meriç Nehri’nin batısındaki Dimetoka Osmanlı sınırları içinde kaldı. 14 Kasım 1913’te Yunanistan ile imzalanan Atina Antlaşması’yla Girit adası Yunanistan’a bırakıldı ve adada kalan Türklerin kültürel ve mülkiyet hakları garanti altına alındı. Öte yandan, Yunanistan’ın savaş sırasında işgal ettiği Ege Adaları’nın durumu ise, 30 Mayıs 1913 tarihli Londra Antlaşması’nda belirlenen büyük devletlerin kararıyla çözülecekti.

Mustafa Kemal ve Çanakkale

Mustafa Kemal Atatürk ve Çanakkale Savaşları, Türk tarihinin dönüm noktalarından birini oluşturur. Bu kritik dönemde, Mustafa Kemal’in liderliği ve askeri dehası, Gelibolu Yarımadası’nda yaşanan çetin çarpışmalarda ön plana çıkmıştır. 1914’ün son aylarında, Mustafa Kemal Tekirdağ’da konuşlanan tümeniyle birlikte Gelibolu Yarımadası’na doğru yola çıktı. Kısa bir süre sonra Maydos bölgesinde bölge komutanlığı görevini üstlenen Mustafa Kemal, bu görevi daha yüksek rütbeli bir komutana devrederek, tümeniyle birlikte Bigali köyüne geçiş yaptı ve orada ordu yedeklerine katıldı.

Gelibolu, Çanakkale, 1915.

Savaş Başlıyor

1915’in Nisan ayı gelip çattığında, bir sabah Arıburnu yönünden top atışı sesleri geliyordu. Düşman kuvvetleri, Çanakkale Boğazı’nı ele geçirip İstanbul’a yönelmek amacıyla Gelibolu Yarımadası’na çıkarma yapmak için işe koyuldular. Bu atışlar, yaklaşan çatışmanın habercisiydi. Olayların farkında olmayan Mustafa Kemal, hemen tümenine hazırlık emirleri verdi ve Maydos Bölge Komutanlığı’ndan detaylı bilgi talep etti. Ayrıca, üst komutanlık düzeyindeki planlar hakkında da bilgi istedi. Durumu yerinde değerlendirmek üzere tümeninin süvari birliğini Kocaçimen Tepesi’ne yönlendirdi.

Öğleden sonra gelen rapor, düşmanın Arıburnu’na çıkarma yaptığını gösteriyordu. Mustafa Kemal, hem bu rapordan hem de kendi gözlemlerinden, düşmanın Kabatepe bölgesine büyük bir kuvvetle çıkarma yapmaya hazırlandığını anladı. Durumun ciddiyetini kavrayarak, sadece bir tabur değil, tüm tümenin müdahalede bulunması gerektiğine karar verdi ve kuvvetlerini hemen harekete geçirdi. Engel teşkil eden fundalıklar ve yolun olmaması, top arabalarını zorlu araziden geçirmeyi gerektiriyordu. Mustafa Kemal, yol açma çalışmalarına bizzat dahil oldu.

Düşmanla Karşılaşma

Zorlu yürüyüş sırasında askerler yorgun düştüğünde, onlara kısa bir mola verdi. Fakat denizden görünmemeleri konusunda diken üstündeydi. Daha sonra ekibiyle birlikte ileriye doğru ilerledi. Yolun giderek zorlaşması üzerine atından inip yaya devam etti. Bu esnada, Conkbayırı’na doğru kaçan askerleri gördü ve onları durdurup neden kaçtıklarını sordu.

-Niçin kaçıyorsunuz?

-Efendim… Düşman.

-Nerededir düşman?

Mustafa Kemal, düşmanın nerede olduğunu sorduğunda, askerler bir tepeyi işaret ettiler. Düşmanın avcı hattı tepeye doğru ilerliyordu. Mustafa Kemal’in kuvvetleri o sırada dinleniyordu ve düşman, onların bulunduğu konuma göre daha yakındı. Kaçan askerlere “Düşmandan kaçılmaz!” diye haykırdı. Askerlerin mühimmatı tükendiğini söylemeleri üzerine, “Cephaneniz yoksa süngünüz var,” diyerek onları cesaretlendirdi.

Mustafa Kemal, kaçan askerleri durdurarak hızla süngü taktırdı ve onları savunma pozisyonunda yere yatırmalarını emretti. Ayrıca, daha fazla kuvvetin hızla olay yerine ulaşması için emir subayını gönderdi. Askerler süngü takıp yere yattıklarında, düşman bu durumu bir saldırı hazırlığı olarak algılayıp kendileri de yere yattı. Bu cesur ve kararlı hareket olmasaydı, düşman o gün tepeyi ele geçirip İstanbul yolunu açabilirdi. Neticede Mustafa Kemal, düşmanı geri püskürterek sadece kıyıda tutmayı başardı. Çanakkale Savaşları’nda, en kritik anlarda düşman Mustafa Kemal ile karşı karşıya geldi. Onun liderliği sayesinde Arıburnu ve daha sonra Anafartalar’daki manevralar gerçekleşemedi. Tüm bunların sonucunda, Arıburnu, Conkbayırı ve Anafartalar, Mustafa Kemal’in kahramanlıklarıyla birlikte tarihe kazındı.

Örnek Bir Komutan: Mustafa Kemal

Conkbayırı’nda yaşanan bir olayda, şarapnel parçası Mustafa Kemal’in göğsüne isabet etti. Ancak saatine çarparak onu olası bir yaralanmadan korudu. Bu muharebelerde, Mustafa Kemal’in askeri dehası, kişisel cesareti ve yüksek insanlık değerleri ön plana çıkan daha pek çok an yaşandı.

Ben şu haberi bekliyorum. Siperlere giren düşman mahvedilmiş, düşman siperlerine askerimiz girmiştir. Bundan
başka hiçbir haber bence önemli değildir.

Kurmay Yarbay Mustafa Kemal cephede,
Gelibolu, Çanakkale, 2 Mayıs 1915.

İngiliz kuvvetleri Anafartalar bölgesini kuşatmaya çalışırken, Mustafa Kemal’in stratejik hamleleriyle bu planları bozuldu. Kireçtepe’nin stratejik önemi büyüktü. Bu tepeyi korumak, düşmanın planlarını engellemek için kritikti. Lakin tek ulaşım yolu donanma topçusunun ateş alanı içindeydi. Yoğun topçu ateşi altında, insanın değil kuşun bile geçmesi imkansızdı. Mustafa Kemal’in tepeyi savunma emrini alan askerler, düşmanın verdiği bu amansız ateş karşısında tereddüt içindeydi. Doğru anı bekliyorlardı.

Mustafa Kemal, durumu görmek için siperlere koştu ve askerlerin arasına karışarak onlara neden ilerlemediklerini sordu. Bir asker: “Düşman ölüm saçıyor, geçilmez.” yanıtını verdi. Mustafa Kemal, hiç tereddüt etmeden, “Böyle geçilir!” diyerek öne atıldı. Komutanlarının bu cesur hamlesini gören askerler, birlikte ileri atılarak tepeyi ele geçirdiler.

Düşmanın ilerleyişini durdurmak için, Mustafa Kemal’in elinde yeterli kuvvet olmadığından, süvarileri feda etmek gerekti. Mustafa Kemal, bir komutanı yanına çağırarak emrini verdi. Komutanın emri tam anlamadığını fark eden Mustafa Kemal, onu tekrar çağırıp, “Ne demek istediğimi anladınız mı?” diye sordu. Komutan, “Evet efendim, ölmemizi emrediyorsunuz,” diye yanıtladı.

Gelibolu, Çanakkale, 1915.

Hep Birlikte Kazanılmış Bir Zafer

Anafartalar cephesinde Mustafa Kemal’in emrinde altı binden az Türk askeri, 36 adet top ve 21 makineli tüfek bulunuyordu. Karşılarında ise en az 30 bin düşman askeri ve 24 parça savaş gemisinin desteği vardı. Düşmanın taarruzu başarıya ulaşırsa, Çanakkale’nin düşmesi kaçınılmazdı. Mustafa Kemal, savunma pozisyonunda kalmak yerine, düşmanı şaşırtmak ve geri püskürtmek için taarruz emri verdi. Ancak, siperlerdeki subaylar ve askerler hareketsiz kaldılar. Mustafa Kemal ön sipere geldi; askerlere konuşur gibi:

Hiç çekinmeyiniz. Ben biliyorum, düşman zayıf ve korkaktır. Tek bir tüfek patlatmadan yalnız süngülerinizi kullanacaksınız. En ileride ben yürüyeceğim. Acele etmeyin. Tam fırsatı gelince kırbacımı kaldıracağım, o zaman arkamdan geliniz.

Düşman siperleri, onların bulunduğu ön siperden sadece birkaç metre uzaklıktaydı. Mustafa Kemal, büyük bir risk alarak siperin üst kenarına kadar sürünerek ilerledi ve orada yere yattı. İşaretini vermek için kırbacını kaldırdı. Komutanlarının verdiği işareti takiben, askerler hızla ilerleyerek düşman siperlerine giriş yaptılar. Mustafa Kemal de içeri sızarak siperin içine girdi ve süngü darbelerinin seslerini duydu. Bir İngiliz komutanı, bu cesur taarruzu değerlendirirken, Türk askerlerinin “boşalan arı kovanlarından çıkan arılar gibi hücum ettiklerini” yazmıştı. Bu ölümcül saldırının bir kısmı sahile kadar ulaştı. Daha sonra düşman, Conkbayırı’na yönelik bir saldırı denedi. O kadar yoğun ateş açıldı ki, Mustafa Kemal’in ayak bastığı yerlerde çelik parçası bulunmayan bir karış toprak bile kalmamıştı.

Kurmay Albay Mustafa Kemal,
Gelibolu, Çanakkale, 17 Haziran 1915.

Türk Askerinin Cesareti

Bu ölümüne mücadelelerden birinde, düşman durmuş ancak Mustafa Kemal’in askerleri canlarını feda etmişlerdi. Elinde tüfekleriyle yere yığılmış askerler, sanki düşmanın bir sonraki hücumunu bekleyen canlı bir birlikmiş gibi duruyordu. Mustafa Kemal’in yanına gelen yüksek rütbeli bir komutan, “Kuvvetleriniz nerede?” diye sordu. Bunun üzerine Mustafa Kemal, “Kuvvetlerim mi? İşte bu yatan ölüler,” diyerek önlerinde uzanan şehitleri işaret etti.

Arıburnu cephesindeki durum kritikleştiğinde, Mustafa Kemal doğrudan İstanbul’daki başkomutana telgraf çekerek iletişim kuruyordu. Gelibolu’daki kuvvetlerin Alman komutanının karargahı ise oldukça uzaktaydı. Bir ara, Alman general Mustafa Kemal’i arayarak durumu sordu: “Durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Hangi önlemleri düşünüyorsunuz?” Mustafa Kemal: “Durumu nasıl gördüğümü zaten bildirdim. Alınması gereken önlemler alındı. Şu an alınacak tek önlem var” dedi. General, “Bu nedir?” diye sorduğunda, Mustafa Kemal, “Emrinizdeki kuvvetleri emrime veriniz” cevabını verdi. Bunun üzerine general alaylı bir dille: “Bu çok mu fazla olmaz mı?” diye sordu. Mustafa Kemal ise tam bir ciddiyetle, “Az gelir!” yanıtını verdi.

Çanakkale Muharebeleri Dönemi’nde, Aralık 1915.

Çanakkale Savaşı Sonlanıyor

Mustafa Kemal, rakipleri ve hatta düşmanları tarafından bile derin bir saygı gördü. Çünkü o dönemde verdiği mücadele, İstanbul’un kurtuluş savaşıydı. Hükümet, başkenti Anadolu’ya taşımak için hazırlıklar yapıyordu ve padişahın Eskişehir’e taşınması planlar dahilindeydi. Bununla birlikte, saray yas içindeyken, Mustafa Kemal; kahramanlık dolu zaferleri sayesinde genç yaşında albaylıkla grup komutanlığına terfi etmişti. Düşman geri püskürtülmüş ve Mustafa Kemal’in cepheyi terk etmesinden dört ay sonra, Gelibolu Yarımadası’ndan çekilmişlerdi. Bu olay, Çanakkale Savaşı’nın başlamasında ısrarcı olan İngiliz politikacı Churchill’in istifasına yol açmıştı.

Mustafa Kemal’in adı ordu ve halk arasında yayılmış, zorlu savaş yıllarında bir umut ışığı gibi parlamıştı. Ancak, şöhreti bazılarını rahatsız etmiş olacak ki, o dönemlerde yayımlanan bir savaş dergisinde Mustafa Kemal’in fotoğrafındansa Alman bir generalin fotoğrafının konulması emri verilmişti.

Çanakkale Savaşları’ndaki kahramanlıkları nedeniyle Bulgaristan Çarı I. Ferdinand tarafından Mustafa Kemal’e verilen Sınıf Aziz Alexander Nişanı.
Görseldeki madalya, Mustafa Kemal’e 30 Nisan 1915’te padişah V. Mehmet Reşat tarafından 19’ncu Tümen Komutanı’yken verilen Gümüş İmtiyaz Madalyası’dır. Tümen Komutanlığı görevindeki üstün başarıları sonucunda verilmiştir. Ön yüzünde Padişah II. Abdülhamit’in saltanat arması, arka tarafında ise “Devlet-i Aliyye-i Osmaniye uğrunda fevkalade sadakat ve şecaat ibraz edenlere mahsus madalyadır” yazısı ve 1300 tarihi vardır. Yeşil kırmızı renkli şeritinde çapraz kılıç üstünde plaka yer almaktadır. Şerit üzerindeki plakada 1332 (1916) yılı eski yazı ile yazılıdır.

İtilaf Devletlerinin Gelibolu Yarımadası’ndaki başarısızlığı dünya çapında büyük yankı uyandırdı. Bu durum üzerine, Boğazları ele geçirme amacıyla Gelibolu Yarımadası’nın işgal edilmesine karar verildi. Bu plana göre, 25 Nisan 1915’te müttefik kuvvetler, yarımadanın güneyine ve Kumkale sahillerine çıkarma yaptılar. Böylece Çanakkale Muharebelerinin kara savaşları başladı. 25 Nisan 1915’ten itibaren Mustafa Kemal, Kitchener’ın 100.000 kişilik ordusuna karşı Conkbayırı ve Kireçtepe’de elde ettiği zaferlerle düşmanı mağlup etti. Düşman, Anafartalar’da yaşadığı ağır yenilginin ardından geri çekilmek zorunda kaldı ve 9 Ocak 1916’da Gelibolu Yarımadasını tamamen terk etti. Bu zafer, Çanakkale Savaşlarını tarihe eşsiz bir başarı olarak kazıdı.

Bazı kanaatler vardır ki onların hesap ve mantıkla açıklanması çok zordur. Özellikle muharebenin kanlı ve ateşli safhasındaki duyguların meydana getirdiği kanaatler… Tabi ki her kanaat ve karar, içinde bulunulan durum ve şartları incelemek ve bu incelemenin bütün neticelerini sezmek ve değerlendirmek sayesinde doğar.

Mustafa Kemal ve Kafkas Cephesi

Mustafa Kemal, hükümet yetkililerine savaşın gidişatının kötüleştiğine dair uyarılarda bulundu ancak sesini duyuramadı. Ek olarak Çanakkale Zaferi’nin verdiği geçici coşku, Almanların savaşta zafer kazanacağına dair bir beklentiye yol açmıştı. Ancak Mustafa Kemal, bu durumu kabullenmeyerek alternatif çözümler arayışına girdi. Bu dönemde eski dostlarını ziyaret etmek amacıyla Sofya’ya seyahat etti. Bu ziyareti sırasında, merkezi Edirne’de olan 16. Ordu Komutanlığı’na atanma haberini aldı. Edirne’de kısa bir süre görev yaptıktan sonra, Rus cephesine gönderilme kararı alındı. Bunun ardından Diyarbakır üzerinden yeni görev yerine hareket etti. Bu sırada, Anadolu’nun doğu bölgeleri Rus kuvvetleri tarafından işgal edilmiş durumdaydı. Van, Bitlis, Erzurum, Erzincan ve Trabzon gibi vilayetler düşman kontrolü altına girmişti. Mustafa Kemal’in askeri kariyerindeki bu dönem, onun generalliğe terfi ettiği zamanlara denk gelmekteydi.

2’nci Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa, Diyarbakır, 1917.

Mustafa Kemal, hem 2. Ordu Komutanlığı döneminde hem de öncesinde zorlu savaşlar yaşadı. Bir keresinde, kendisi ve komutasındaki birlikler, sayıca üstün Rus piyadeleriyle amansız bir mücadeleye giriştiler. Rus cepheleri sanki bir süngü ormanına dönüşmüştü. Bu çatışmalardan birinde Mustafa Kemal, düşman süngülerinin arasında sıkışıp, esir düşme tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı. Ancak soğukkanlılığını koruyarak bu tehlikeli durumdan kurtulmayı başardı.

İkinci Ordu Komutanı Mustafa Kemal

2. Ordu Komutanlığı görevine geldiğinde ise oldukça zorlu bir durumla karşılaştı. Ordu, Çapakçur Boğazı’nın kuzeyinde ve doğusunda bulunan dağlık bölgelerde konuşlanmıştı. Kuvvetler yorgun ve zayıftı. Ayrıca bölgede hüküm süren şiddetli kış koşullarında araçsız bir şekilde dağlarda bulunmaları büyük risk taşıyordu. Bu durum hem Başkomutanlık hem de Kafkas Cephesi Komutanlığı tarafından fark edilmişti. Lakin sorumluluk almak isteyen çıkmamıştı. Genç komutan Mustafa Kemal, Çanakkale’de elde ettiği ünü riske atarak, ordunun geri çekilmesi emrini vereceğini ve buna dair tüm sorumluluğu üzerine alacağını açıkladı. Çekilme işlemlerini başarıyla yönetti. Bu, oldukça kritik bir hamleydi; zira Rus kuvvetlerinin ilerlemesi durumunda, Mustafa Kemal’in itibarı zarar görebilirdi. Ancak onun için vatan sevgisi, şan ve şöhretten çok daha önemliydi. Kararlı bir şekilde ordusunu güvenli bir alana çekerek, yeni bir savunma hattı kurdu.

Savaşın kaosunda, taarruz esnasında çözülme riski her zaman yüksektir. Bir geri çekilme anında, bir askerin, “Ne korkak komutanlardır bunlar! Ben Rus öldürüp duruyordum, ne diye geri çektiler bizi ?” şeklinde yakındığını duyan Mustafa Kemal: “Ama tek başına senin düşman öldürmen yeterli değil… Burada büyük bir ordu var… Belki de senin anlamadığın bazı sebepler olabilir,” diye yanıt verdi. Asker, Mustafa Kemal’e dönüp, “Sen kimsin?” diye sorduğunda, Mustafa Kemal, “Ben sizin komutanınızım,” yanıtını verdi. Asker, düşündüğü gibi komutanının korkup kaçmadığını, yanında olduğunu görünce, “Ha, o başka dedi!” dedi.

2’nci Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa,
Diyarbakır, Mart 1917.

Kafkas Cephesi’nde Verilen Kayıplar ve Alınan Sonuçlar

Osmanlı Devleti ile Rusya arasında Kafkas Cephesi’nde yaşanan mücadeleler, tarihin en çetin savaşlarından biri olarak kayıtlara geçmiştir. Enver Paşa’nın liderliğindeki ordu, Sarıkamış Kış Harekatı olarak bilinen taarruzda başarı elde edememiştir. Bu harekat sırasında zorlu kış koşulları, yetersiz ikmal ve hastalıklar nedeniyle ordumuz büyük kayıplar vermiş, yaklaşık 70.000 ila 80.000 asker esir düşmüş ve 10.000 kadarı Sarıkamış’ta şehit olmuştur. Toplamda, esirlerle birlikte 80.000 ila 90.000 arasında kayıp verilmiştir.

1916 yılında Rus kuvvetlerinin taarruzuyla Erzurum, Muş, Bitlis, Trabzon ve Erzincan düşman eline geçmiştir. Ancak aynı yıl içerisinde Mustafa Kemal Paşa’nın yönetimindeki birlikler, başarılı bir çevirme harekatıyla Muş ve Bitlis’i geri kazanmıştır. 1917’deki Rus Devrimi, Kafkas Cephesi’ndeki savaş harekatlarının durmasına neden olmuş, sonrasında imzalanan Brest-Litovsk Barış Antlaşması’yla Ardahan ve Batum’un Rus işgalinden çıkması ve bu bölgelerin geleceğinin halk oylaması ile belirlenmesi kararlaştırılmıştır.

Rus kuvvetlerinin çekilmesi sırasında Ermeni milislerin Doğu Anadolu’da Müslüman ve Türk halkına yönelik gerçekleştirdiği katliamlara karşılık, Türk ordusu bölgedeki duruma müdahale ederek Erzincan, Kars, Erzurum, Ardahan ve Batum’u geri almıştır. Bu süreçte Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan, Kafkas Cumhuriyeti’ni oluşturmuş ancak kısa süre sonra bu birlik dağılmıştır. Daha sonra Enver Paşa, bu durumdan faydalanıp Kafkasların derinliklerine ilerlemeyi planlasa da, Almanların engellemesiyle bu amaca ulaşamamıştır. 1918 yılında Türk kuvvetlerinin Bakü’ye kadar ilerlemesine rağmen, Irak ve Suriye cephelerinde yaşanan yenilgiler ve Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasıyla bu harekat son bulmuştur.

Suriye Filistin Cephesi

Mustafa Kemal, Kolordu ve 2. Ordu Komutanlıkları arasındaki görevlerinin ardından, Hicaz bölgesini savunma göreviyle, ordu komutanı yetkisiyle bu bölgeye gönderilmiştir. Durumu yerinde incelemek üzere Şam’a giden Mustafa Kemal, Filistin Cephesi’nde zor bir durumla karşı karşıya olduğumuzu görür. Ona göre uzun çöl yolları boyunca uzanan ve Medine’ye kadar giden dar demiryolu hattının ve çevresinin savunulması yanlış bir stratejiydi. Ona göre, Hicaz’daki kuvvetlerin geri çekilip Filistin Cephesi’nin güçlendirilmesi gerekiyordu. Mustafa Kemal’in bu önerisi başta Ordu Komutanı ve Başkomutan tarafından kabul edilse de, Medine’deki Peygamber kabrinin terk edilmesi fikri İstanbul’da büyük rahatsızlık yarattı. Dolayısıyla bu karar uygulanamadı.

Bu sırada, İngiliz kuvvetleri Mısır’dan çıkarak Kudüs yönüne ilerlerken, aynı zamanda Irak’ta Bağdat’ı ele geçirmişlerdi. Bunun üzerine Osmanlı Başkomutanlığı, Bağdat’ı geri alma hayaline daldı. Daha sonra, Alman ordularının bir generalini Osmanlı Mareşali rütbesiyle Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı’na atadı. Mustafa Kemal ise bu stratejinin başarı şansı olmadığına inanıyordu.

Avrupa’daki savaş cephesinde, İngiliz kuvvetleri Almanlara karşı üstünlük sağlamaktaydı. Almanlar, yeni bir cephe açarak İngilizlerin Avrupa’dan bu bölgeye kaydırılacak askeri güçlerini bölmeyi ve böylece kendi üzerlerindeki baskıyı hafifletmeyi umuyordu. Ancak, Alman komutanı kısa süre içinde Bağdat’ın alınmasının mümkün olmadığını fark etti. Bu bağlamda dikkatini, İngilizleri Filistin’den atma çabasına yöneltti. Mustafa Kemal ise, Türk kuvvetlerinin daha fazla kayıp vermeden, anlamsız taarruzlarla tükenmeden korunması gerektiğini savunuyordu. Bu stratejinin başarısız olacağını ve yalnızca binlerce Türk askerinin yersiz yere hayatını kaybedeceğini öngörüyordu. Alman generali için ise, Avrupa cephelerinden ne kadar fazla düşman kuvvetini buraya çekebilirse, Almanya için o kadar faydalı olacak ve Alman askerlerinin hayatını korumuş olacaktı. 1917 Eylül’ünde Halep’ten başkomutanlığa gönderdiği bir raporla, o dönemin zorlukları içindeki ordu ve ülke durumunu detaylı bir şekilde aktaran Mustafa Kemal, gözlemlerini ve düşüncelerini her türlü baskıya rağmen sorumlu kişi ve kurumlara cesurca iletebilme karakterini göstermiştir. Bu raporunda Mustafa Kemal şöyle der:

Savaş milletimizi son dereceye getirmiştir. Halk ve hükümet arasındaki bağlar zayıflamıştır. Halk menfaatini her bakımından hükümetten uzak kalmakta görmektedir. Çünkü kalan halk ya kadınlardan ya acezelerden veya asker kaçaklarından ibarettir. Çalıştıklarından elde ettikleri kendi yiyeceklerine bile yetmezken askeri ve sivil hükümeti açlık ve ölüm karşılığı onların neleri var neleri yok almak zorundadır. Sivil idare zaaf içinde olduğundan memleket anarşiye doğru sürüklenmekte, haksızlık ve adaletsizlik içinde bunalmaktadır. Jandarma kuvveti yoktur. İhtiyaç yüzünden memurlar rüşvet almakta, vazifelerini kötüye kullanmakta ve keyiflerine bakmaktadırlar. Halk hayatı, ticaret ve ekonomi hayatı çöküntü içindedir. Savaş devam ederse karşısında bulunduğumuz en büyük tehlike, her yandan çürüyen saltanat binasının bir gün içeriden birdenbire çökmesi ihtimalidir. Askeri durum, savaşın yakın gelecekte bitmeyeceğini göstermektedir. Müttefiklerimiz düşmanlarımızı vurarak onları barış istemeye artık zorlayamazlar. Almanların ümitlerini geliniz, bizi yeniniz temeline bağlamışlardır Düşmanlarımız ise ayrılmayacak kadar birleşmiş durumdalar. Bizim tarafın dayanabileceği kadar savaşı uzatacaklardır. Buradan savaşı bitirmemiz neticesini çıkarmamız gerekir. Türkiye’nin askeri durumu şudur: Ordu, savaşın başında olduğuna nispetle çok zayıftır. Birçok ordular kuvvette beşte bire inmişlerdir. Memleketin insan kaynakları bu eksikleri doldurmaya yeter herhalde değildir. Hatta 7. Ordu Komutanlığı, içinde en iyi halde bulunanı dahi henüz düşmana tek bir kurşun atmadan kuvvetli tutamıyoruz. Bir örnek vereyim: Ne güç işleri yapmak üzere biner kişilik taburlardan bana göndermiş olan 39. tümenin %50’si ayakta durmaya mecalsiz olduğundan ayrılmış geriye 17 ile 20 yaşları arasında serpilmemiş çocuklar 45 ile 55 yaşları arasında işe yaramazlar kalmıştır. Cephelerimize gelince İngilizler ve Ruslar harekete geçtikleri an bizi düşüreceklerdir. Bir taarruzu beklemek lazımdır. Durum bu iken Bağdat’ı geri almayı düşünmek bile abestir. En kuvvetli ve hazır düşman Filistin’dedir. Bize göre yapılacak şeyler şunlardır: Halkın güvenliğini korumak için yeniden jandarma kuvvetlerini tesis etmek, İdare işlerini, hele ve adliye işlerini bir düzene koymak, yolsuzlukları hiç olmazsa en aşağı sınıra indirmek. Savaşın uzaması yine felaketlere sebep olursa Elimizde ve gerimizde kalacak bölgeleri ve halkı çürük bir halde bulmamalıyız. Askeri bakımdan bir savunma politikasına bağlanmalıyız. Bir tek eri sonuna kadar saklamalıyız. Memleket dışında bir tek Türk bırakamayız.

Mustafa Kemal’in İstifası ve Almanya’ya Gidişi

Mustafa Kemal, mevcut koşullar altında görevini sürdürmenin imkansız olduğunu kavrayarak ordudaki görevinden istifa etti ve İstanbul’a döndü. Fakat İstanbul’a varacak kadar parası bile kalmamıştı. Bu süreçte, hem bakanlık hem de komutanlık yapan bir dostuyla görüştü ve durumu paylaştı. Dostu Mustafa Kemal’in görüşlerine katılsa da, ailesinin geçim kaygısı nedeniyle istifa etmeyi göze alamadığını belirtti. Mustafa Kemal ise, Türk milletinin varoluş mücadelesi söz konusu olduğunda, bireysel endişelerin ikinci plana atılması gerektiğini vurguladı.

Bu dönemde, Alman İmparatoru’nun padişahı ziyarete davet ettiği, ancak padişahın sağlık durumunun seyahate elverişli olmadığı bilgisi geldi. Bu nedenle, veliaht Vahdettin Efendi’nin Almanya’ya gönderilmesine karar verildi. Mustafa Kemal’e de bu seyahate katılma teklifi yapıldı.

Bu, önemli bir fırsattı. Hem Alman cephesindeki durumu yerinde gözlemleme imkanı bulacak hem de tahta çıkması muhtemel veliahta kendi düşüncelerini aktarma şansı elde edecekti. Cephede Alman ordusunun, Kaiser’in, başkomutan ve genelkurmay başkanının durumunu yakından gözlemleyen Mustafa Kemal, Almanya’nın savaştan artık umut kesmiş olduğunu fark etti. Sağlık sorunları nedeniyle bir süre Viyana ve Karlsbad’da tedavi gören Mustafa Kemal, 1918 Temmuz’unda İstanbul’a geri döndü. Bu sırada tahtta değişiklik olmuş, Vahdettin padişah olmuştu. Mustafa Kemal, seyahati sırasında Vahdettin’e yaptığı önerilerden somut sonuçlar bekliyordu. Belki de yeni padişah, başkomutanlık görevini bizzat üstlenerek ülkenin kurtuluşu için adımlar atabilirdi. Ancak İstanbul’da yaptığı görüşmelerden sonra, Vahdettin’den beklenen hamlelerin gelmeyeceğini anladı.

Sultan Vahdettin ve Atatürk.

7. Ordu Komutanı Mustafa Kemal: Göreve Dönüş

Suriye cephesinde durum iyice kötüleşmişti. Alman generalin yerine yine bir Alman atanmıştı. Mustafa Kemal, 7. Ordu Komutanlığı’na tekrar getirildi. İstanbul’dan umudunu kesmiş olan Mustafa Kemal, orduya katkıda bulunabileceği son görevleri yerine getirmek üzere bu atamayı kabul etti ve Suriye’nin Nablus bölgesine gitti. Cepheyi inceledikten sonra, durumun umutsuz olduğunu gördü. İngilizlerin taarruzu başladığında yapacak bir şey kalmamıştı. “Yüzlerce kilometre uzanan bir cephe üzerinde üç ordu var ama sadece ismen. Gerçekte zayıf, dağınık kuvvetler var,” diyordu Mustafa Kemal.

Öncelikli görevi, mevcut kuvvetleri bir araya getirmekti. Ancak Karlsbad’da aldığı tedavi tam anlamıyla sonuç vermediği için sağlık durumu iyi değildi ve varışından sonraki on beş günü yatakta geçirmek zorunda kaldı.

Mustafa Kemal, bir gün kendisine gelen bir telgraf üzerine ordu kurmay heyetiyle görüşmek üzere yatağından kalktı. Giyinip bürosuna giderek, 19 Eylül’de düşmanın taarruza geçeceğini öngören ve ordunun alması gereken tedbirleri belirten bir ordu emri hazırlattı. Bu emri, Alman komutanın başında bulunduğu Ordu Grup Komutanlığı’na iletti. Ancak Mustafa Kemal’in tahminleri, Alman komutan tarafından ciddiye alınmadı ve hatta alay konusu oldu. Buna rağmen Mustafa Kemal, kendi kuvvetlerine gereken emirleri verdi.

Taaruz Başlıyor

1918 Eylül’ünün bir gecesinde, İngiliz kuvvetleri topçu ateşiyle taarruza başladılar ve 7. Ordu’nun sağ kanadındaki birliği yarıp geçerek esir aldılar. Düşman süvarileri, boşalan cepheden ilerleyerek Alman grubu komutanının karargahına baskın düzenledi ve komutan zar zor kurtuldu. Mustafa Kemal, büyük zorluklarla, nehirleri geçip çölleri aşarak ordusunu Şam’a kadar çekmeyi başardı. Şam’a varır varmaz, şehrin Türk birliklerine karşı ayaklanmak üzere olduğunu sezdi.

Bu sırada, Mustafa Kemal’e 7. Ordu’nun komutanlığını bırakıp Rayak’taki kuvvetlerin başına geçmesi emredildi. Trenle Rayak’a giden Mustafa Kemal, kuvvetlerin dağınık halde olduğunu gördü. Askerlerini güvendiği subaylara emanet ederek toparladı. Şam’daki komutan, kuvvetleri terk edip kaçmıştı. Mustafa Kemal, orduda disiplin ve komutanlığın çöktüğünü, herkesin kendi derdinde olduğunu gördü. Şam ve Rayak’taki tüm kuvvetleri tek başına yöneterek, Halep yönünde çekilip güvenliğe almayı kararlaştırdı. Kuvvetlerini Halep’te topladı. Yüzyıllardır kontrolümüzde olan Filistin, Suriye ve daha ilerideki Hicaz kaybedilmişti. Türklüğün Arap dünyasıyla neredeyse hiç bağı kalmamıştı. Ancak, Halep’te Araplar, orduya ihanet etmeye hazırlanıyor ve bazı bölgeleri kontrol altına almışlardı. Mustafa Kemal ve arkadaşları, şehir dışındaki orduları nedeniyle neredeyse esir durumundaydılar. Az sayıda kişiyle kaldığı bir anda, otomobilinin etrafı sarıldı ve saldırıya uğradı. Mustafa Kemal, yolda karşılaştığı bir Arap lideriyle konuşarak onu ikna etmeyi başardı ve Halep’e geri döndü.

Mustafa Kemal, hasta olduğu bir dönemde Halep’teki otelinde dinleniyordu ki, şehir içerisinde büyük bir kargaşa başladı. Balkondan sokağa baktığında oteline doğru bir hücum olduğunu gördü ve hemen aşağıya inerek kırbacıyla içeri girenleri dışarı çıkardı. Aldığı bir rapor, düşmanın Halep’e taarruz etmekte olduğunu gösteriyordu. Şehir bombalanıyor ve sivil halk arasında kayıplar artıyordu. Mustafa Kemal, şehir içinde sokak çatışmalarına katıldı ve şehre giren düşman güçlerini püskürttü. Şehri terk etmeye hazırlanırken Halep komutanına, kuvvetlerini şehrin dışına çekeceğini ve ertesi gün İngiliz ve Arap güçlerine batı ve kuzeyden taarruz edeceğini bildirdi.

Mustafa Kemal Paşa, Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığını
devraldığı Mareşal Liman von Sanders ile,
Adana, 31 Ekim 1918.

Savaş Sonlanıyor

Bu çatışma, I. Dünya Savaşı’nın son muharebelerinden biri oldu. Mustafa Kemal, kuvvetlerini başarıyla koruyarak İngiliz ve Arap güçlerini durdurmayı başardı. Savaşın sonlarına doğru, Bulgaristan, Avusturya-Macaristan ve Almanya’nın teslim olmasıyla I. Dünya Savaşı sona erdi. Savaşın başında Mustafa Kemal’e şüpheyle yaklaşan İttihat ve Terakki liderleri, ülkeden kaçtılar. Osmanlı’nın merkezine düşman donanmaları ve orduları yaklaşırken, savaş sonrası hükümet, Mondros Mütarekesi’ni imzalayarak imparatorluğun son günlerini işaret etti.

Kanal Harekatı’nın başarısızlıkla sonuçlanması sonrasında, savaşın odak noktası Filistin ve Suriye’ye kaydı. Bu dönemde İngilizler, 1916 Ocak’ında Mekke Emiri Şerif Hüseyin ile yaptıkları anlaşmayla, Arapların büyük bir kısmını Osmanlı’ya karşı çevirmeyi başardılar. İngilizler, Şerif Hüseyin’e Suriye, Irak ve Hicaz’ı kapsayan bağımsız bir Arap krallığı kurma vaadinde bulunurken, aynı zamanda 1917 Kasım’ında Yahudilere Filistin’de bir ulusal yurt kurma vaadi veren Balfour Deklarasyonu’nu yayımladılar. Ayrıca bu durum, günümüz Filistin sorununun temellerinin atıldığı döneme tekabül eder.

1917’de Filistin cephesindeki en önemli çatışmalar Gazze’de gerçekleşmiştir. İngilizlerin Mart ve Nisan aylarında Gazze’deki Türk savunma hatlarını yarmak için düzenledikleri taarruzlar, 40.000 Türk askerinin direnişiyle karşılaşmışlardır. Fakat tüm bunlara rağmen, İngilizler, Aralık’ta Kudüs’ü ele geçirerek önemli bir başarı elde ettiler.

1918’de İngilizlerin Yafa’dan başlattığı taarruz ve Arap isyanının etkisiyle Türk kuvvetlerinin durumu ağırlaştı. Bölgede bulunan 7., 8. ve 4. Ordular zor durumda kaldı. Mustafa Kemal Paşa, İngiliz taarruzunu sezerek ordusunu başarılı bir şekilde geri çekti ve imhadan kurtardı. Bu durum, Anadolu’nun güneyden tehdit altında kalmasına yol açtı. Mustafa Kemal Paşa, cepheden Harbiye’ye gönderdiği bir raporda, ordunun Türk nüfusun yoğun olduğu bölgelere çekilmesini ve savunma hattının bu bölgelerde kurulmasının faydalı olacağını belirtti. Zamanla bu önerisi doğrulandı.

Nihayetinde I. Dünya Savaşı, çeşitli antlaşmalarla sona ermiştir. 1918 Mart’ında Rusya ile Brest-Litovsk, 1918 Mayıs’ında Romanya ile Bükreş, 1919 Kasım’ında Bulgaristan ile Neuilly, 1919 Eylül’ünde Avusturya-Macaristan ile Saint-Germain, 1919 Haziran’ında Almanya ile Versay ve 1918 Ekim’inde Osmanlı ile Mondros antlaşmaları imzalandı.

Kurtuluşun İlk Adımları

Mirliva Mustafa Kemal, 1919 yılının Mayıs ayında, İstanbul’daki Şişli’deki evinde ailesiyle vedalaştıktan sonra, subay ve üstsubaylardan oluşan yirmi üç kişilik bir ekip ile meşhur Bandırma Vapuru’na bindi. 16 Mayıs Cuma günü, Dokuzuncu Ordu Müfettişi sıfatıyla İstanbul’dan ayrıldı. Yolculuğunun bir aşamasında, 18 Mayıs’ta Sinop’ta kısa bir mola verdi. 19 Mayıs 1919 tarihinde sabah saat sekiz civarında Samsun’a ulaştı. Görev alanı geniş bir coğrafyayı kapsıyordu. Van, Erzurum, Trabzon, Sinop, Ankara, Elazığ, Bitlis vilayetleri ile Kayseri, Erzincan, Samsun bağımsız mutasarrıflıkları, Konya’daki Yıldırım Orduları Müfettişliği, Ankara’daki XX. Kolordu Komutanlığı, Erzurum’daki XV. Kolordu Komutanlığı, Samsun’daki 3. Tümen Komutanlığı ve Diyarbakır’daki 13. Kolordu Komutanlığı da dahil olmak üzere oldukça geniş bir yelpazeyi içeriyordu.

Sonuç

Mustafa Kemal, zorlu koşullarla mücadele ederek bu günlere geldi. Derslerindeki ve cephedeki üstün başarısı ile Osmanlı İmparatorluğu’na büyük katkılar sağladı. Ayrıca, Namık Kemal gibi kitaplarının sokulması yasak olan yazarları okuyarak bilgi edinmeye çalışıyordu. Mustafa Kemal’in dediği üzere, “bedeninin babası Ali Rıza, heyecanlarının babası Namık Kemal, fikirlerinin babası Ziya Gökalp’ti.”. Gazi Mustafa Kemal, Samsun’a çıkarak Türk milletinin yeniden dirilişini sağladı ve milletin kendi öz gücüne dönüp silkelenmesine öncülük etti. Mustafa Kemal ile Ali Fethi bir gün otururken, ülkeyi kurtaracak bir lider üzerine konuşurlarken, herkes Mustafa Kemal’i kurtarıcı olarak gösterdi. Sonuç olarak, 19 Mayıs’ta atılacak adımın tohumları o zamandan belliydi.

Bu yazımızın devamında okuma serüveninize devam etmek için “Mustafa Kemal’in Yolu; Mürekkep ve Barutla Yoğrulan Yıllar” başlıklı yazımız ile devam edebilirsiniz.

Kaynakça

  1. Kocatürk, U. (1999). Doğumundan Ölümüne kadar Kaynakçalı Atatürk Günlüğü. Atatürk Araştırma Merkezi.
  1. Demirel, M., & Doğanay, F. K. (2013, 1 Ağustos). Atatürk’ün Öğrenim Gördüğü Manastır Vilayeti’nde Eğitim. [https://dergipark.org.tr/tr/pub/uefad/issue/16698/173584]
  1. Atay, F. R. (1955), Babanız Atatürk. Pozitif Yayınları.
  1. Atatürk’ün Kara Harp Okulu’na Girişi – Milli Savunma Bakanlığı Kara Harp Okulu Resmi Web Sitesi. [https://kho.msu.edu.tr/hakkinda/harbiyeli_ataturk/okula_girisi.html]
  1. Safran, M., Hayta, N., Çakmak, M. A., Dönmez, C., & Şahin, M. (2013). Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi. Okutman Yayıncılık.
  1. Atatürk, M. K. (1998). Atatürk’ün Bütün Eserleri (1). Kaynak Yayınları.
  1. Arslanyürek, Y. (2019). HALİL (KUT) BEY’İN TRABLUSGARP SAVAŞI’NDAKİ FAALİYETLERİ. Belgi, 2(18), 1563–1586. [https://doi.org/10.33431/belgi.567071]
  1. Şahin, E. (2009, 1 Mart). Kronolojik Çanakkale Savaşları Tarihi (3 Kasım 1914 – 9 Ocak 1916). [https://dergipark.org.tr/tr/pub/aamd/issue/52892/699093]
  1. Atatürk’ün TBMM 1. Dönem 1. Yasama Yılı Açılış Konuşması (24 Nisan 1920) – Vikikaynak. (t.b.). [https://tr.wikisource.org/wiki/Mustafa_Kemal_Atat%C3%BCrk%27%C3%BCn_TBMM_a%C3%A7%C4%B1l%C4%B1%C5%9F_konu%C5%9Fmalar%C4%B1]
  1. Şentop, M. (2021). Kuruluş Safhasında Belgelerle Türkiye Büyük Millet Meclisi : belgeler-fotoğraflar. [https://acikerisim.tbmm.gov.tr/items/447e7d27-f2a2-49c6-86c2-9c0bf2ba7a61]
  1. Arşiv ve Askerî Tarih Daire Başkanlığı | Milli Savunma Bakanlığı Resmî Web Sitesi. (t.b). Milli Savunma Bakanlığı Resmî Web Sitesi. [https://www.msb.gov.tr/ArsivAskeriTarih/icerik/belgeler]
  1. Fotoğraflarla Atatürk. Kara Harp Okulu. (t.b.). [https://kho.msu.edu.tr/galeri/ataturk/genel.html] (Görsel Kaynağı)
Exit mobile version