Türkiye Cumhuriyeti’nin doğuşu, yalnızca tarih kitaplarında anlatılan bir dizi olaydan çok daha fazlasıdır. Bu doğuş, ruhu ve karakteriyle Türk milletinin yeniden doğuşunun hikayesidir. Bu toprakların her bir köşesi, bağımsızlık aşkıyla yanıp tutuşan yüreklerin tanığıdır. Özgürlük ve adalet için verdiği amansız mücadelelerin şahididir. Mustafa Kemal Atatürk ve onunla omuz omuza savaşan yoldaşlarının liderliğinde, bir ulusun kaderini değiştiren, adeta küllerinden yeniden doğan bir anavatanın destanı yazılmıştır. Bu dönem, vatan aşkı ile sıradan insanların olağanüstü kahramanlara dönüştüğü bir dönemdir. Köylüsünden şehirlisine, kadınından erkeğine her bir ferdin vatan için seferber olduğu bir devirdir.
Milli mücadele, sadece bağımsızlık değil, aynı zamanda halkın kendi geleceğini şekillendirme hakkını elde etmesi anlamına geliyordu. Bu, yalnızca sınırların korunması değil, bir milletin ruhunun, kültürünün ve değerlerinin de savunulduğu bir savaştı. Belki en önemlisi, özgürlüğünün korunduğu bir savaştı. Atatürk’ün liderliğindeki bu mücadele, bir milletin yeniden inşası ve modern Türkiye’nin temellerinin atılmasıyla sona erdi. Onun vizyonu, sadece bir devletin sınırlarını çizmekle kalmadı, aynı zamanda bir toplumun düşünce yapısını, eğitimini, hukukunu ve yaşam biçimini dönüştürdü. Atatürk, sadece savaş meydanlarında değil, aynı zamanda fikirlerin ve ideallerin mücadelesinde de bir liderdi.
Bu yazımızda, milli mücadelenin ilk kıvılcımlarından başlayarak, Mustafa Kemal Atatürk’ün bedenen ölümüne kadar uzanan tarihi bir yolculuğa çıkacağız. Atatürk’ün olağanüstü liderliği altında, Türk milletinin nasıl bir araya gelerek, zorluklarla dolu bu yolda ayakta kaldığını ve sonunda modern Türkiye’nin temellerini nasıl attığını inceleyeceğiz. Atatürk’ün hayatını ve mücadelesini daha derinlemesine anlamak için, onun doğumundan itibaren yaşadığı dönemlerinden, 19 Mayıs 1919’da, Samsun’da Milli Mücedele’yi başlatmasına kadar ele aldığımız önceki yazımıza göz atmanızı öneririz. Daha fazla benzer içerik için Tarih kategorimizi inceleyebilirsiniz.
Amasya Kongresi’nde Mustafa Kemal
1919 yılı Türk tarihinin en kritik dönemlerinden biri olarak kabul edilebilir. Bu sene Milli Mücadele’nin fitilinin ateşlendiği bir zaman olarak kayıtlara geçmiştir. İzmir’in işgali ile başlayan ulusal direniş hareketi, Anadolu’nun dört bir yanında yankı bulmuştur. Böylece Türk halkının bağımsızlık arzusu daha da alevlenmiştir. Bu süreçte, Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğindeki milli mücadele hareketi, Amasya Genelgesi gibi kritik belgelerle resmiyet kazanarak, Türk milletinin kaderini değiştirecek adımlar atılmıştır. Amasya Genelgesi, milli mücadelenin yönünü belirleyen ve Anadolu’daki direnişin organize edilmesi için bir çağrı niteliği taşıyan, dönemin ruhunu yansıtan önemli bir dokümandır. Bu belge, işgal altındaki vatan topraklarını kurtarma ve tam bağımsız bir Türk Devleti kurma hedefini açıkça ortaya koymuştur. Bu hedef doğrultusunda Erzurum ve Sivas kongrelerinin toplanmasını öngörmüştür. Amasya Genelgesi, Türk milletinin ortak iradesinin bir ifadesidir. Bu rolüyle ise ulusal birlik bilincinin pekişmesinde kilit rol oynamıştır.
O dönem mirliva olan Mustafa Kemal, 20 Mayıs 1919’da Havza’dan, İzmir ve Manisa’nın işgaline dair halkın güçlü tepkisini ve Hristiyan topluluklara zarar verilmemesinin önemini vurgulayarak bir dizi telgraf yolladı. Ayrıca, Kuvay-ı Milliye birliklerinin dağıtılmaması gerektiğini, milli teşkilatların derhal organize olması gerektiğini belirttiği bir mektubu İstanbul’daki önemli kişilere iletti. İstanbul’un güvenliğinin kalmadığını ve halkın bilinçlendirilmesi için mitingler düzenlenmesi gerektiğini de bu mektupla vurguladı.
22 Haziran 1919’da Amasya Genelgesi’ni yayımladı. Bu genelgede, Erzurum ve Sivas Kongrelerinin toplanması ve Milli Mücadelenin temel amacının, vatanın bütünlüğünü milletin azmi ve kararıyla korumak olduğu kararı barizdi. Amasya Genelgesi, Binbaşı Hüsrev Bey, XV. Kolordu Komutanı Kazım Paşa, XX. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa ve Hüseyin Rauf Orbay tarafından imzalandı. Böylece, Milli Mücadelenin kişisel bir dava olmadığı açık hale geldi. Mirliva Mustafa Kemal, askerlik mesleğine olan derin bağlılığına rağmen, Milli Mücadelenin gerekliliklerini yerine getirmek üzere 8 Temmuz’da saat 23.45’te askerlikten istifa etti.
Erzurum ve Sivas Kongreleri’nde Mustafa Kemal
Mirliva Mustafa Kemal, askerlik mesleğinden ayrıldığını ilgili makamlara ve sorumlu olduğu birimlere bir telgraf aracılığıyla bildirdi. 23 Temmuz 1919’da, vatanın bölünmez bütünlüğü, manda ve himaye sistemlerinin reddi, Heyet-i Temsiliye’nin oluşturulması gibi önemli konuların ele alındığı Erzurum Kongresi’ni topladı. Bu kongre, milli mücadelenin yönünü belirleyici nitelikteydi.
Ardından, 4 Eylül’de Sivas Kongresi gerçekleşti. Mustafa Kemal, bu kongrenin toplanması öncesinde Erzurum on beşinci Kolordu Komutanlığı, Ankara yirminci Kolordu Komutanlığı, Diyarbakır on üçüncü Kolordu Komutanlığı ve Kazım Paşa’ya durumu bildiren telgraflar gönderdi. Bununla birlikte Sivas Kongresi, milli mücadelenin geniş bir katılımla ele alındığı ve Kuvay-ı Milliye’nin güçlendirilmesine karar verildiği bir platform oldu. Üstelik kongrede, Aydın, Manisa ve Balıkesir gibi bölgelerdeki Rum ve Ermeni meselelerinin yanı sıra, yabancılara tanınan imtiyazların kaldırılması ve Anadolu ile Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin kurulması gibi kararlar alındı.
Heyet-i Temsiliye’ye Mustafa Kemal’in yanı sıra Rauf Bey, ulema temsilcisi Raif Efendi, Şeyh Fevzi Efendi ve Bekir Sami Bey gibi önemli figürler katıldı. Bu heyet, hem Erzurum hem de Sivas Kongrelerinde temsil edilerek milli mücadelenin temel taşlarını oluşturdu. Diğer taraftan, 5 Eylül 1919’da İttihatçılar, İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni yeniden canlandırmama yönünde bir yemin ettiler. 9 Eylül’de Batı Anadolu Kuvay-ı Milliye Komutanlığına Ali Fuat Paşa atanırken, 2 Ekim’de Damat Ferit Paşa’nın istifası sonrası Birinci Ferik Ali Rıza Paşa başkanlığında yeni bir kabine kuruldu. 20 Ekim’de İstanbul Hükümeti ile Salih Paşa arasında Amasya Protokolü imzalandı ve toplamda beş protokol hayata geçti. Bu görüşmelerde, Heyet-i Temsiliye’nin Genel Merkezi için İstanbul’un uygun olmadığı ve İttihatçılar hakkında tartışmalar gerçekleşti. Protokoller 22 Ekim’de sona erdi.
Türk Milletinin ve Mustafa Kemal’in Yolu: Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşuna Giden Yolda Önemli Adımlar
İstanbul Hükümeti, Sevr Antlaşması’na gidecek olan delegasyonun kadrosunu 5. Protokolde belirledi. Delegasyon şu isimlerden oluşuyordu: Başkan Tevfik Paşa, askeri delege Ahmet İzzet Paşa, siyasi delege Reşat Hikmet Bey; uzman kadrosunda maliye alanında Hamit Bey, askeri alanda Miralay İsmet Bey, siyasi işlerde Reşit Bey, bayındırlık işlerinde Mühendis Muhtar Bey, denizcilikte Miralay Ali Rıza Bey, istatistikte Refet Bey, tarih alanında Emiri Efendi, hukuk müşaviri olarak Münir Bey, ticaret ve din konularında da uzmanlar bulunuyordu. Diğer taraftan yazı kadrosunda ise Maliye Özel Kalem Müdürü Reşit Saffet Bey, Şevki Bey, Salih Bey, Orhan Bey ve Robert Koleji Türkçe Öğretmeni Hüseyin Bey yer alıyordu.
Heyet-i Temsiliye, 27 Aralık 1919’da Sivas’tan Kayseri üzerinden Ankara’ya ulaşır. Mirliva Mustafa Kemal, Ankara’nın yeni merkez olacağını belirtir. Osmanlı Mebusan Meclisi’nin açılmasına rağmen, 14 Ocak 1920’de Meclis-i Mebusan Riyaseti’ne bir telgraf gönderilir ve Meclis’in toplanmasının önemli olduğu vurgulanır. 19 Ocak 1920’de Atatürk tarafından Misak-ı Milli’nin taslağı çizilir ve Osmanlı Mebusan Meclisi’nde bulunan Müdafaa-i Hukuk grubunun ilk programı belirlenir. 28 Ocak 1920’de Misak-ı Milli, Mebusan Meclisi’nde kabul edilir. 6 Şubat 1920’de Çanakkale Mevkii Müstahkem Kumandanı Miralay Şevket, Ankara 20. Kolordu Kumandan Vekili Mahmut Bey’e Misak-ı Milli Metni ile ilgili bir telgraf çeker. 17 Şubat 1920’de Mebusan Meclisi’nde Misak-ı Milli yeniden dile getirilir.
16 Mart 1920’de İstanbul işgal edilir. Aynı gün Heyet-i Temsiliye Heyeti Katibi Hayati ve Mustafa Kemal, kolordulara İstanbul’un işgaline dair bir telgraf çeker. Manastırlı Hamdi de Mustafa Kemal’e acil bir telgraf gönderir. İngilizler, Şehzadebaşı Karakolu’nu basarak altı neferi şehit eder ve on beş neferi yaralar. İstanbul tamamen işgal altına girer. 22 Nisan 1920’de, Büyük Millet Meclisi’nin 23 Nisan Cuma günü açılacağı duyurulur. 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi açılır ve meclisin en yaşlı üyesi Şerif Bey, Mustafa Kemal tarafından kaleme alınan açılış konuşmasını okur:
Huzzarı kiram! (Muhterem topluluk!): İstanbul’un geçici olarak yabancı kuvvetler tarafından işgal olunduğunu ve bütün temel kurumlarıyla Hilafet makamının ve hükümet merkezinin bağımsızlığının iptal edildiğini biliyorsunuz. Bu duruma baş eğmek, milletimizin zorlanan yabancı köleliliğini kabul etmesi demekti. Ancak tam bir bağımsızlık içinde yaşamak azmine sahip, ezelden beri hür ve serbest olan milletimiz bu köleliği kesinlikle red etmiş ve derhal vekillerini toplamaya başlayarak Yüce Meclisinizi oluşturmuştur. Bu Yüce meclisin en yaşlı üyesi/geçici başkanı sıfatıyla ve ilahi tevfik (başarı) ile, milletimizin iç ve dış tam bağımsızlığı dahilinde mukadderatını bizzat ele aldığını ve idare etmeye başladığını bütün cihana ilan ederek Büyük Millet Meclisi’ni açıyorum. Kendisine bağlı olduğumuz en kutsal (başkanımız olan) bütün Müslümanların Halifesi ve Osmanlıların Padişahı Sultan 6. Mehmet Han Hazretlerinin yabancıların kayıtlarından kurtarılması ve onun ebedi saltanat ve taht merkezi olan İstanbul’umuz ile işgal altında ve türlü zulüm ve facialar içinde maddi ve manevi insafsızca imha edilmekte bulunan bütün mazlum vilayetlerimizin kurtarılması için başarı ihsan buyurmasını Cenab-ı Allah’tan niyaz ederim…
Güney Cephesi
Mondros Mütarekesi’nin ardından Osmanlı topraklarında başlayan işgaller, Güney Cephesi’nde de etkisini göstermiştir. Bunun üstüne İngiliz ve Fransız kuvvetlerinin bölgeyi işgal etmeleriyle önemli bir direniş hareketi başlamıştır. Bu süreç, Mustafa Kemal Paşa’nın liderliğindeki milli mücadele hareketinin güçlenmesini sağlamıştır. Anadolu’da bağımsızlık ateşinin daha da alevlenmesine neden olmuştur. Özellikle Maraş, Urfa ve Antep gibi şehirlerde halkın kendi özgürlük ve bağımsızlığı için verdiği mücadele, bölgenin tarihinde dönüm noktası olmuştur. Fransızlar ve onlarla işbirliği yapan Ermeni milis kuvvetlerine karşı verilen bu mücadele, bölge halkının direniş ruhunu ve milli birlik bilincini pekiştirmiş, Türk Kurtuluş Savaşı’nın başarısına önemli katkılarda bulunmuştur. Bu dönem, aynı zamanda Mustafa Kemal Paşa’nın milli mücadele stratejilerinin etkinliğini ve Anadolu halkının bağımsızlık yolundaki kararlılığını gösteren önemli bir dönem olarak tarihe geçmiştir.
Maraş Savunması
Tarih 28 Ocak 1920 idi. Mustafa Kemal Paşa Güney Cephesi’ndeki tüm birliklere “Fransız işgaline karşı taarruz” emri verdi. Bunun ardından Maraş’ta tansiyon doruğa ulaştı. Kentin önde gelen isimlerinden bazılarının tutuklanması, zaten gergin olan durumu kızıştırdı. 21 Ocak’tan itibaren süregelen çatışmalar, tam anlamıyla bir savaş alanına dönüştü. Maraş savunması, yaklaşık 3.000 kişilik yerel ve bölgeden gelen destek kuvvetlerin mücadelesiydi. Sonuçta, Yüzbaşı Polat ve Teğmen Kara Hasan liderliğindeki müfrezeler, şehri cesaretle savundular.
Fransız kuvvetleri ve yanlarında savaşan 2.000 kişilik Ermeni birliğiyle birlikte 4.500’e ulaşmıştı. Ancak, Türk mahallelerinin yıkıma uğradığı, açlık ve sefaletin halkı sardığı bu zorlu günlerde, General Quarette’nin ani bir kararla Maraş’ı terk etmesiyle durum değişti. Türk güçleri, çekilen Fransızları Islahiye’ye kadar takip etti ve onlara ağır kayıplar verdirdi. Bu mücadelede 200 yurttaşımız şehit oldu. Fakat kazanılan bu zafer, Milli Mücadele’nin ilk büyük başarısı olarak tarihe geçti. Maraş Savunması, Türk milletinin bağımsızlık yolundaki kararlılığının ve cesaretinin sembolü haline geldi.
Urfa Savunması
1919 yılının sonlarıydı. Türk milli mücadelesinin kritik cephelerinden biri olan Urfa’da, Ali Saip (Ursavaş) Bey liderliğinde bir direniş hareketi başlamıştı. Kayseri’deki bir toplantıda Ali Fuat Paşa tarafından “Namık” kod adıyla görevlendirilen Yüzbaşı Ali Saip, 10 Aralık 1919’da Urfa’ya ulaşarak hemen yerel çeteleri bir araya getirmeye ve güçlü bir Kuvay-ı Milliye gücü oluşturmaya başladı. İlk etapta yerel aşiretlerin desteğini aldı. Ancak son anda vazgeçmeleri nedeniyle 18 Ocak 1920’de planlanan saldırı yapılmadı.
Daha sonra, Ali Saip Bey, Diyarbakır ve Siverek’ten aldığı takviyelerle Şubat ayında Urfa’ya geri döndü. Bunun sonucunda 1.500 kişilik bir milis alayı kurmayı başardı. 7 Şubat 1920’de Urfa’daki Fransız birliklerine kenti 24 saat içinde terk etmeleri gerektiğini bildiren bir nota gönderdi. Fakat Fransız komutanın oyalama taktiklerine karşı sabırlı kalmayan Ali Saip Bey, 9 Şubat gecesi saldırı emri verdi. Fransızlar, üstünlük sağlayamayınca yüksek kesimlerdeki bir Ermeni mahallesine gerilemek zorunda kaldılar. Türk güçlerinin ağır silah eksikliği nedeniyle mücadele bir süre daha devam etti. Ancak 10 Nisan 1920’de Fransız birlikleri Urfa’yı terk ederek Cerablus’a çekildiler. Bu direniş, Urfa’nın ve dolayısıyla Türk milli mücadelesinin önemli bir dönüm noktasını teşkil etti.
Adana Savunması
Fransızların Adana bölgesine gelmeleri, buradaki Ermeni taşkınlıklarını artırdı. Fransızlar, şehir güvenliğini sağlamak amacıyla Adana’da bir Ermeni’yi polis müdürü olarak atadılar. Bu atama, ortamı daha da gerginleştirdi. Fransızların desteğini alan Ermeniler, yerleşim birimlerine baskınlar düzenleyip, yağmalayıp, yakıp yıktılar. Halk, bu durum karşısında Toroslar’a gerilemek zorunda kaldı. Fransız işgali, Pozantı’ya kadar uzuyordu.
Pozantı ve çevresinde, Fransız kuvvetleriyle Kuvay-ı Milliye arasında çetin muharebeler gerçekleşiyordu. 11. tümenin desteğiyle Kuvay-ı Milliye, Fransızlara büyük darbeler indirdi. Ek olarak bir Fransız taburunu, komutanlarıyla birlikte esir aldı. 28 Mayıs 1920’de Osmaniye’yi işgal eden Fransızlar, karşılaştıkları sert direniş nedeniyle mütareke talep etmek zorunda kaldılar. Ancak mütareke şartlarına uymadıkları için çatışmalar sürdü. 19 Temmuz 1920’de Mersin ve civarının kumandanı Şemseddin Bey’in taarruzları, Fransızları ağır kayıplara uğrattı.
26 Haziran 1920’de kurulan cephe teşkilatı sayesinde, Fransızlara karşı askeri faaliyetler daha etkili oluyordu. Bu çabalar, bölgedeki Ermeni hayallerinin kesinlikle bertaraf edilmesini ve Kozan (Sis) ile Saimbeyli (Zeytun) bölgesindeki Ermeni direnişinin yok edilmesini sağladı. 20 Ekim 1921’de imzalanan Ankara Antlaşması ile Güney Cephesi resmen kapandı.
Doğu Cephesi
Mondros Mütarekesi’nden sonra Ermeni olayları yeni bir boyut kazanmıştı. Mütarekeden hemen önce I. Dünya Savaşı’nın Doğu Anadolu’da şartlar Türkler lehine değişmişti. Rusya’da 1917 İhtilali gerçekleşti. Bunun sonucunda Çarlık ordularının odağı tamamen iç olaylara yönelmişti. Doğu’da tekrar toparlanarak harekete geçen Türk kuvvetleri Doğu Anadolu’yu tamamen Rus işgalinden kurtardı. Daha sonra bugünkü Azerbaycan’ın başkenti Bakü’ye kadar ilerlediler. Bu arada Bolşevikler Çarlık sistemini yıktılar. Daha sonra, 3 Mart 1918 tarihinde Brest – Litowsk Antlaşması’nı imzalayarak savaştan çekildiler.
Bu antlaşma ile Bolşevik hükümet, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonucu Rusya’nın eline geçen Kars, Ardahan ve Batum (Elviye-i Selase) bölgelerinin geleceğinin, yapılacak bir referandum ile bölge halkının tercihine bırakılacağını kabul etti. Referandum sonucunda bu bölgeler, Osmanlı sınırlarına yeniden dahil oldu. Ancak, 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi’nin 11. maddesi uyarınca, Osmanlı kuvvetlerinin savaş öncesi sınırlarına çekilmesi gerekiyordu. Madde aynen şu şekilde belirtiyordu: “İran’ın kuzeybatısındaki ve Güney Kafkasya’daki Osmanlı kuvvetleri, savaştan önceki hudutlara çekilecektir.” Bu madde uyarınca yapılan çekilme sonrası, Kars, Ardahan ve Batum tekrar Osmanlı Devleti’nin sınırları dışında kaldı.
O dönemde bölgeye komutan olarak atanan Yakup Şevki Paşa, kuvvetlerinin geri çekilmesini bilinçli olarak yavaşlatıyordu. Aynı zamanda, bölge halkının kendi savunmalarını organize edebilmeleri için onları teşkilatlandırıp silahlandırmaya yönelik çabalar içindeydi. Ancak Paşa’nın bu girişimlerini İngilizler takip ediyordu..
Yakup Şevki Paşa’nın desteklediği girişimlerle, 17-18 Ocak 1919 tarihlerinde Cenub-i Garbi Kafkas Hükümeti kuruldu. Bu yerel yönetim birimi, bölgenin idaresini kısa bir süre için ele aldı. Fakat İngilizlerin müdahalesiyle çok geçmeden dağıtıldı. Böylece İngilizlerin bölge üzerindeki kontrolünü pekişti. Bunun sonucunda Kars ve Ardahan başta olmak üzere, stratejik öneme sahip bölgeler Ermeni yönetimine bırakıldı. Bu gelişme, 13 Nisan 1919 tarihinde gerçekleşti.
Kafkas Jeopolitiği ve Doğu Anadolu’nun Savunması: Kazım Karabekir Paşa’nın Liderliğindeki Mücadele
Kafkaslardaki bu yeni durumu, Mayıs 1919’da Erzurum’daki XV. Kolordu Komutanlığı’na atanan Kazım Karabekir Paşa yakından takip ediyordu. Kars ve yöresinin kurtarılmasını planlıyordu. İngilizlerin desteklediği Ermeniler, bölgede kendi durumlarını güçlendirmek için yörenin savunmasız Türk – Müslüman ahalisine akla, hayale gelmeyecek zulüm ve işkence uyguluyordu. Zira, yöre halkı 1919 yılından 1920 yılının Eylül ayına kadar pek çok çile çekmişse de bölgedeki XV. Kolordu ve onun büyük komutanı Kazım Karabekir Paşa Ermenilere karşı Türkler için kurtarıcı olmayı başaracaktı.
Mondros Mütarekesi’nin 24. maddesi adeta Doğu Anadolu’da Ermeniler için tasarlanan toprakların sınırlarını çiziyordu. Ancak İngilizlerin desteğine güvenen Ermeniler, kendileri için tasarlanan bu topraklarda da yetinmiyorlardı. Bu amaçla, 1919’un başlarında, Paris’te toplanan İtilaf Devletleri’ne barış görüşmeleri sırasında taleplerini iletiler. 24 Şubat 1919’da Paris Barış Konferansı’na başvuran Ermeniler, Doğu Anadolu’nun geniş bir bölümünü kapsayan topraklar talep ettiler. Ancak bu bölgede, önerilen bağımsız bir Ermenistan devletinin kurulması için, demografik veya siyasi açıdan Ermenilere lehine bir durum bulunmamaktaydı. İtilaf Devletleri bu gerçeği bilmesine rağmen, kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmeyi seçtiler.
Mütarekeden sonra Ermeniler hakkında İngizlerin düşüncesi, Doğu Anadolu’da Amerika’nın mandasında bir Ermenistan oluşturmaktı. Sınırları başkan Wilson tarafından çizilecek olan Ermenistan’ın Akdeniz ve Karadeniz’e çıkış kapıları olacaktı. Bu konuda İngilizlerin ısrarlı tutumları üzerine Amerika, olayları ve durumu yerinde incelemek ve ona göre hareket etmek üzere bölgeye General Harbord başkanlığında 46 kişilik bir heyet gönderdi. Bu heyetin incelenmesi sonunda “Türk olsaydım ben de ancak Kuvay-ı Milliyeciler gibi hareket ederdim.“ deme sağduyusunu gösteren Harbord, tespit ettiği gerçekleri bir rapor halinde Amerika’da ilgililere sunmuştu. Bu raporda, Doğu Anadolu’da Ermenilerin hiçbir zaman nüfus çoğunluğunu oluşturmadığı, buralarda da bir Ermeni devletine izin verecek olursa mutlu bir azınlığın mutlak çoğunluğa hükmetmesine sebep olunacağına işaret edildikten sonra Türklerin Ermenileri tehdit ettiklerine dair herhangi bir hareketleri görülmediği açık bir biçimde belirtilmiştir.
Doğu Cephesi’nde Türk-Ermeni Çatışması: Kazım Karabekir Paşa’nın Diplomatik ve Askeri Stratejileri
Bütün bu gerçeklere rağmen İngilizler ve Ermeniler kendilerine göre hareket etmeyi daha uygun buldular. Bununla birlikte İngiltere’nin çabaları ve baskısı sonunda diğer İtilaf Devletleri de ikna oldu. Bunun sonucunda Sevr Antlaşması’na Ermeni Devleti’nin kurulmasını öngören bir hüküm kondu. Osmanlı hükümetine kabul ettirdikleri bu antlaşmayla İtilaf Devletleri Anadolu’yu gönüllerince paylaştılar.
Olup bitenleri daha mütareke imzalandığı günlerde sezen Türk aydınları tehlikeye maruz yurt köşelerinde halkı teşkilatlandırmak üzere milli teşekküller oluşturmuşlardı. Bu anlamda Ermenilik ve Kürtçülük tehlikesine karşı Aralık 1918’de kurulan Vilayet-i Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti’nin çalışmaları Anadolu’daki bütün milli teşekküllerin 1919 yılının ikinci yarısında Mustafa Kemal’in öncülüğünde birleştirilerek daha aktif hale geldi. 23 Nisan 1920 tarihinde BMM açılıp, yeni bir hükümet oluşmuş oldu. Bununla birlikte Ermenilere ve Ermeni isteklerine karşı yürütülen mücadele de yeni bir safhaya girdi.
Ermeni faaliyetlerini bölgede bulunduğu ilk günlerden itibaren dikkatle takip eden XV. Kolordu Komutanı Kazım Paşa, Mart 1920’de Erivan Cumhuriyeti’ne uyarıda bulundu. Ermenilerce yürütülen katliama son verilmesini, zarara uğrayan Türk – Müslüman ahalinin zararlarının tazmin edilmesini istedi. Meclis açıldıktan sonra XV. Kolordu Komutanlığı Doğu Cephesi Komutanlığı’na çevrilerek kuvvetlerine sayı desteği sağladı. Ancak hemen askeri harekata geçilemedi.
Milli Mücadele’ye başkarken BMM Hükümeti, Sovyetlerin desteğine büyük önem veriyordu. Aslında BMM Hükümeti’ni desteklemek büyük sloganlarla ortaya çıkan Sovyet idarecilerinin de hesabına uygun geliyordu. Ama aynı zamanda Sovyet hükümeti Ermenileri de memnun etme çabası içindeydi. Bunu anlayan BMM hükümeti de tavrını ortaya koymak zorunda kaldı.
Kazım Karabekir Paşa’nın Diplomatik ve Askeri Stratejileri
Ermeni kuvvetlerinin Erzurum önlerine kadar ilerlemişti. Bunun üzerine Ankara’daki Bakanlar Kurulu Doğu Cephesi Komutanlığı’na Ermenilere karşı harekete geçilmesini bildirdi. Ardından 28 Eylül 1920 tarihinde Türk ordusu karşı harekete geçti. Nihayetinde, 29 Eylül 1920 tarihinde Sarıkamış’ı, 30 Ekim 1920 tarihinde de Kars’ı kurtardı.
1 Kasım 1920 tarihinde kendilerine BMM hükümeti bir barış teklifi sundu. Fakat, İtilaf Devletleri’nin desteğine güvenen Ermeniler kabul etmek istemediler. Bunun üzerine tekrar harekete geçen Türk ordusu, 7 Kasım 1920’de Gümrü’ye girdi. Ankara, mütareke için yeni şartlar ileri sürdü. En sonunda Ermeniler, Türk ordusunun yeni harekatı karşısında bütün ümitlerini yitirdiler. 17 Kasım 1920’de mütarekeye razı oldular. 18 Kasım 1920’den itibaren barış görüşmeleri başladı. Müzakereler sonunda 2 – 3 Aralık 1920 tarihinde Gümrü Antlaşması yapıldı. Böylece BMM’yi ilk tanıyan ülke Ermenistan oldu ve bu Meclis Hükümeti’nin ilk diplomatik zaferi oldu.
Mütareke hükmü gereği 30 Ekim 1918 tarihinden sonra Türk kuvvetleri, Kars, Ardahan ve Batum’u boşalltı. Ardahan ve Artvin yöresini de Gürcüler işgal etmişlerdi. Ermeniler Gümrü Antlaşması ile Türk topraklarından çıkartılırken, Gürcüler halen Ardahan ve Artvin yöresindeki işgallerini sürdürüyorlardı. Bolşevikleri 19 Şubat 1921 tarihinde Gürcistan’a savaş ilan ettiler. Sonrasında Kazım Karabekir Paşa Tiflis’e bir ültimatom verdi. Gürcülerden Ardahan ve Artvin’in boşaltılmasını istedi. Zor durumda kalan Gürcüler, Türk ordusu karşısında tutunamayacaklarını anlayınca derhal söz konusu iki yerleşim birimi ve çevresini 23 Şubat 1921 tarihinde Türk kuvvetlerine terk ettiler. Hatta Türk kuvvetleri 11 Mart 1921 itibariyle Batum’a kadar ilerledi. Ancak BMM hükümetinin siyasi dengeleri göz önünde bulundurma mecburiyetinden dolayı Türk kuvvetleri 28 Mart 1921 tarihinde Batum’u tahliye etmek zorunda kaldı.
Kafkaslar’da Bolşevikler büyük ölçüde idareyi ele aldılar. Türk ordusunun da Batı Cephesi’nde Yunan kuvvetlerini Sakarya Meydan Muharebesi ile kesin yenilgiye uğrattılar. Bu durumlardan sonra BMM hükümeti, Sovyet hükümeti ile Kars Antlaşmasını imzaladı. Bu antlaşmayla doğu sınırlarımız şeklini aldı.
İstanbul’un İşgali
Bu sabah Şehzadebaşı’ndaki Mızıka Karakolu’ nu İngilizler basıp oradaki askerlerle İngilizler çarpışarak neticede şimdi İstanbul’u işgal altına alıyorlar. Malumat arz ederim. -Manastırlı Hamdi
Mustafa Kemal 16.03.1920 tarihinde Ankara’da iken böyle bir telgraf, kendisine İstanbul’un işgalini bildiriyor. Manastırlı Hamdi Efendi, Edirne’de merkezlerin hazırlandığını bildirirken, Mustafa Kemal Paşa, Mebusan Meclisi ile ilgili durum hakkında bilgi sormaktadır. Sonuçta, Hamdi Efendi, Mebusan Telgrafhanesi’nin çatışmada olduğunu ve 14. Kolordu Kumandanı’nın hazır olduğunu belirtmiştir.
Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’daki mevcut durumu bütün ilgili komutan ve mevkiilere duyurmuştur. Aynı gün, İngilizlerin karakolu ve Harbiye Nezareti’ni, Tophane’yi ve Harbiye Telgrafhanesi’ni işgal ettikleri paylaşılmıştır. Sonucunda şehit ve yaralılar vardır. İngiliz bahriye efradının rıhtımdan çıkarıldığı ve şehirde olağanüstü bir durumun yaşandığı bildirilmiştir. Ayrıca, İstanbul’da iletişim ve ilişkilerde dikkatli olunması gerektiği vurgulanmaktadır.
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Heyeti, tüm ilgili yerlere, özellikle valilere ve mutasarrıflara, İstanbul’daki mevcut durum ve alınması gereken tedbirler hakkında bilgilendirme yapmıştır. İstanbul’un bağlantısının kesilmesi ve İngilizlerin diğer stratejik noktaları ele geçirme ihtimaline karşı uyanık olunması istenmiştir. Ayrıca, bölgedeki tüm Müdafaa-i Hukuk heyetlerine durumun iletilmesi ve kararlı adımlarla müdafaa edilmesi gerektiği belirtilmiştir.
Şimdi, Mustafa Kemal’in İstanbul’un İtilaf Devletleri tarafından işgal edilmesine ilişkin yazdığı telgrafların orijinal metini okuyacaksınız. Dahası parantez içinde günümüz Türkçesiyle yeniden yazılmış hallerini de metinler içerisinde bulabileceksiniz.
Mustafa Kemal tarafından Kaleme Alınan Telgraflar
Mustafa Kemal Tarafından, Bütün Valilere ve Mutasarrıflara:
Bu sabah İngilizler, Dersaadet’te Şehzadebaşı Karakolu’nu basarak altı neferimizi şehit ve on beş neferi yaralandıktan sonra belirtilen karakolu ve bir taraftan da Harbiye Nezareti’ni ve Tophane’yi ve bütün telgrafhaneleri işgal ederek payitahtın Anadolu ile bağını kesmişlerdir. İngilizler rıhtıma bahriye efrad çıkarmaya devam etmişlerdir. İzmit’e bir torpido ile gelen bir İngiliz, 1. Fırka’ya ve mahalli mutassarıfa, Dersaadet’te alınan askeri tedbirlere karşı sükunetin muhafazasından şahsen mesul olduklarını tebliğ etmektedir. Elde edilecek malumat ve vaziyetin gerektireceği tedbirler hakkındaki görüşümüzü arz edeceğiz. İş bu çalışayım bütün Müdafaa-i Hukuk heyeti merkeziyelerine ve heyeti idarelerine tebliği rica olunur. Hiçbir tarafta, tek tek teşebbüs ve harekette bulunmayarak talihimizi milletin ortak ve azimkârane tedbirleriyle müdafaa hususuna herkesin nazarı dikkatini çekmeyi vatani vazife sayarız.
(Bu sabah, 16 Mart 1920’de, İngiliz güçleri İstanbul’daki Şehzadebaşı Karakolu’na baskın düzenleyerek altı askerimizi şehit etti ve on beş askerimizi yaraladı. Aynı zamanda Harbiye Nezareti, Tophane ve tüm telgrafhaneleri ele geçirerek başkentin Anadolu ile olan bağlantısını kesmişlerdir. İngilizler, İzmit’e bir torpido gemisiyle gelerek yerel yetkililere, Dersaadet’teki askeri önlemlere karşı sükunetin korunmasından kişisel olarak sorumlu olduklarını bildirmişlerdir. Bu olaylar karşısında, tüm yetkililere ve halka, İngilizlerin yanıltıcı telgraflarına ve hareketlerine karşı uyanık olmaları çağrısında bulunuyorum. Elde edilecek bilgiler ve durumun gerektirdiği tedbirler konusunda daha fazla bilgi vereceğiz. Bu durumu tüm Müdafaa-i Hukuk merkezlerine ve idarelere bildirilmesini rica eder, herkesin milletimizin ortak ve kararlı savunma çabalarını desteklemesini vatanî bir görev olarak kabul etmelerini beklerim.)
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti namına,
Mustafa Kemal
Bütün Vilayet ve Kumandanlıklara ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ne
İngilizler, Dersaadet’teli hükümet müesselerini cebren işgal ederek ve telgrafhanelere el koyarak Anadolu ile payitahtın haberleşmesini kesmişlerdir. Bu vaziyet karşısında milletle birlikte Temsiliye’ce vuku bulacak bütün mesaide şimdiye kadar her vesile ile hamiyetini ispat eylemiş bulunan büyük ve küçük, tekmil telgraf memurlarının yardımlarını bekler, İngilizlerin milletimizi aldatmak için çekecekleri telgrafnameler hakkında herkesin nazarı dikkatini çekeriz.
(İtilaf Devletleri’nin İstanbul’daki hükümet binalarını zorla ele geçirmesi ve telgrafhanelere el koyması sonucu, başkentin Anadolu ile olan iletişimi kesilmiştir. Bu durumda, İngilizlerin yanıltıcı mesajlarını dikkate almamanız ve yanlış bilgilendirme yapma teşebbüslerine karşı uyanık olmanız önemlidir. Elde edilecek yeni bilgiler ve alınması gereken önlemler hakkında bilgilendirme yapılacaktır. Bu bilgileri, tüm ilgili Müdafaa-i Hukuk cemiyetleri ve idarelerle paylaşılmasını talep ediyor, herkesin milli birlik ve kararlılıkla hareket etmesini önemle rica ediyorum.)
Heyet-i Temsiliyesi namına
Mustafa Kemal
İstanbul’da İngiliz, Fransız, İtalya Siyasi Temsilcilerine, Amerika Siyasi Temsilcisine Bütün Tarafsız Devletler Hariciye Nezaretlerine ve Fransa, İngiltere, İtalya Meclisi Mebuslarına Verilmek Üzere, Antalya’daki İtalyan Temsilciliğine
İstanbul’da bütün resmi daireler, milli bağımsızlığımızı temsil eden Meclis-i Mebusan dahi dahil olmak üzere İtilaf devletleri askeri kuvvetleri tarafından resmen ve cebren işgal edilmiş ve milli emeller dairesinde hareket eden birçok vatanperver şahısların tutuklanmasına da teşebbüs olunmuştur. Osmanlı milletinin siyasi hakimiyet ve hürriyetine havale edilen bu son darbe, hayat ve mevcudiyetini ne pahasına olursa olsun müdafaa etmeye azmetmiş olan biz Osmanlılardan ziyade, yirminci medeniyet ve insaniyet asrının mukaddes saydığı bütün esaslara hürriyet, milliyet, vatan hissiyatı gibi bugünün insanlık cemiyetlerine esas olan bütün ilkelere ve bu ilkeleri vücuda getiren genel insanlık vicdanına aykırıdır.
(İstanbul’da, milli bağımsızlığımızı temsil eden Meclis-i Mebusan dahil olmak üzere, tüm resmi daireler İtilaf Devletleri’nin askeri kuvvetleri tarafından zorla ve resmi olarak işgal edilmiştir. Aynı zamanda, milli emeller doğrultusunda hareket eden pek çok vatanseverin tutuklanmasına girişilmiştir. Bu son saldırı, Osmanlı milletinin siyasi bağımsızlığına ve özgürlüğüne yapılmış bir darbedir ve sadece biz Osmanlılar için değil, yirminci yüzyıl medeniyet ve insanlık değerlerinin tüm kutsal kabul ettiği ilkeler için de bir tehdittir.)
Biz, haklarımızı ve bağımsızlığımızı müdafaa ettiğimiz için giriştiğimiz mücadelenin kutsiyetine inanmış ve hiçbir kuvvetin bir milleti yaşamak halkından mahrum edemeyeceğine kaniyiz. Tarihin bugüne kadar kaybetmediği bir suikast teşkil eden ve Wilson prensiplerine dayanan bir mütarekenin milleti müdafaa vasıtalarından tecrit etmiş olmasından Doğan bir hileye de dayanmak hasebiyle ait oldukları milletlerin şeref ve haysiyetiyle dahi uyuşması mümkün olmayan bu hareketin mahiyetinin takdirini resmi Avrupa ve Amerika’nın değil ilim, irfan ve medeniyet Avrupa ve Amerika’sının vicdanına bırakmakla yetinir ve bu hadiseden doğacak büyük tarihi mesuliyete son defa bir daha herkesin nazarı dikkatini çekeriz. Davamızın meşruiyet ve kutsiyeti bu müşkül zamanlarda Cenab-ı Hak’tan sonra en büyük yardımcımızdır.
(Biz, haklarımızı ve bağımsızlığımızı savunmak için yürüttüğümüz mücadeleye duyduğumuz inançla, hiçbir gücün bir milletin yaşam hakkını engelleyemeyeceğine kesinlikle inanıyoruz. Wilson prensiplerine dayanarak yapılan bir anlaşmanın, milleti savunma araçlarından mahrum bırakması sonucu ortaya çıkan bu hileye dayanarak, bu eylemin şeref ve onura uygun olmadığını, ve bu olayın doğuracağı büyük tarihi sorumluluğu Avrupa ve Amerika’nın resmi kurumlarının değil, bilim, irfan ve medeniyetin vicdanına bırakıyoruz. Davamızın meşruiyeti ve kutsallığı, bu zor zamanlarda Allah’tan sonra en büyük destekçimizdir.)
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti
Heyet-i Temsiliyesi namına, Mustafa Kemal
Bütün Kumandanlara, Vali ve Mutasarrıflara ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerine, Belediye Riyasetlerine, Matbuat Cemiyeti’ne
İtilaf devletlerinin şimdiye kadar memleketimizi taksime yol bulmak için giriştikleri muhtelif tedbirler malumdur. Evvela: Ferit Paşa ile anlaşarak milleti müdafaasız bir halde yabancı idaresine esir etmek ve memleketin muhtelif mühim kısımlarını galip devletlerin sömürgelerine ilave eylemek düşünülmüştü. Kuvay-ı Milliye’yi genel milli yardım ile bağımsızlığı müdafaa hususunda gösterdiği azim ve metanet, bu tasavvuru alt üst etti. İkinci olarak Kuvay-ı Milliye’yi aldatmak ve onun müsaadesiyle Doğu’da bir üstünlük siyaseti takip etmek için Heyet-i Temsiliye’ye müracaat edildi. Heyet, milletin bağımsızlığını ve memleketin bütünlüğünü temin etmedikçe ve özellikle işgal sahalarının tahliyesine teşebbüs olmadıkça hiçbir türlü görüşmeye yanaşmadı. Üçüncü olarak Kuvay-ı Milliye ile hareket birliği eden hükümetlerin icraatına müdahale etmek suretiyle milli birliği sarsmak ve hainane muhalefetleri teşvik ve cüretini artırmaya sevk eylemek yolu takip olundu. Milli birliğin teşkil ettiği metanet ve dayanışma karşısında bu saldırılar da eridi. Dördüncü olarak memleketin mukadderatı hakkında endişe verici kararlar alınmaya başlandı. Namus ve memleket müdafaası uğrunda her fedakarlığı göze almış olan Osmanlı milletinin azim ve iradesi önünde bu tehditler dahi fayda vermedi. Nihayet bugün, İstanbul’u cebren işgal etmek suretiyle Osmanlı Devleti’nin yedi yüz senelik hayat ve hakimiyetine son verildi. Yani bugün Türk milleti, medeni kabiliyetinin hayat hakkının ve bağımsızlığının ve bütün geleceğinin müdafaasına davet edildi. İnsanlık dünyasının tekdir nazarları ve İslam aleminin kurtuluş emelleri, hilafet makamının yabancı tesirlerden kurtarılmasına ve milli bağımsızlığımızın büyük mazimize layık bir iman ile müdafaa ve yemine bağlıdır. Giriştiğimiz bağımsızlık bir vatan mücadelesinde Cenab-ı Hak’tan yardımı ve inayeti bizimledir.
(İtilaf Devletleri’nin şimdiye kadar ülkemizi parçalama amacıyla gerçekleştirdikleri çeşitli girişimlerin bilincindeyiz. İlk olarak, Ferit Paşa ile yapılan anlaşma aracılığıyla, milletimizi savunmasız bırakarak yabancı yönetimine teslim etme ve ülkemizin önemli bölümlerini galip devletlerin kolonilerine katma planı yapıldı. Ancak, Kuvayı Milliye’nin genel milli destekle bağımsızlığı savunma konusundaki kararlılığı, bu planı bozmuştur. İkinci olarak, Kuvayı Milliye’yi yanıltmak ve onun yardımıyla Doğu’da üstünlük politikası izlemek amacıyla Heyet-i Temsiliye’ye başvurulmuştur. Heyet, milletin bağımsızlığını ve ülkenin bütünlüğünü sağlamadan ve özellikle işgal altındaki bölgelerin boşaltılmasına yönelik adımlar atılmadan herhangi bir görüşmeye yanaşmamıştır. Üçüncü olarak, Kuvayı Milliye ile iş birliği yapan hükümetlerin icraatına müdahale ederek milli birliği sarsma ve düşmanca muhalefeti teşvik etme yoluna gidilmiştir. Milli birliğin sağladığı direnç ve dayanışma bu saldırılara da direnmiştir. Dördüncü olarak, ülkenin kaderi hakkında endişe verici kararlar almaya başlanmıştır. Namus ve vatan savunması uğruna her türlü fedakarlığı göze alan Türk milletinin azim ve kararlılığı bu tehditleri de etkisiz kılmıştır. Nihayet bugün, İstanbul’un zorla işgaliyle, Osmanlı Devleti’nin yedi yüz yıllık varlığına ve hakimiyetine son verilmiştir. Bugün Türk milleti, medeni yeteneklerinin ve bağımsızlığının savunulması için çağrılmıştır. İnsanlık dünyasının ve İslam aleminin gözü önünde, hilafetin yabancı etkilerden arındırılması ve milli bağımsızlığımızın büyük geçmişimize yakışır şekilde savunulması gerekmektedir. Bağımsızlık ve vatan mücadelemizde Cenab-ı Hak’tan aldığımız destekle, hedeflerimize ulaşacağımıza inancımız tamdır.)
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti
Heyet-i Temsiliyesi namına
Mustafa Kemal’in Yolu; Mürekkep ve Barutla Yoğrulan Yıllar – Sonuç
Mustafa Kemal Atatürk’ün kaleme aldığı telgraflardan dahi, kendisinin vatanını kararlılık ve azimle savunma isteği anlaşılabilmektedir. Bu yazımızda geçen olayların devamında neler olduğunu öğrenmek isterseniz “Bağımsızlığın Şafağı; Mustafa Kemal’in Yolu” başlıklı yazımız ile okuma serüveninize devam etmenizi tavsiye ederiz.
Kaynakça
- Erdogan, S. (2023). Dakikalar İçinde Milli Mücadele – Anında Açıklanan 200 Tarihi Olay ve Kavram. Kronik Kitap.
- Safran, M., Hayta, N., Çakmak, M. A., Dönmez, C., & Şahin, M. (2013). Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi. Okutman Yayıncılık.
- Ortaylı, İ. (2023). Dakikalar İçinde Atatürk ve Dünyası – Askeri, Siyasi ve Özel Hayatı. Kronik Kitap.
- Erim, N. (1953). Devletlerarası Hukuku ve Siyasi Tarih Metinleri: Osmanlı İmparatorluğu Andlaşmaları. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi.
- Kaynak Yayınları (Der.). (2008). Atatürk’ün Bütün Eserleri (Vol. 16). Kaynak Yayınları.
- Kaynak Yayınları (Der.). (2008). Atatürk’ün Bütün Eserleri (Vol. 1). Kaynak Yayınları.
- Atay, F. R. (1955), Babanız Atatürk. Pozitif Yayınları.
- Akyüz, Y., Kocatürk, U., Bozkurt, G., Güneş, İ. Kürkçüoğlu, Ö., Aybars, E., Çağan, N., Ergun, M., Bilim, C., & Genç, N. (2010). Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi. Yükseköğretim Kurulu.
- Kemal, G. M. (1927). Nutuk. Yapı Kredi Yayınları.