Site icon Sapiens Medya

Kıbrıs Barış Harekatı: Atilla’nın Kılıcı Emperyalizme Karşı

kıbrıs, kıbrıs barış harekatı, kıbrıs adası, türk askeri kıbrısta, kıbrıs barış, zeytin dalı, kuzey kıbrıs türk cumhuriyeti, kktc, kktc bayrağı, kıbrıs paraşütçü, kıbrıs çıkarması

Kıbrıs, tarih boyunca birçok medeniyete kavşaklık etmiştir. Stratejik konumu nedeniyle her daim büyük güçlerin ilgi odağı olmuştur. Ancak bu seçkin ada toprakları üzerinde bazı haklar iddia edilmiştir. Söz konusu haklar uğruna çeşitli diplomatik manevralar gerçekleştirilmiştir. Bu durum, Kıbrıs’ı bir Türk yurdu olmaktan uzaklaştırıp İngiliz ve Yunan hâkimiyetine sürüklemeye başlamıştır. Bu yazımızda garantör devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin, Ada üzerindeki haklarını korumak ve adadaki Türk varlığını güvence altına almak için verdiği askeri ve diplomatik mücadelenin destansı öyküsünü ele alacağız. Kıbrıs Barış Harekâtı; sadece bir askeri operasyon değildir. Aynı zamanda emperyalist güçlere karşı Atilla’nın kılıcı misali kararlılıkla savunulan bir hak ve adalet mücadelesidir. Gelin, birlikte Kıbrıs’ın tarihindeki bu önemli dönemeçte yaşananlara bir yolculuk gerçekleştirelim. İnsanlığa ve barışa olan bir yolculuk…

Kıbrıs Barış Harekâtı ve Türklerin diğer önemli dönüm noktalarını kapsayan içeriklerimiz için Tarih kategorimizi inceleyebilirsiniz.

Akdeniz’in Jeopolitik Açıdan Önemli Adası Kıbrıs’ın Ön Tarihçesi

Kıbrıs, tarih boyunca konumu itibarıyla birçok medeniyetin ilgisini çekmiştir. Ada; Antik Mısır, Asur, Pers ve Roma İmparatorlukları tarafından yönetilmiştir. Ortaçağ’da Bizans İmparatorluğu’nun bir parçası olan Kıbrıs, 1191 yılında İngiltere Kralı I. Richard tarafından fethedilmiş ve ardından Lusignan Krallığı’na devredilmiştir. 1489 yılında Venediklilerin kontrolüne geçen ada, 1571 yılına kadar Venedik yönetiminde kalmıştır. [1] [2] [3]

 Neolitik ve Geç Bronz çağları arasında Kıbrıs’taki yerleşim yerlerini gösteren harita.

Osmanlı İmparatorluğu, Kıbrıs’ı 1 Ağustos 1571 tarihinde fethetmiştir. Böylelikle Ada, ilk kez Türk toprağı hâline gelmiştir. Türklerin bu adadaki egemenliği yaklaşık 307 yıl sürmüştür. [4] [5]

Kıbrıs Sözleşmesi, Kıbrıs Antlaşması veya Kıbrıs Konvansiyonu; 4 Haziran 1878 tarihinde imzalanmıştır. Bu gizli antlaşma, Berlin Antlaşması ile Birleşik Krallık’ın Osmanlı İmparatorluğu’na destek vermesi karşılığında Kıbrıs adasının yönetiminin geçici olarak Büyük Britanya’ya devredilmesini öngörüyordu.

Bu antlaşmaya göre Rus İmparatorluğu Osmanlı İmparatorluğu’nun Asya’daki topraklarını ele geçirmeye kalkarsa Birleşik Krallık, silahlı olarak Osmanlı’ya yardımcı olacaktı. Ayrıca ada; Osmanlı Padişahı adına yönetilecek ve Osmanlı İmparatorluğu ada üzerinde din, eğitim ve adalet kurumlarından sorumlu olmaya devam edecekti. Lakin bu durum uzun sürmedi. 12 Temmuz 1878’de Birleşik Krallık bayrağı Lefkoşa burçlarına çekilerek adada İngiliz yönetimi resmen başladı. İngilizler, adayı yüksek rütbeli yöneticiler olan “Komiserler” aracılığıyla idare etti. 1914 yılında I. Dünya Savaşı’nın patlak vermesi ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Almanya’nın yanında Birleşik Krallık’a karşı savaşa girmesiyle Birleşik Krallık Kıbrıs’ı ilhak ederek doğrudan yönetim altına aldı ve adaya vali atadı. [6]

Kıbrıs, Kitab-ı Bahriye‘de (1521) en geniş yer verilen coğrafyalardan biridir. Piri Reis, adanın o dönemdeki jeopolitik önemine vurgu yaparak şöyle başlar:
“Kıbrıs Adası gerçekten diğer adalar gibi değildir. Çünkü bu adanın çevresindeki tüm Anadolu sahilleri, Şam korusu ve İskenderiye kıyıları Müslüman yerlerdir. Ada, bunların ortasında, belirsizlik içinde kalmıştır.”. Belirsizlik içinde kalan bu adanın kaderini Britanya, 12 Temmuz 1878 günü kendi bayrağını çekerek tayın edecektir.

Britanya Kıbrısı Dönemi

İngiliz yönetimindeki Kıbrıs’ı üç ayrı döneme ayırmak gerekir:

1 Temmuz 1878 – 5 Kasım 1914 (Britanya Himayesi)

Bu dönemde Kıbrıs Adası, Britanya İmparatorluğu’nun himayesi altındaydı. Hatırlayacak olursak 1878’de Osmanlı İmparatorluğu ile yapılan anlaşma sonucunda adanın yönetimi Britanya’ya bırakılmıştı. Ancak Kıbrıs, resmi olarak Osmanlı toprağı olarak kalmaya devam etti. 5 Kasım 1914’te Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle Britanya adayı resmen ilhak etti. Britanya’nın adaya vali ataması bu durumun önemli bir kanıtıdır.

Önceki bölümde sözünü ettiğimiz üzere Kıbrıs, Osmanlı İmparatorluğu ile Britanya arasında imzalanan Kıbrıs Konvansiyonu ile Britanya’nın kontrolüne geçti. Bu anlaşma, Britanya’nın Kıbrıs’ta yönetim haklarını devralmasına neden oldu. 1881 yılında Kıbrıs’ın Britanya yönetimi altında ilk nüfus sayımı gerçekleştirildi. Bu sayım, adadaki demografik yapının daha iyi anlaşılmasını sağladı. İngiliz himayesi, ardından işgali itibarıyla Kıbrıs’taki Türk nüfusu; Rum nüfusa oranla sürekli olarak azalma göstermiştir. 1881 yılında toplam ada nüfusu 186.173 iken Türkler, bu nüfusun %24,42’sini oluşturuyordu. Ancak 1938 yılında ada nüfusu 376.529’a yükseldiğinde Türk nüfusunun oranı sadece %17,65’tir.

Fiilen İngiltere’nin Kolonisi Olarak Kıbrıs

Mülkiyeti İngiltere’ye devredilmemiş olsa da Kıbrıs, fiilen İngiltere’nin kolonisi haline gelmiştir. 12 Temmuz 1878’de Kıbrıs’ın son Türk Valisi olan Besim Paşa, makamını İngiliz Amiral Lord John Hay’e devretmiştir. Baf Kapısı’ndaki Türk Askeri Garnizonu’ndaki Türk bayrağı indirilip yerine İngiliz bayrağı çekilmiştir. Üç yüz yıl boyunca dalgalanan Türk bayrağı indirilirken Rumlar: “Yaşasın İngiltere!” diye bağırarak Enosis (Bu ifade; 1840’larda ortaya çıkan, Bizans İmparatorluğu’nu diriltme amacı taşıyan “Megali İdea” düşüncesi ve politikasının ayrılmaz bir parçasıdır. “Bir ülkenin sınırlarına dahil olma, birleşme, ilhak” anlamına gelmektedir.) isteklerini dile getirmişlerdir.

Adanın idaresini devralan İngiltere, ilk olarak görevdeki Türk memurları görevlerinden uzaklaştırmıştır ve yüksek memuriyetlere Rumları getirmiştir. Bu uygulamanın amacı, hem Türkleri idareden uzaklaştırmak hem de Rumları kendilerine daha fazla bağlayarak adada Türk hâkimiyetine son vermekti. Sonuç olarak ekonomik sıkıntıya düşen Türkler, ellerindeki malları satmak zorunda kalmıştır ve bu mallar Rumlar tarafından satın alınmıştır. Ticaret ve sanat alanında zaten güçlü olan Rumlar, arazi ve emlakları da ele geçirerek daha da güçlenmişlerdir. Kilise, bu satın almaları desteklemiştir ve Türkleri adadan çıkarmanın en iyi yolunun bu olduğunu belirtmiştir. [6]

Kıbrıs Yüksek Komiserliği Mavi Sancağı (1881-1905)

Yasama Meclisi’yle Artan Türk Ayrımcılığı

1882 yılında oluşturulan Yasama Meclisi, Türk yönetiminde uygulanan eşitlik ilkesini terk etmiştir. Rumlar tarafından bir propaganda platformu olarak kullanılmıştır. Eşitliğin yeniden sağlanması yönünde Türklerin İngilizler nezdinde yaptığı tüm girişimler, Rumların sert tepkisiyle karşılaşmıştır. Avrupa’nın, Girit’in 1898 yılında Osmanlı denetiminden çıkmasını sağlaması, Kıbrıs’taki Enosis yanlıları için büyük bir umut olmuştur. Hayalleri, bir gün Kıbrıs’ın da bu yöntemle Yunanistan’a bağlanmasıydı.

Temmuz 1903’te, Yasama (Kavanin) Meclisi’nin Türklerin bulunmadığı bir toplantısında, Rumlar Enosis lehinde bir karar çıkarmışlardır. Ertesi gün, Türkler bu kararı protesto etmiş ve: “Kıbrıs Adası’nın yönetimi İngiltere tarafından bırakıldığında ada, Osmanlı Devleti’ne geri verilecektir.” şeklinde bir karşı karar çıkarmışlardır. Ancak aynı gece, Rumlar Limasol’da ateşler yakıp gösteriler yaparak Türklere dehşet dolu bir gece yaşatmışlardır. Osmanlı Devleti’nin savaşlar nedeniyle toprak kayıplarındaki artış, süreç içinde Kıbrıs’ta Rumların Enosis taleplerinin giderek artmasına neden olmuştur. Bu gelişmelere rağmen, Türklerin tepkileri devam etmiştir.

Vatan Gazetesi sahibi Bodamyalızade Mehmet Şevki Bey tarafından organize edilen ve binlerce Kıbrıs Türkünün katıldığı üç büyük protesto mitingi gerçekleştirilmiştir. Bu mitingler, Türk halkının Enosis’e (Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması) karşı yaptığı ilk kitlesel gösteri ve ilk örgütlü eylemler olup, Kıbrıs Türk halkının Enosis’e karşı olduğunu tüm dünyaya duyurmuştur.

Mehmet Şevki Bodamyalızade’nin arşivlerde mevcut herhangi bir fotoğrafı bulunmamaktadır. Dolayısıyla burada kızları
Şaziye Şevket Bodamyalızade, Akile Şevket Bodamyalızade ve kızlarının yeğeni Özel Vasıf Hanımlara yer veriyoruz.

1912 yılında, Mandıralar (Hamitköy) adlı Türk köyüne saldırarak ve köy tepelerine “Yaşasın Yunanistan!” diyerek Yunan bayrağı çeken Rum gençleri ile Türk köylüler arasında çatışmalar çıkmıştır. Ardından Leymosun Deniz Panayırı sırasında Türk mahallelerine yönelik saldırılar gerçekleşmiştir. Bu olaylarda ölümler yaşanmıştır ve 1912 olaylarından sonra Rumların faaliyetleri giderek artmıştır. Vatan gazetesinde yayımlanan bir makaleye göre, Rumların amacı Türkleri göçe zorlamaktır. Bu durum, adada gerilimin giderek artmasına neden olmuştur. [6]

5 Kasım 1914 – 6 Ağustos 1924 (Britanya İşgali)

Söz konusu dönem, Britanya’nın “Kıbrıs üzerindeki tam kontrolünü sağladığı işgal dönemi” olarak tanımlanır. Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı’nda yenilmesi ve ardından gelen antlaşmalarla Kıbrıs’ın statüsü resmi olarak değişti ve ada tamamen Britanya yönetimine geçti.

İngiltere’nin Kıbrıs’ı İlhakı (5 Kasım 1914)

I. Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle İngiltere ve Osmanlı İmparatorluğu, karşı ittifaklarda yer aldı. 5 Kasım 1914’te İngiltere, Kıbrıs’ı resmen ilhak etti. Bu hamle, Akdeniz’deki İngiliz donanma hakimiyetini güvence altına almak ve Süveyş Kanalı’nı korumak amacıyla yapıldı. İlhak kararı, İngiltere tarafından Kıbrıs halkına veya diğer uluslararası güçlere danışılmadan, tek taraflı olarak alındı.

İngiliz yönetimi, adanın altyapısını ve yönetimini modernleştirmek için çeşitli reformlar uyguladı. Yeni bir hukuk sistemi getirilmiştir. Kamu hizmetleri iyileştirilmiştir ve adanın ekonomisi geliştirilmiştir. Ancak bu değişiklikler öncelikle İngiliz çıkarlarına hizmet etmek üzere tasarlanmıştır. Halkın ihtiyaçları ve istekleri genellikle göz ardı edilmiştir.

İngilizler, Rumca ve Türkçeyi resmi dil olarak tanıyan çift dil politikasını uygulamaya koydu. Bu politika, Kıbrıslı Rum ve Türk toplumları arasında bir denge sağlamayı amaçlıyordu. Ancak İngilizler, kontrolü sürdürmek için sık sık iki toplumu birbirine düşürdü ve bölünme tohumları ekti. [6]

I. Dünya Savaşı sırasında Kıbrıslı çocuklar.
“Her savaş çocuklara karşı bir savaştır.” – Eglantyne Jebb

Kıbrıs’ta “Garantör Güçler” Kavramı

“Garantör güçler” kavramı, 1960 bağımsızlık anlaşmaları ile ortaya çıkmıştır. Ancak temelleri, İngiliz işgali sırasında atılmıştır. Yunanistan, Kıbrıslı Rumların Enosis (Yunanistan ile birleşme) isteklerini desteklemiştir. Bu aşırı milliyetçi hareket, İngiliz işgali sırasında ivme kazanmıştır. Ardından Kıbrıslı Rumlar ile İngiliz yönetimi arasındaki gerilimin artmasına yol açmıştır.

1910’larda ve 1920’lerde Kıbrıs’ın ve Kıbrıs Türklerinin Durumu

Türkler, İngiltere’nin adayı Yunanistan’a vermesinden endişe duymaktaydılar. İngiltere Dışişleri Bakanı Gray, Kıbrıs’ın Yunanistan’a verilmesi önerisini 16 Ekim 1915’te Atina Büyükelçisi’ne bildirdi. Bu, Türkler arasında İngiltere’ye olan güveni sarstı. Kıbrıs Türkleri, Enosis’e karşı direnirken, İngiliz sömürge yönetiminin baskılarına da direndi. İngilizler, 1916 yılında Kıbrıs’ta bir esir kampı kurdular. Magosa’daki bu kampta, Osmanlı askerleri toplandı. Kıbrıs Türkleri, milli mücadelenin lideri Mustafa Kemal Paşa’nın yanında yer aldı. İngilizlerin engelleme çabalarına rağmen Kıbrıs Türkleri, Anadolu’daki Kurtuluş Savaşı’na destek verdiler.

Kıbrıs Rumları, savaştan sonra Paris Barış Konferansı’nda Enosis kararı aldırmak için Aralık 1918’de Londra’ya giderek kulis çalışmaları yapmışlardır. Bu gelişme karşısında Kıbrıs Türkleri, ulusal bir kongre toplamaya karar vermişlerdir. Kongrenin hazırlayıcıları Müftü Hacı Hafız Ziyai Efendi ile Başöğretmen Mehmet Remzi Okan’dır. Hedeflerinden biri, Kıbrıs Türk Heyeti oluşturarak Paris Barış Konferansı’na katılmaktı, ancak izin verilmemiştir. Yunanlıların Sakarya’da yenilgiye uğratılması ve İzmir’in kurtuluşu Kıbrıs Türklerini sevindirmiştir. 29 Ekim 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu, Kıbrıs Türklerinin de bayramı olmuştur.

Türkiye’nin Kıbrıs’a olan ilgisi, Kıbrıs Türkü azınlığı korumaya ve adanın Yunanistan tarafından ilhak edilmesini önlemeye odaklanmıştı. İngiltere, adadaki stratejik askeri varlığını sürdürmeyi amaçlıyordu. İngiliz hükümeti, yükselen milliyetçi hareketlere karşı temkinliydi ve huzursuzluğu önlemek için hem Kıbrıslı Rumların hem de Kıbrıs Türklerinin çıkarlarını dengelemeye çalıştı.

Kıbrıs Türkleri, İngiliz işgali sırasında karışık bir talih yaşadılar. Başlangıçta, Osmanlı dönemine kıyasla daha fazla siyasi temsiliyet ve ekonomik fırsatlar sağlayan İngiliz reformlarından yararlandılar. Ancak, Yunan milliyetçiliğinin ve Enosis hareketinin yükselişi Kıbrıs Türkleri arasında belirsizlik ve korku yarattı. Kıbrıs Türkleri, artan Kıbrıs Rum milliyetçiliğine tepki olarak farklı bir toplumsal kimlik duruşu geliştirmeye başladılar. Diğer taraftan Kıbrıs Rumları, İngiliz yönetiminden Enosis’i (Yunanistan ile birleşme) talep ettiler. İngilizler bu talepleri: “Adanın durumunda bir değişiklik düşünülmüyor.” şeklinde yanıtladı. İngiltere’nin Kıbrıs’ı ilhak etmesi, Rumların Enosis ümitlerini artırdı. Yunanistan başbakanı Venizelos: “Bu Yunan adasının anavatana katılması için son aşama olarak değerlendirilebilir.” diyerek umut verdi.

Yükselen Sesler ve Yeni Türkiye Cumhuriyeti

Kıbrıs Rumları, Yunanistan’a olan desteklerini yüksek sesle ilan ettiler. Türkiye’nin işgali Enosis’in önündeki son engelin kalkması anlamına geliyordu. Kıbrıs Türkleri ise Kurtuluş Savaşı’nda Anadolu Türklerinin yanında yer aldılar. Diğer taraftan Rumlar, Paris Barış Konferansı’nda Enosis kararı aldırmak için Londra’da kulis çalışmaları yaptılar. Kıbrıs Türkleri ise ulusal bir kongre topladı. Kongrenin hedeflerinden biri, Kıbrıs Türk Heyeti oluşturarak Paris Barış Konferansı’na katılmaktı, ancak izin verilmedi.

Lozan Antlaşması ile Kıbrıs, Misak-ı Milli sınırları dışında kaldı. 1925 yılında İngiltere, Kıbrıs’ı İngiliz Kraliyet sömürgesi olarak ilan etti. Kurtuluş Savaşı süresince Kuvayımilliye’yi destekleyen Kıbrıs Türk halkı, Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin izleyicisi ve Atatürk Devrimleri’nin uygulayıcısı oldu. Ancak, Türkiye adadaki Türklerle ilişkisini kültürel düzeyde tuttu. Mehmet Remzi Okan, Türkiye’deki Ulusal Kurtuluş Savaşı’na verdiği destek nedeniyle öğretmenlik görevinden alındı. 1931 isyanından sonra Türkiye’ye göç etti ve 1942 yılında İstanbul’da vefat etti. Kıbrıs Türkleri, Türk inkılabı prensiplerini kabul ederek adanın idari durumunun izin verdiği oranda uyguladılar.

Kıbrıs’ın İngiliz işgali dönemi, adanın hem Rum hem de Türk toplulukları için karmaşık ve zorlu bir süreç oldu. İngiltere’nin stratejik çıkarları, yerel halkın ihtiyaçlarının önüne geçti. Kıbrıs Türkleri, milli mücadeleye destek vererek kimliklerini ve haklarını savundular. Atatürk‘ün belirttiği gibi “Kıbrıs’ın da sırası gelecekti.”.

Mehmet Remzi Okan

6 Ağustos 1924 – 16 Ağustos 1960 (Britanya Kraliyet Sömürgesi)

1924 yılında Kıbrıs, kesin olarak İngiliz sömürge yönetimi altındaydı. Bu statü, 1925 yılında Kıbrıs’ın bir Kraliyet kolonisi haline gelmesiyle resmileşti. Başlangıçta İngiliz politikaları, kontrolü sürdürmeye ve adanın kaynaklarını sömürmeye odaklanmıştı. Ancak zamanla Kıbrıslıların kendi kaderini tayin etme arzusu arttı. İki savaş arası dönem, artan huzursuzluklara ve özellikle Enosis (Yunanistan’la birleşme) isteyen Kıbrıslı Rum çoğunluk arasında milliyetçi hareketlerin yükselişine sahne oldu.

1930’lar: Ekonomik Zorluklar ve Siyasi Baskılar

1930’lara ekonomik zorluklar ve siyasi baskılar damgasını vurdu. Bu durum, Kıbrıslı Rumların İngiliz yönetimini protesto ettiği ve Kıbrıs İsyanı olarak da bilinen Ekim 1931 ayaklanmalarıyla doruğa ulaştı. Bu olaylar sonucunda siyasi faaliyetler üzerinde ciddi kısıtlamalar getirildi.

1930 Genel Seçimlerinde, Necati Özkan liderliğindeki Kemalist Türk milliyetçileri, Hükümetçi Evkafçıları ve liderleri Mehmet Münir’i yenilgiye uğratarak Meclis’e girdiler. Milliyetçi Türklerin de Meclis’e girmesi İngilizleri rahatsız etti. Özkan ve grubu, 1 Mayıs 1931’de “Kıbrıs Türk Milli Kongresi” adıyla toplandı. Kongre, Kıbrıs Türklerinin ilk önemli siyasi faaliyeti olarak dikkat çekicidir.

1931’de Rumlar, Yunanistan’ın desteğiyle ayaklanarak İngiliz yönetimine karşı isyan ettiler. Bu olaylar sonucu İngilizler, Yasama Meclisi’ni feshetti. Necati Bey: “Kıbrıs Türkleri, adanın iki toplumuna eşit ve dengeli yaklaşan Britanya hükümetinden memnundur.” diyerek İngilizlere karşı olmadıklarını belirtti.

İngilizlerin, Türk milliyetçilerini engellemek amacıyla uyguladığı bazı kurallar vardı. 1933’te çıkarılan bir kanunla ilkokulların yönetimi için Maarif Encümeni ve her kaza merkezinde Maarif Komitesi oluşturuldu. Encümen ve Komiteler tamamen hükümet tarafından tayin edilmekteydi. Türkiye’den gelen kitapların okutulmasına engel olmak için “kitapsız tedrisat” usulü kabul edildi ve Türk çocuklarının Türkiye ile olan manevi bağlarını kesmek için her araç kullanıldı. [6]

Necati Özkan

II. Dünya Savaşı ve Sonrası

İkinci Dünya Savaşı sırasında Kıbrıs, Müttefikler için stratejik bir askeri üs görevi gördü. Savaş, bazı ekonomik faydalar sağladı ancak Kıbrıslıların siyasi isteklerini de artırdı. İngiliz ordusunda görev yapan birçok Kıbrıslı Rum, savaş sonrası daha fazla özerklik ve hatta Enosis’e yol açacağını umuyordu. Savaşın ardından Enosis için yapılan baskılar hız kazandı. Kıbrıslı Rum lider Başpiskopos III. Makarios, Yunanistan ile birleşmeyi savunan önemli bir figür haline geldi. Ancak İngiltere, Kıbrıs’ın jeopolitik öneminden dolayı stratejik sahipliğinden vazgeçmek istemiyordu.

Kıbrıs Türkleri, bu dönemde Rum çoğunluğun istekleri ile Türkiye’nin stratejik çıkarları arasında sıkışıp kalmışlardı. Başlangıçta İngiliz yönetimi çerçevesinde eşitlik ve koruma arayışı içindeydiler. Ancak, Kıbrıslı Rumların Enosis talepleri yoğunlaştıkça, Kıbrıs Türkleri de İngiliz yönetimini Yunan hakimiyetine karşı bir güvence olarak görmeye başladılar. Bu süreçte, Türkler siyasi partiler ve diğer kurumlarla Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu’nu kurdular. II. Dünya Savaşı’nda Yunanistan, İngiltere’nin müttefiki oldu ve savaşın sonunda Yunanlar İngiltere’den adayı talep etti. 1947’de, Truman Doktrini görüşmeleri sırasında Vali Lord Winsten, Kıbrıs’ın özerk bir yönetime sahip olmasını önerdi. Rum temsilciler: “Enosis’ten başka bir konu üzerinde durmayız.” diyerek toplantıyı terk ettiler.

Kıbrıs Türklerinin önderlerinden Dr. Fazıl Küçük, 1948’de İsmet İnönü‘ye Kıbrıs’ın genel durumu üzerine bir telgraf göndermiştir. Bu telgrafta: “28 Kasım 1948’de Lefkoşa’daki Ayasofya Mitinginde 15 bin Türk, Kıbrıs Rumlarının Yunanistan’a ilhak ve muhtariyetin Türklüğün mahvına sebep olacağına ve adanın asayişini bozacağına olan inançlarını dile getirdiler.” ifadelerini kullanmıştır. [6]

Dr. Fazıl Küçük ve III. Makarios, 1960’lar.

Artan Çatışmaların Gölgesinde Kıbrıs

1940’ların sonu ve 1950’lerde milliyetçi faaliyetler yoğunlaştı. 1955 yılında George Grivas liderliğindeki EOKA (Yunanca: Ethniki Organosis Kyprion Agoniston), İngiliz yönetimine karşı bir gerilla oluşumu başlattı. Bu döneme şiddet, baskı ve adanın Rum ve Türk toplumları arasındaki ilişkilerin kötüleşmesi damgasını vurdu. Kıbrıs Türkleri, Rum çoğunluğun tahakkümüne dair korkularını dile getirmeye ve Türkiye’nin de desteklediği Taksim’i (Taksim, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 1974’te gerçekleştirdiği Kıbrıs Harekâtı’ndan önce Kıbrıs’ın, 1974 sonrasında ise Kıbrıs’ın kuzeyinin Türkiye’ye ilhak edilmesini hedefleyen bir düşüncedir. 1951 yılında Yunanistan, Kıbrıs konusunu gündeme aldı ve 1953’te ilhakı tartışmaya başlayınca, Türk basını adanın Birleşik Krallık’tan ayrılması durumunda Türkiye’ye bağlanması için kampanya başlattı. 1955’te Fatin Rüştü Zorlu’nun Dışişleri Bakanı olmasıyla Türkiye, Kıbrıs’ta resmen taksim politikasını benimsedi.) savunmaya başladılar.

Grivas, III. Makarios’un arkasında.

Garantör devletler – İngiltere, Yunanistan ve Türkiye – Kıbrıs’ın geleceğinin şekillenmesinde önemli roller oynadı. İngiltere, kontrolü elinde tutmak istese de, uluslararası baskı ve çatışmanın artan maliyeti karşısında müzakere edilmiş bir çözüme yöneldi. Yunanistan Enosis’i destekledi ancak bunu İngiltere ile ilişkileri ve NATO yükümlülükleri ile dengelemek zorundaydı. Türkiye ise Enosis’in Kıbrıs Türkleri üzerindeki tehdidi ve bölgesel güç dengesini bozmasından korkarak Kıbrıs Türk davasını giderek daha yüksek sesle desteklemeye başladı.

Kıbrıs Türkleri için Zorlu Bir Dönem: 1950’ler

1950’li yıllar, Kıbrıs Türkleri için ekonomik ve sosyal marjinalleşme ile karşı karşıya kalınan, zorlu yıllardı. Birçoğu destek için Türkiye’ye yöneldi. Taksim fikri güç kazandı ve iki toplum arasında daha fazla kutuplaşmaya yol açtı. Anlaşmalar uyarınca Ada, Yunanistan veya Türkiye’ye katılmayacaktı ve yeni anayasa, her biri önemli veto yetkilerine sahip bir Kıbrıslı Rum başkan ve bir Kıbrıs Türkü başkan yardımcısı öngörüyordu. İngiltere iki askeri üs üzerindeki egemenliğini korudu ve Yunanistan ile Türkiye’ye anayasal düzeni korumak için müdahale etme hakkı tanındı.

1950’de Kıbrıs Rum Komünist Partisi (AKEL) ve Kilise iş birliğiyle “Enosis İstiyorum!” başlıklı defterlere atılan imzalar, katılanların %96’sının Enosis’i istediğini dünyaya duyurdu. Bu süreçte Türkiye’nin tavrı ise ilk aşamada olayların dışında kalmak oldu. Dışişleri Bakanı Necmeddin Sadat (10 Eylül 1947 – 22 Mayıs 1950) TBMM’de: “Kıbrıs meselesi diye bir mesele yoktur.” demişti. Aynı yıl Demokrat Parti’nin Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü de benzer bir açıklama yapmıştı. [6]

EOKA’nın Kuruluşu ve Artan Şiddet

1952’de Atina Radyosu’nda, “Kıbrıs Adası’nın Yunanistan’a ilhakı” konusunda yapılan açıklamalar, Yunan hükümetinin bu konuda Birleşmiş Milletler’e müracaat edebileceğini belirtti. 1954’te Başpiskopos Makarios, Yunanistan’la birlikte konuyu Birleşmiş Milletler’e götürdü. Ancak Birleşmiş Milletler, bu başvuruyu kabul etmedi. 1955’te Enosis’i örgütlemek üzere Kıbrıs Mücadelesi Ulusal Örgütü (EOKA) kuruldu. EOKA, 1 Nisan 1955’te adanın her tarafında bombalı saldırılar düzenledi ve kısa sürede Türklere yöneldi.

Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT)

TMT, EOKA faaliyetlerinin yoğunlaşması üzerine 27 Temmuz 1957 tarihinde Rauf Raif Denktaş, Dr. Burhan Nalbantoğlu ve Mustafa Kemal Tanrısevdi tarafından Lefkoşa’da kuruldu. TMT’nin amacı  Kıbrıs Türklerinin can ve mal varlığını korumak, EOKA terör örgütü yapılanmalarına karşı durmak, Türklere yapılacak saldırıları geri püskürtmek, Türk toplumun birlik ve beraberliğini sağlamak, Rumlara ve İngilizlere karşı Kıbrıs Türklerinin hakkını savunmak, Türkiye ile sıcak ilişkiler kurmaktı. Aynı yıl Türkiye, Kıbrıs’a 22 öğretmen gönderdi. Bu öğretmenler, Kıbrıs Türklerinin mücadelesinde etkin rol oynayacaktı. [7]

Türk Mukavemet Teşkilatı logosu.

Kıbrıs Cumhuriyeti’ne Doğru: 1958 – 1959

1958’de EOKA, Sinde Katliamı‘nı gerçekleştirdi. Kıbrıs TMT Başkanı Yarbay Rıza Vuruşkan, Ali Conan adıyla görevine başladı. EOKA saldırıları devam ederken, TMT öncülüğündeki Türk direnişi güçlenerek devam etti. EOKA lideri Grivas, 1958’de ateşkes ilan etti. Bu tarihten sonra Kıbrıs Türklük kavgasının ve TMT mücadelesinin yeni dönemi başladı.

Yine 1956-1958 yıllarında, aynı zamanda Kıbrıs Türktür Partisi Başkanı Fazıl Küçük liderliğinde Kıbrıs ve Türkiye’de yaklaşık 50 Ya Taksim Ya Ölüm mitingi gerçekleştirildi. Bu mitinglerle Türk kamuoyunda Taksim Tezi daha çok destek bulmaya başladı. Ancak Birleşik Krallık ile yapılan görüşmelerden bir sonuç alınamaması nedeniyle, Rumların Enosis ve Türklerin Taksim tezleri hayata geçirilemedi.

1950’lerin sonlarına doğru bir uzlaşmanın gerekli olduğu anlaşıldı. İngiltere, Yunanistan ve Türkiye arasında müzakere edilen 1959 tarihli Zürih ve Londra Anlaşmaları, Kıbrıs’ın bağımsızlığı için zemin hazırladı. Bu anlaşmalar, Kıbrıslı Rum ve Türklerin çıkarlarını dengelemek üzere (?) tasarlanmış, karmaşık bir güç paylaşımı düzenlemesiyle Kıbrıs Cumhuriyeti’nin temellerini attı.

Zürih ve Londra Anlaşmaları imzalanıyor, 11 Şubat 1959.

Kıbrıs Cumhuriyeti

1950’lerin sonlarında, Kıbrıs’ta Enosis (Yunanistan ile birleşme) isteyen Kıbrıslı Rumlar ile Taksim (adanın bölünmesi) taraftarı Kıbrıs Türkleri arasında gerilim tırmandı. Kıbrıslı Rum milliyetçi örgüt EOKA’nın İngiliz sömürge yönetimine karşı yürüttüğü silahlı mücadele, bu bölünmeleri derinleştirdi. EOKA’nın faaliyetlerine karşılık haklı olarak Kıbrıs Türkü paramiliter gruplar ortaya çıktı ve durumu daha da istikrarsızlaştırdı. 1959’daki Zürih ve Londra Anlaşmaları önemli bir dönüm noktası oldu. İngiltere, Türkiye ve Yunanistan tarafından müzakere edilen bu anlaşmalar, bağımsız bir Kıbrıs’ın kurulmasına zemin hazırladı.

16 Ağustos 1960’ta Kıbrıs Cumhuriyeti resmen ilan edildi. Başpiskopos III. Makarios ilk cumhurbaşkanı, Dr. Fazıl Küçük ise cumhurbaşkanı yardımcısı oldu. Anayasal çerçeve, iki toplum arasında güç paylaşımı düzenlemesi oluşturarak farklı istekleri dengelemeye çalıştı.

Bağımsızlığı takip eden dönem zorluklarla doluydu. Güç paylaşımı ve temsil ile ilgili anayasal hükümler üzerindeki anlaşmazlıklar, sürtüşmelerin artmasına neden oldu. 1963 yılında Cumhurbaşkanı Makarios’un Kıbrıs Türklerinin veto yetkilerini azaltmayı amaçlayan on üç anayasa değişikliği önerisi, şiddetli bir tepkiyi tetikledi. Kıbrıs Türkleri bu öneriyi varoluşsal bir tehdit olarak algıladı. Bu durum, garantör devletlerin müdahalesini gerektiren yaygın toplumlararası şiddet olaylarına yol açtı.

Bu kargaşanın ortasında, belirleyici olan önemli figürler ortaya çıktı. Dönemin Türkiye Başbakanı İsmet İnönü, Kıbrıs Türklerinin haklarını savunmada ve Türkiye’nin Kıbrıs’a yönelik dış politikasını etkilemede önemli bir rol oynadı. İnönü’nün diplomatik çabaları, Türkiye’nin adadaki stratejik çıkarlarının korunması açısından hayati önem taşıyordu.

Rauf Raif Denktaş ve Mustafa İsmet İnönü, 26 Nisan 1964.

1964’te şiddetin tırmanması, daha fazla çatışmayı önlemek ve durumu istikrara kavuşturmak amacıyla Kıbrıs’ta Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün (UNFICYP) konuşlandırılmasına yol açtı. Bu çabalara rağmen ada derin bir bölünmüşlük içinde kaldı. Her iki toplum da kendi pozisyonlarında sabitlenmişti ve gelecekteki çatışmalar için zemin hazırlanmıştı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin İlk Hava Harp Şehidi: Pilot Yüzbaşı Cengiz Topel

8 Ağustos 1964 Cumartesi günü öğleden sonra, 34 ay yıldızlı jet uçağı Erenköy semalarında göründü. Gök adeta ikiye bölünmüş gibi her taraf korkunç bir uğultu içinde kaldı. Rumlar, Türk jet uçakları karşısında şaşkına döndüler. Olaylara şahit olan Birleşmiş Milletler Barış Gücü askerlerinden İsveçli askerler, Rumların silahlarını bırakarak kaçıştıklarını gördüler. Türk uçakları, Rum kuvvetlerinin %40’ını saf dışı bırakmıştı. Gemi Konağı Limanı’nda bulunan iki Yunan hücum botu, hava kuvvetleri tarafından vurularak batırıldı. Bu olaylar, Lefke kasabasından bir film gibi izlendi.

Bu sırada, Gemi Konağı Modern yükleme tesislerinden açılan uçaksavar ateşiyle saat 15:30 civarında bir uçağımız düşürüldü. Pilot, paraşütle atlayarak kurtulmuşsa da daha sonra Rum çeteleri tarafından yakalanarak esir alındı. Pilotun düştüğü yer, Rum mevzilerinin içinde olduğu için Lefke’deki Türk mücahitleri tarafından kurtarılması imkansızdı. Rum radyosunun 19:00 haberlerinde esir alınan Türk pilotunun isminin Cengiz Topel olduğu ve rütbesinin yüzbaşı olduğu duyuruldu. Cengiz Topel, atlama sırasında çok hafif yaralar almıştı. Türk makamlarının Barış Gücü vasıtasıyla pilotun iadesi için yaptığı çağrılar olumsuz karşılandı.

Aynı gece, Yeşilyurt kasabasında bulunan 14. Piyade Alayı 3. Piyade Taburu’nun kışlasında işkenceye tabi tutularak şehit edildi. Cengiz Topel’in ayak bilekleri kırılmış, edep yerleri ezilmiş, sağ gözü süngü ile delinip kör edilmiş ve beynine süngü sokularak şehit edilmişti. Dahası Pendeya Hastanesi’nin (şimdiki Cengiz Topel Hastanesi) baş doktoru Amerikalı Dr. Taylor, normal ölüm belgesi vermeyi reddettiği için 24 saat içinde Kıbrıs’tan sürüldü. Aziz Ferdi Bey’e, pilotun sağ olduğunu ancak kurtarılmaması halinde öldürüleceğini bildirdi. Türk makamlarının tüm çabalarına rağmen pilot geri iade edilmedi ve 9 Ağustos sabahı saat 7:30’da Rum radyosu, Cengiz Topel’in aldığı ağır yaralar neticesinde yaşamını yitirdiğini bildirdi. [8]

Cengiz Topel ve dayısı Hakkı Topel

Harekat’tan Öncesi

Kıbrıs tarihinde 9 Ağustos 1964 ile 14 Temmuz 1974 arasındaki dönem; önemli olaylar ve tırmanan gerilimlerle karakterize edilen, çalkantılı ve dönüştürücü bir on yıla işaret etmektedir. Ek olarak bu dönem; Kıbrıslı Rumlar, Kıbrıslı Türkler ve garantör devletler olan Yunanistan, Türkiye ve Birleşik Krallık arasında yaşanan olaylar ile adanın 1974’teki Türk harekâtına doğru gidişatını şekillendirmiştir.

Dr. Fazıl Küçük ve Rauf Denktaş, Kıbrıs Türkleri nazarında önde gelen liderlerdir. Kıbrıs Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak görev yapan Küçük, sık sık Makarios’un politikalarına karşı çıkarak Kıbrıs Türklerinin haklarını ve güvenliğini savunmuştur. Taksim Tezi’ni savunan Denktaş, ayrı bir Kıbrıs Türk yönetimi kurma çabalarına öncülük ederek ve Ankara’dan destek alarak önemli bir figür haline gelmiştir. Kıbrıs Türklerinin koruma ve siyasi destek için giderek daha fazla Türkiye’ye yönelmesi, çatışmaların dinamiklerini önemli ölçüde şekillendirmiştir.

Bu dönemde, özellikle 1967’de, askeri cuntanın yükselişinde Yunanistan’ın büyük rolü vardır. General George Grivas, Kıbrıs’a dönerek Enosis Tezi’ni yeniden canlandırmaya çalışmıştır. Grivas’ın eylemleri Kıbrıs Türkleri ile gerilimi tırmandırmıştır ve Türkiye’nin öfkesini daha da üzerine çekmiştir. Cuntanın Grivas’a ve faaliyetlerine verdiği destek, Kıbrıs içinde ve diğer garantör devletlerle olan ilişkilerini de germiştir.

Süleyman Demirel ve daha sonra Bülent Ecevit liderliğindeki Türkiye, Kıbrıs konusunda daha iddialı bir tutum benimsemiştir. Adanın jeopolitik önemi ve Kıbrıs Türklerinin içinde bulunduğu kötü durum, Türk dış politikasının merkezine yerleşmiştir. Artan şiddet ve Kıbrıs Türklerine yönelik tehditler karşısında Türkiye, Kıbrıs’taki soydaşlarını korumak için olası bir müdahale konusunda birçok kez uyarıda bulunmuştur. [9]

Süleyman Sami Demirel, Edirne – Kıbrıs Görüşmeleri, 1967.

Kıbrıs Barış Harekatı

Bu gerilimlerin doruk noktası, Temmuz 1974’te Yunan askeri cuntası ve Kıbrıs Ulusal Muhafızları tarafından düzenlenen bir darbeyle Makarios’un devrilmesi ve Nikos Sampson’un başa geçirilmesiyle yaşanmıştır. Bu hareket, Enosis’i gerçekleştirmeyi amaçlamıştır. Lakin Türkiye’nin hızlı ve kararlı bir yanıt vermesine neden olmuştur. 20 Temmuz 1974’te Türkiye, garantör devlet olarak sahip olduğu hakları ve Kıbrıslı Türkleri koruma ihtiyacını gerekçe göstererek askeri bir müdahale başlatmıştır.

Darbe Üzerine Yaşanan Gelişmeler

Yunanistan ile Kıbrıs Rum Yönetimi arasındaki ilişkiler kopma noktasına geldi. 15 Temmuz 1974’te, Kıbrıs’ta Yunanistan Silahlı Kuvvetleri’ne bağlı subaylar Makarios’u devirerek, eski bir EOKA’cının başkanlığında “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”ni ilan etti. Darbenin hemen ardından Nicos Sampson, Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olarak yemin etti.

Kıbrıs’ta meydana gelen bu gelişmelere Türkiye Cumhuriyeti sert tepki gösterdi. Türkiye, adaya Yunanistan’ın müdahale ettiğini ve anayasal düzeni yıktığını açıkladı. Ayrıca, Garanti Anlaşması’nın Yunanistan tarafından bozulduğunu bildirdi. Garanti Antlaşması’nın diğer tarafı olan İngiltere, adadaki yeni yönetimi tanımadı ve adanın eski statüsünün değiştirilmemesi gerektiğini açıkladı.

Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Bülent Ecevit, adadaki sorunları çözmek amacıyla 17 Temmuz 1974 tarihinde İngiltere’ye gitti. İngiltere Başbakanı Harold Wilson ile görüştü. Türkiye, Londra görüşmeleri sırasında, Kıbrıs’taki gelişmeler sonunda ortaya çıkan duruma askeri müdahale yapılması gerektiğini belirtti. Bu müdahalenin başarılı ve az can kaybıyla gerçekleşmesi için İngiltere’nin adadaki üslerinin de kullanılmasını istedi. Ancak, İngiltere Garanti Antlaşması’nın kendisine silahlı müdahale hakkı vermediğini ve üslerin bu amaçla kullanılmasının statüleriyle bağdaşmadığını savundu.

Mustafa Bülent Ecevit ve Harold Wilson, 17 Temmuz 1974.

Türkiye’nin Talepleri ve Diplomatik Çabalar

Türkiye, müdahale etmemesi için yapılan baskılara karşı dengenin kurulması ve Türk toplumunun güvenliğinin sağlanması için bazı talepler ileri sürdü. Bu talepler arasında Türk askerinin adadaki varlığının kabul edilmesi, Sampson’un adadan gitmesi ve Yunan subayların adadan çekilmesi yer aldı. Ancak bu talepler yerine getirilmedi. Türkiye, diplomatik yollarla adadaki Yunanlı subayların çıkarılması için mücadele etti. Lakin bu girişimler Yunanistan tarafından reddedildi.

Bu girişimlerin sonuçsuz kalması üzerine Türkiye, diplomatik ve politik yollar tükendikten sonra, Garanti Antlaşması’nın dördüncü maddesindeki yükümlülüklerini yerine getirmek üzere müdahale kararı aldı.

Makarios, 19 Temmuz’da BM Güvenlik Konseyi’nde yaptığı konuşmada, Kıbrıs’ın Yunan işgali altında olduğunu ve darbenin bir iç mesele olmadığını belirtti. Ayrıca, adanın bağımsızlığının ve toprak bütünlüğünün ortadan kalktığını ve darbeden hem Türk hem de Rum toplumlarının zarar göreceğini söyledi. BM Güvenlik Konseyi’nden yardım istedi.

Türkiye’nin adaya müdahale edeceğini anlayan ABD’li temsilci Sisco, Atina’daki temaslarından hemen sonra Ankara’ya geldi. Türkiye’yi adaya yapacağı müdahale kararından vazgeçirmeye çalıştı. Amerikalı diplomat Sisco, ABD’nin bu görüşmelerde taraf olmadığını ve bir Türk-Yunan savaşının çıkmasına özellikle karşı olduklarını belirtti. Ancak bu görüşmelerden herhangi bir sonuç alınamadı. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, Sisco’ya bu uğraşılar sonucunda şu cevabı verdi:

“Bundan 10 yıl önce, yine böyle bir gece yarısı, bir Amerikalı diplomat gelerek Kıbrıs’a müdahale edilmemesini istemişti. Tarih tekerrür eder; ama hatalar tekerrür etmez. O zaman siz, müdahaleyi önlemekle hata ettiniz. Biz de bu isteğinizi kabul etmekle aynı hatayı işledik. Bu sefer aynı hatayı işlemeyeceğiz.”

Mustafa Bülent Ecevit16. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı

20 Temmuz 1974 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri, adadaki anayasal düzeni yeniden sağlamak amacıyla Kıbrıs Barış Harekâtı’nı başlattı. Aynı sabah, Başbakan Bülent Ecevit, basına bir açıklama yaptı.

Başbakan Ecevit’in Açıklaması

Ecevit, Yunanistan’ın adada giriştiği eylemleri, “Bağımsız Kıbrıs Devleti’ni temelinden yıkmayı amaçlayan ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yasa niteliğindeki antlaşmalarını çiğneyen bir hareket” olarak nitelendirdi. Türkiye’nin tepkisini ise şöyle açıkladı: “Bir garantör devlet olarak, uluslararası antlaşmalara göre Kıbrıs’ın bağımsızlığından, toprak bütünlüğünden, anayasal düzeninden sorumlu bir devlet olarak Türkiye’ye düşen bir yetkinin ve görevin yerine getirilmesi…”.

Ardından, harekâtın amacının barış olduğunu vurguladı: “Bu harekât milletimize, bütün Kıbrıslılara ve insanlığa hayırlı olsun. Umarım ki kuvvetlerimize ateş edilmez ve kanlı bir çatışmaya yol açılmaz. Biz aslında savaş için değil, Türklere de Rumlara da barış getirmek için adaya gidiyoruz.”.

Diplomatik yolların tükendiği anlaşılıyordu. “Bu karara, ancak bütün diplomatik, politik yolları denedikten sonra mecbur kalarak vardık. Bütün memleketlere, bu arada son zamanlarda yakın istişarede bulunduğumuz dost ve müttefiklerimiz Birleşik Amerika’ya ve İngiltere’ye, meselenin müdahalesiz halledilebilmesi, diplomatik yollardan halledilebilmesi yönünde gösterdikleri iyi niyetli çabalar için şükranlarımı belirtmeyi borç bilirim.”.

İyi niyetli çabalar sonuç vermemişti. “Eğer bu çabalar sonuç vermediyse sorumlusu bu iyi niyetli gayretleri gösteren devletler değildir. Tekrar, bu harekâtın insanlığa, milletime ve bütün Kıbrıslılara hayırlı olmasını dilerim.” Son olarak, Ecevit dua ve dileklerle açıklamasını tamamladı: “Allah’ın milletimizi ve bütün insanlığı felaketlerden korumasını dilerim.”.

Harekât için Kıbrıs’a inen paraşütçü Türk subay ve astsubayları.

Uluslararası Hukukta Kıbrıs Meselesi: Cenevre Görüşmeleri

Son gelişmeler üzerine Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi acil olarak toplandı. 20 Temmuz 1974 tarihinde, Konsey 353 Sayılı Karar’ı kabul etti. Kararın girişinde, adadaki son olayların “uluslararası barış ve güvenlik için ciddi bir tehdide yol açan” gelişmeler olduğuna vurgu yapıldı. Ayrıca, “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin uluslararası antlaşmalarla kurulan ve garanti edilen anayasal yapısının önceki haline iade” edilmesi gerektiği belirtildi.

353 Sayılı Karar, yedi maddeden oluşuyordu. Kararın beşinci maddesi üzerine, 25 Temmuz 1974’te başlayıp 30 Temmuz 1974’te sona eren ve altı maddelik I. Cenevre Görüşmeleri gerçekleştirildi.

I. Cenevre Görüşmeleri, adadaki durumu istikrara kavuşturmayı amaçladı. Ancak, görüşmelerde kalıcı bir çözüm sağlanamadı.

II. Cenevre Görüşmeleri, 9 Ağustos 1974’te başlayıp 13 Ağustos 1974’te sona erdi. Yunanistan ve Kıbrıs Rum temsilcileri, 36 saatlik bir süre istediler. Ancak Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafı, bu isteğin bir oyalama taktiği olduğunu düşünerek süre önerisini kabul etmedi.

II. Cenevre Konferansı’nın başarısızlıkla sonuçlanması üzerine, Türkiye 14 Ağustos 1974’te adada ikinci bir askeri harekât başlattı. 16 Ağustos’a kadar geçen süre içinde, adanın yüzde 36’sını denetim altına aldı. Türk birlikleri, Magosa, Lefkoşa ve Güzelyurt hattından dört bin kilometrekarelik bir alanı alarak Kuzey Türk Devleti’nin ülkesi olacak bir alanı Kıbrıslı Türklerin kullanımına sundu. Adanın kuzey kısmı tamamen Türklerin eline geçti; limanlar, madenler ve su kaynakları Türklerin kontrolünde kaldı.

Türk tarafı, ikinci askeri harekât için şu nedenleri öne sürdü: EOKA’nın insanlık dışı eylemleri, II. Cenevre Görüşmeleri’nde verilen güvensizlik, Kıbrıs Türk toplumunun huzursuzluğu ve Yunanistan’ın Cenevre Konferansları’nı ihlali. Bu dört neden, ikinci harekât için yeterli kabul edildi.

Güvenlik Konseyi, 353 sayılı kararın uygulanmasını, askeri harekâtın sona ermesini ve görüşmelere yeniden başlanmasını şart koştu. 15 Ağustos 1974’te, Güvenlik Konseyi, adadaki çatışmaların ve şiddetin devam etmesinden kaygı duyduğunu belirterek ateşkes çağrısında bulundu. Türkiye, 16 Ağustos 1974 tarihinde İkinci Barış Harekâtı’na son verdi. [10]

Cenevre Görüşmeleri, 1974.

  

Harekat Sonucu, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Kuruluşu ve Güncel Durumu

30 Temmuz 1974 itibarıyla; Kıbrıs adasındaki su kapasitesinin %18’i (390 milyon ton kapasitenin 70 milyon tonu), yer altı ve yer üstü maden kaynaklarının %2’si, orman kaynaklarının %22’si, tapulu arazinin %32’si ve sulu tarım arazisinin %44’ü KKTC topraklarında bulunmaktadır. Ayrıca Ada’nın kuzey kısmı tamamen Türklerin eline geçmiş; limanlar, madenler ve su kaynakları Türklerin kontrolünde kalmıştır.

Harekât sonucunda ABD, 5 Şubat 1975’ten 26 Eylül 1978’e kadar Türkiye’ye silah ambargosu uygulamıştır. Bu dönemde, 13 Şubat 1975 tarihinde Kıbrıs Türk Federe Devleti kurulmuştur. İlerleyen yıllarda garantör devletler, Kıbrıs liderleri ve Birleşmiş Milletler arasında çeşitli görüşmeler gerçekleştirilmiştir. 15 Kasım 1983’teyse Kıbrıs Türk halkının self-determinasyon (Tr.: kendi kaderini tayin) hakkına dayanarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ilan edilmiştir. [11][12]

Kıbrıs Adası, Sicilya ve Sardunya’dan sonra Akdeniz’in üçüncü büyük adasıdır. Kıbrıs’ın toplam yüz ölçümü 9520 kilometrekaredir. Bu yüz ölçümünün dağılımı günümüzde şöyledir:

Günümüzün Kıbrıs adası haritası.

1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nın ardından, adada yaşanan olaylar ve Türkiye’nin müdahalesi, Kıbrıs’ta kalıcı bir değişim sürecini başlatmıştır. Barış Harekâtı, adadaki Türk ve Rum toplumlarının güvenliğini sağlamak amacıyla gerçekleştirilmiştir. Harekât sonucunda, adanın kuzeyinde bir Türk yönetimi kurulmuştur ve 1983 yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) olarak ilan edilmiştir. KKTC’nin kuruluşu, Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik çeşitli diplomatik çabaları beraberinde getirdi. Lakin uluslararası tanınma konusunda sınırlı başarı elde edilmiştir.

Günümüzde KKTC, Türkiye dışında hiçbir ülke tarafından tanınmamaktadır. Bu durum, Kıbrıs sorununun çözümünde büyük bir engel teşkil etmektedir. Kuzey Kıbrıs, ekonomik ve politik zorluklarla karşı karşıya kalmasına rağmen, kendi iç dinamikleri ve Türkiye’nin desteği ile varlığını sürdürmektedir. Kıbrıs sorunu hala uluslararası toplumun gündemindeki önemli konular arasında yer almaktadır. [13]

Kıbrıs Barış Harekâtı: Atilla’nın Kılıcı Emperyalizme Karşı – Sonuç ve Yazarın Görüşü

Bu yazımızda Kıbrıs için verilen askeri ve diplomasi mücadeleden bahsettik. Türklerin nasıl bir kez daha emperyalizme boyun eğmediğini anlattık. Kıbrıs için canını feda eden Türk askerinin, Türk Mukavemet Teşkilatı’nın ve Kıbrıs Türkü halkının mücadelesinin önünde saygıyla eğilirim. Kıbrıs Türkü’nün mücadelesi için önderlik eden Rauf Raif Denktaş’a, Dr. Fazıl Küçük’e, Dr. Burhan Nalbantoğlu ve Mustafa Kemal Tanrısevdi’ye saygılarımı, sevgilerimi ve özlemlerimi sunarım. O zamanın başbakanı Mustafa Bülent Ecevit’i, o zamanın dışişleri bakanı ve Cenevre Konferansı’nda garantör devlet olarak söz sahibi olan Turan Güneş’i, “Ayşe Tatile Çıksın!“ parolasındaki Turan Güneş’in kızı Ayşe Güneş Ayata’yı, Hava Pilot Yüzbaşı Cengiz Topel’i, Kanlı Noel’de şehit edilen Binbaşı Nihat İlhan’ın eşini ve üç çocuğunu saygı, sevgi ve özlemle anıyoruz.

Berkay’ın Kaynakçası

  1. II. Dünya Savaşı’ndan Sonra 1974 Kıbrıs Barış Harekatı ve Çevre Ülkelerin Soruna Bakışı. Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü. Yılmaz Tosun. İzmir. 2012. İngiltere’nin Adaya Gelmesi, Sayfa 23 – 30.
  1. II. Dünya Savaşı’ndan Sonra 1974 Kıbrıs Barış Harekatı ve Çevre Ülkelerin Soruna Bakışı, Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Yılmaz Tosun, İzmir, 2012, Kıbrıs Sorununun Ortaya Çıkışı, Sayfa 31 – 43.
  1. II. Dünya Savaşı’ndan Sonra 1974 Kıbrıs Barış Harekatı ve Çevre Ülkelerin Soruna Bakışı. Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü. Yılmaz Tosun. İzmir. 2012. Kıbrıs Türk Yönetiminin Kurulması, Sayfa 53.
  1. II. Dünya Savaşı’ndan Sonra 1974 Kıbrıs Barış Harekatı ve Çevre Ülkelerin Soruna Bakışı. Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü. Yılmaz Tosun. İzmir. 2012,  I. Kıbrıs Barış Harekatı. I. Cenevre Görüşmeleri. II. Cenevre Görüşmeleri. II. Kıbrıs Barış Harekatı. Kıbrıs Federe Devleti’nin Kurulması, Sayfa 55 – 63.
  1. II. Dünya Savaşı’ndan Sonra 1974 Kıbrıs Barış Harekatı ve Çevre Ülkelerin Soruna Bakışı. Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü. Yılmaz Tosun. İzmir. 2012. Türk Mukavemet Teşkilatı, Sayfa 15 – 16.
  1. Yakın Doğu Üniversitesi, Fen – Edebiyat Fakültesi. Türk Dili ve Edebiyatı bölümü. 1958 – 1974 Döneminde Kıbrıs Türk Halkının Mücadelesi. Mehmet Mavioğlu, Lefkoşa. 2011, Sayfa 6 – 9 arası.
  1. II. Dünya Savaşı’ndan Sonra 1974 Kıbrıs Barış Harekatı ve Çevre Ülkelerin Soruna Bakışı. Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü. Yılmaz Tosun. İzmir. 2012. I. Kıbrıs Barış Harekatı. I. Cenevre Görüşmeleri. II. Cenevre Görüşmeleri. II. Kıbrıs Barış Harekatı. Kıbrıs Federe Devleti’nin Kurulması, Sayfa 55 – 63.
  1. II. Dünya Savaşı’ndan Sonra 1974 Kıbrıs Barış Harekatı ve Çevre Ülkelerin Soruna Bakışı. Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü. Yılmaz Tosun. İzmir. 2012. Kıbrıs’ın Dünya Üzerindeki Yeri, Sayfa 16.

Ahmet Ege’nin Kaynakçası

  1. III. Makarios. (2007). In Vikipedi. [https://tr.wikipedia.org/wiki/III._Makarios]
  1. Yüksel, D. Y. (2009). Kıbrıs Türk Milli Mücadelesi (1914-1958). Çağdaş Türkiye Araştırmaları Dergisi, 8(18). [https://dergipark.org.tr/tr/pub/cttad/issue/25240/266870]
  1. Göktepe, C. (2012). Kıbrıs Meselesi’nde Kriz Süreci ve Türkiye (1964-1974). TC Kültür ve Turizm Bakanlığı Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, ss, 1397-1427. [https://www.ayk.gov.tr/wp-content/uploads/2015/01/G%C3%96KTEPE-Cihat-KIBRIS-MESELES%C4%B0%E2%80%99NDE-KR%C4%B0Z-S%C3%9CREC%C4%B0-VE-T%C3%9CRK%C4%B0YE-1964-1974.pdf]
  1. II. Dünya Savaşı’ndan Sonra 1974 Kıbrıs Barış Harekatı ve Çevre Ülkelerin Soruna Bakışı. Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü. Yılmaz Tosun. İzmir. 2012. Kıbrıs Adasının Yüz Ölçümü, Sayfa 16 – 17.
  1. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı. (n.d.). KIBRIS MESELESİNİN TARİHÇESİ, BM MÜZAKERELERİNİN BAŞLANGICI. [https://www.mfa.gov.tr/kibris-meselesinin-tarihcesi_-bm-muzakerelerinin-baslangici.tr.mfa]
  1. Özakman, T. (2012). Çılgın Türkler Kıbrıs. Bilgi Yayınevi. [https://annas-archive.org/md5/a34c7c3dbd21b5095e17739b3aef6309]
Exit mobile version