Site icon Sapiens Medya

Bağımsızlığın Şafağı; Mustafa Kemal’in Yolu

Bağımsızlığın Şafağı - Kapak Görseli

Bağımsızlık yolunda atılan her adım, birçok şehidimizin kanı ile harmanlanmıştır. Anadolu’nun dört bir köşesinden yükselen bu mücadele sesleri, milli mücadelenin ve ardından gelen özgürlüğün ne kadar zorlu ve fedakarlık dolu olduğunu bizlere hatırlatır. Her bir şehit, bu toprakların özgürlüğü adına en değerli varlığını, yani canını feda etmiş ve bağımsızlığın ateşinin hiç sönmemesi için gerekli kıvılcımı sunmuştur. Biz, bu yazımızda Batı Cephesi’nden başlayarak Cumhuriyet’in ilanından bir gün öncesine kadar uzanan Milli Mücadele sürecini ele alacağız. Konuyla ilgili daha derinlemesine bir okuma yapmak isterseniz, Amasya Genelgesi’nden İstanbul’un işgaline kadar olan dönemi kapsayan “Mustafa Kemal’in Yolu: Mürekkep ve Barutla Yoğrulan Yıllar” başlıklı yazımızı inceleyebilirsiniz. Daha fazla benzer içerik için Tarih kategorimize göz atabilirsiniz.

Bağımsızlığın Birinci Şafağı: Batı Cephesi

Mondros Mütarekesi’nin ardından İtilaf Devletlerinin Anadolu’da gerçekleştirdiği işgaller arasında en geniş çaplı ve uzun süreli olanı, Batı Anadolu’daki Yunan işgalidir. Güneybatı Anadolu’da, özellikle Antalya bölgesindeki İtalyan işgali ise, büyük bir direnişle karşılaşmadan sona erdi. Millî Mücadele’nin dönüm noktası, Batı Cephesi’nde gerçekleşen savaşlarla belli oldu.

TBMM Başkanı Mustafa Kemal Batı Cephesi’nde denetlemelerde bulunurken, Eskişehir, 4 Aralık 1920.

Yunan kuvvetlerinin 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkarmasıyla başlayan işgal hareketleri, Anadolu’da bir millî hareketin uyanışını tetikledi. Bu süreçte, Anadolu’nun dört bir yanında Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri oluşuyordu. Ek olarak bağımsızlık mücadelesini yürütecek Kuvâ-yı Milliye birliklerinin oluşturulması için çalışmalara başlandı. Kısa sürede, Batı Anadolu’da Yunan işgaline karşı direnmek üzere Kuvâ-yı Milliye birlikleri teşkil edildi. Çeşitli cephelerde Yunan ordusuna karşı mücadeleler başladı.

Bağımsızlığın kıvılcımının ilk ateşlendiği yer olan Batı Cephesi, Mustafa Kemal’in liderliğindeki Türkiye’nin kaderini belirleyen bir dönüm noktasıdır. Bulunduğumuz bölümde, Ulu Önder Mustafa Kemal’in bu önemli cephe boyunca izlediği yol ve bağımsızlık mücadelesindeki rolü üzerine derinlemesine bir bakış sunacağız. Batı Cephesi’nde atılan her adım, bağımsızlığın sadece bir hayal olmadığını, yerine getirilebilecek bir amaç olduğunu bizlere göstermiştir.

I. İnönü Muharebesi: Bağımsızlığın Batı’daki İlk Adımı

Önemli aşamalarla sağladığımız bağımsızlığın Batı’daki ilk adımı, I. İnönü Muharebesi, Türkiye’nin kendi kaderini belirleme yolunda attığı önemli adımlardan biridir. I. İnönü Muharebesi, bağımsızlığın sadece bir idealden ibaret olmadığını, adım adım gerçekleştirilebilecek bir hedef olduğunu tüm dünyaya göstermiştir.

İnönü Muharebeleri düzenli ordu ve Millet Meclisi Hükümeti’ne bağlı kuvvetlerin bir hareketidir, bir gösteridir. Nihai zafer değildir, nihai bir muharebe de değildir. Ancak Ocak-Mart aylarının zor iklim şartlarında yapılan İnönü Muharebeleri’nin moral açısından çok ciddi katkıları vardır. Savaşın olabileceğini ve devam edeceğini göstermesi bakımından önemli olup başarılı savunma savaşlarıdır. Nitekim diplomasiye yansıyan önemli sonuçları da olmuştur.

Bu anlamda Yunan ordularının üçüncü toplu askeri hareketi olan I. İnönü Muharebesi Ocak 1921’de yaşanmış ve Türk kuvvetlerinin galibiyetiyle sonuçlanmıştır. Muharebe sonunda düşman saldırıya başladığı hatta ricat etmiştir (geri çekilmiştir). Aynı zamanda güneyde Çerkes Ethem kuvvetlerinin de bu şekilde sahneden çekildiği anlaşılmaktadır. Çünkü yeni katıldıkları Yunan ordusu içinde fazla savaşma imkanları kalmamıştır. Bununla beraber I. İnönü Muharebesi’ndeki başarı memleketteki maneviyatı yükseltmiş ve milli savunma meselemizin oturduğu anlaşılmıştır.

Son Türk savunma hatları İnönü kasabasını sırtlayan tepeler hattında olduğu için “İnönü Muharebesi” olarak adlandırdığımız, Yunanlıların ise “Kovalıca Muharebesi” dedikleri çatışmalar sonunda Yunan birlikleri, bir şey elde edemeden harekat başlangıç hatlarına çekilmek zorunda kalmışlardır. I. İnönü Muharebesi her ne kadar 1921 yılının ilerleyen aylarında göreceğimiz, ordu boyutunda stratejik kuvvetlerin harbi gibi büyük kapsamlı olmasa da fiziki ve psikolojik sonuçları açısından Milli Mücadele’nin dönüm noktalarından biridir.

Birinci İnönü Muharebesi Askerî Harekâtı 12-13 Ocak 1921.

I. İnönü Savaşı’nın Türk Milli Mücadelesi Üzerindeki Etkileri ve Diplomatik Sonuçları

Her ne kadar General Papharekaoulas aldığı yenilginin Atina’daki yankısını hafifletmek için “bir keşif taarruzuydu!” dese de bizzat kendi kurmay başkan yardımcısı Albay Sarıyannis bu harekatın çok büyük bir hata olduğunu, İnönü yenilgisinin ardından özgüveni artan, psikolojik mahkumiyetten kurtulan Türklerin Kemal’in ordusuna katılımın hızlandığını söyleyecektir. BMM Ordusu’nun Geyve Boğazı’ndan sonra Mezit Çayı Vadisi’nin kontrolünü de sağlaması, İtilaf devletlerinin Boğazlardaki hakimiyetin sona ermesini isteyen Sovyetler açısından da önemlidir. Nitekim Mart 1921’den itibaren Moskova’nın yardımlarının hızlanacağını da görülecektir.

I. İnönü Savaşı küçük çaplı bir muharebe olmasına rağmen önemli sonuçları olmuştur. Evvela bunları şöyle sıralayabiliriz:

1 – Düzenli ordu ilk sınavında başarılı oldu.
2 – Halkın meclise ve orduya güveni arttı.
3 – Moskova Antlaşması ile Sovyet Rusya’nın TBMM Hükümeti’ne yaklaşımı daha yapıcı oldu. (Batum’dan taviz verildi.)
4 – İstiklal Marşı yazıldı ve mecliste kabul ederek Resmi Gazete’de yayımlandı.
5 – İtilaf Devletleri Sevr Antlaşması’na yeniden gözden geçirmek üzere Londra’da bir konferans toplama ihtiyacını duydular.
6 – Ankara Antlaşması ile Güney Cephesi kapandı.
7 – Teşkilat-ı Esasiye (1924) Anayasası yürürlüğe girdi.

İstiklal Marşı’nın Hikayesi

Bağımsızlığın en güçlü ifadesi olan İstiklal Marşımız, Türkiye’nin özgürlük ve direniş ruhunu yansıtan bir semboldür. İstiklal Marşı’nın hikayesini, nasıl yazıldığını ve bu ulusal marşın bağımsızlık mücadelesindeki önemini bu bölümde ele alacağız. İstiklal Marşı, bağımsızlığın sadece bir hedef olmadığını, aynı zamanda bir yaşam biçimi olduğunu bizlere hatırlatmaktadır.

Mehmet Akif Ersoy, I. Dünya Savaşı sırasında Teşkilat-ı Mahsusa’da görev yaparken önemli istihbarat faaliyetleri gerçekleştirdi. Bu dönemde, Osmanlı Devleti’nin çeşitli bölgelerine seyahatler gerçekleştirdi. Özellikle Arap Yarımadası’nda İngiliz etkisine karşı propaganda çalışmaları yürüttü. Akif, 1915’te Almanya’ya giderek orada da önemli temaslar kurdu. Ancak 1918’de, Arap İsyanı’nın etkisiyle Mekke’ye gitmekte zorluklar yaşadı. Bu süreçte İstanbul’da kaldı, propaganda faaliyetlerini sürdürdü.

Daha sonra, mütareke döneminde Osmanlı’nın maruz kaldığı işgaller ve toprak kayıpları, Mehmet Akif’i derinden etkiledi. Yunan kuvvetlerinin İzmir’i işgali ve İstanbul’un İtilaf Devletleri tarafından işgal edilmesi, milli mücadele ruhunu alevlendirdi. Bu olaylar, Akif’in Ankara’ya gelip Kurtuluş Savaşı’na katılmasına ve Biga ve daha sonra Burdur milletvekili olarak TBMM’de yer almasına yol açtı. Ankara’da, Kayseri ve Kastamonu’da dergisi Sebil’ür Reşad’ı yayımlamaya devam etti. Aynı zamanda milli mücadele ruhunu destekleyen yazılar kaleme aldı.

Bu zorlu dönemde, Mehmet Akif’in İstiklal Marşı’nı yazma süreci başladı. Milli mücadele ateşinin yükseldiği bir dönemde, askerlere ve halka moral vermek, milli birlik ve beraberlik duygusunu pekiştirmek amacıyla bir milli marşın yazılması gündeme geldi. İrşat Heyeti’nin çabaları ve Genelkurmay Başkanı İsmet Paşa’nın desteğiyle, milli bir marşın yazılması için yarışma gerçekleşti. Mehmet Akif, bu yarışmaya katılacaktı. Nitekim Anadolu’nun dört bir yanında yaşanan mücadelelerden ve halkın azimli ruhundan ilham alarak İstiklal Marşı’nı kaleme aldı. Marş, milli mücadelenin ve Türk halkının bağımsızlık azminin sembolü haline geldi.

İstiklal Marşı’nın Yazılışı ve Resmi Kabul Süreci

Genelkurmay Başkanı İsmet Paşa, milletin bağımsızlık mücadelesindeki kararlılığını ve milli heyecanını pekiştirmek istiyordu. Buna ithafen, Fransızların Marseillaise Marşı gibi güçlü bir milli marşın yazılmasını hükümetten talep etti. Bu talep üzerine Maarif Bakanı Hamdullah Suphi Bey, 5 Şubat 1921’de Mehmet Akif Ersoy’a bir mektup yazarak marş yazma teklifi yaptı. Mehmet Akif, bu mektubu iki kez okuduktan sonra İstiklal Marşı’nı yazmaya karar verdi. Eserini Ankara’daki Taceddin Dergahı’nda bulunan odasında kaleme aldı. Oda sade döşeliyi ve pencereden görünen mezarlıkta baharın yeşilliği, Mehmet Akif’i derinden etkiledi. Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda? dizeleriyle başlayan şiir, vatan sevgisi ve şehitlik temasıyla yoğruluydu.

İstiklal Marşı’nın bazı kıtaları, 17 Şubat 1921’de Sebilürreşad dergisinde “Kahraman Ordumuza” başlığı altında yayına girdi. Mehmet Akif, eserini anonim olarak Maarif Vekaleti’ne teslim etti. Yarışmaya gönderilen 724 şiir arasından 7’si finale kaldı ve bu şiirler TBMM’ye sunuldu. 26 Şubat 1921’de mecliste toplanan milletvekilleri, İstiklal Marşı’nın kıtalarını tartışmaya açtılar. Hamdullah Suphi Bey, Mehmet Akif’in başlangıçta yarışmaya katılmayı düşünmediğini ancak ikna edilerek katıldığını anlattı. 12 Mart 1921’de TBMM’nin ikinci toplantısında, Karesi Mebusu Hasan Sabri Bey’in okumasıyla, Hamdullah Suphi Bey’in sunduğu ve meclisin beğenisini kazanan İstiklal Marşı kabul oldu. Nitekim, 21 Mart 1921’de ise Resmi Gazete’de yayına girdi.

İstiklal Marşı, Açıksöz gazetesinde.

II.İnönü Muharebesi: Bağımsızlığın Yeni Konumu

Moral verici savaşlarımızdan II. İnönü Muharebesi, Türkiye’nin kendi kaderini çizme, bağımsızlığını konumlandırma yolunda attığı belirleyici adımlardan biridir. Diğer taraftan II. İnönü Muharebesi, bağımsızlığın sadece bir hedef olmadığını, aynı zamanda bir ulusun iradesiyle gerçekleştirilebilecek bir zafer olduğunu bütün cihana kanıtlamıştır.

Papoulas’ın kesin sonucu Eskişehir istikametinde arayacağını tahmin eden İsmet Paşa, Mezit Vadisi’nde bir piyade ve bir süvari tümeni sürmüştür. Bunlar düşmanla yıpratma muharebesi yapacak, kademeli olarak İnönü mevziilerine çekilerek kesin sonuçlu muharebeyi bu kesimde kabul edecektir. Buna karşın Yunan I. Kolordusu’nun Afyon yönünde ilerleyişi hızlı olur. Batı Cephesi kesiminde ise şiddetli muharebeler 26 Mart 1921 sabahı başlar. Ancak İsmet Paşa’nın ileri sürdüğü 3. Süvari Tümeni’nin baskısıyla Yunan kuzey kolu Türk savunma hattının kuzey kanadına yönelmek zorunda kalır. Böylece İsmet Paşa sol kanattan bu kesime birlik kaydırma ve sayısal denge kurma olanağı bulur. Ancak Papoulas Türk savunma direncini kıramaz. Nihayet geriden gelen iki takviye Türk tümeni olduğu da anlaşılınca taarruzu keserek 31 Mart 1921 gecesi çekilmeye başlar. 1 Nisan 1921 tarihinde karşı taarruza geçen Türk kuvvetleri Yunanları harekat başındaki çıkış noktalarına kadar geri sürmeyi başarırlar.

II. İnönü Muharebesi’nden önce. Tuz Gölü’nden Ankara’ya tuz taşıyan köylülerle sohbet ederken, Gölbaşı, Ankara, 6 Mart 1921.

İnönü Muharebeleri’nin stratejik olarak düşmanı ne derecede durdurduğu tartışması sonradan çıkmıştır. Fakat I. İnönü’de ilk defa nizami ordunun direnişi söz konusudur. Orada ne kadar muvaffak oldu olmadı halen tartışılmaktadır. Oysa bu ilerlemeyi durdurma çabasının sonunda, biliyoruz ki yine gerileme düzenli bir şekilde devam etti. Bu Türk tarihinde ilktir, tektir. Zira 1920 Anadolu’sunda ilk defa düzgün bir çekilme söz konusudur. Bu tam Roma imparatorluk lejyonlarının geri çekilme düzenidir.

İkinci İnönü Muharebesi Askerî Harekâtı 29 Mart 1921.

II. İnönü Savaşı’nın Diplomatik Sonuçları

23 Nisan – 1 Mart 1921 tarihleri arasında vuku bulan II. İnönü Muharebesi’nde ise düşman saldırısının kırılmasını müteakiben yapılan karşı taarruzda Yunan orduları çok sayıda askerini de kaybetmiştir. Bunun sonucunda Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa’ya ithafen;

Siz orada yalnız düşmanı değil milletin makus talihini de yendiniz. İstila altındaki topraklarımızla beraber bütün vatan, bugün en ücra köşelerine kadar zaferinizi kutluyor.

şeklindeki ünlü mesajını yazmıştır. Yunan kuvvetlerinin İnönü’de ikinci defa yenilgiye uğratılması BMM hükümeti için önemli sonuçlar doğurmuştur. Bunları da yine şu şekilde belirtmek mümkündür:

1- İngiltere’nin baskısı ve ağırlığından biraz da menfaat hislerinden dolayı şimdiye kadar ortaklarının yanında zoraki bulunan İtalya, tavrını daha net bir biçimde ortaya koyarak Antalya bölgesindeki birliklerini çekti. Fransızlar ise Ankara hükümeti ile ilişkiler kurmak için uygun zaman ve zemin aramaya başladı.
2 – İngilizlerin de Yunanlara olan güveni azaldı.
3 – Milletin kurtuluşa olan ümidi arttı.
4 – Milletin hükümete ve orduya güveni arttı.

Kütahya – Eskişehir Savaşları: Bağımsızlığın Kıvılcımları Hareketleniyor

14 Temmuz 1921 günü muharebeler iyice şiddetlenmiştir. Zor durumda olan 12. gruba gönderilen ihtiyatlar kaybolmakta karargahla da iletişim kuramamaktadır. Engebeli bir coğrafyada uzun mesafeli intikaller nedeniyle açılan gedikleri zamanında kapamak da mümkün olmamaktadır. Bu şartlar altında 12. Grup Kolonkaya cephesinden daha kuzeyde 4. Grup sol kanadına gerilemek zorunda kalır. Her iki tarafında zaiyatı giderek ağırlaşmakta Türk birlikleri yoğun topçu ateşi altında erimektedir. 15 Temmuz 1921 sabahı, Tümen Komutanı Yarbay Nazım Bey de dahil olmak üzere 4. Tümen komuta kademesine 4. Tümen komuta kademesinin neredeyse tamamen şehit olması sadece Nasuhçal – Yumruçal kesimini değil bütün savunmayı sarsar. Cepheyi yarmak için 5. Kafkas Tümeni – 4. Tümen mevziilerine dört tümenle taarruzu yoğunlaştıran Yunanlar, Yumruçal ve İğdeçal gibi önemli direnekleri almayı başarırlar. Nasuhçal da, takviye destek sayesinde bir süre ayakta kalır. Ancak cephenin yarılması kesinleşince 16 Temmuz 2021 gecesi İsmet Paşa, Eskişehir – Seyitgazi hattına çekilerek yeniden savunma düzeni alma emrini vermek zorunda kalır.

Geri Çekilme

16 – 17 Temmuz 2021 gecesi Kütahya – Eskişehir arasında tam bir kaos hakimdir. Özellikle 3. Kafkas Tümeni, 4. ve 7. tümenlerin subay zaiyatı çok ağır olduğundan emir komuta zinciri çökmüştür. Birlikler dağılmakta yabancı olduğu coğrafyada gece karanlığında ne yapacağını bilmeyen erat (askerler) nerede bir kalabalık görse oraya koşturmaktadır. Birliklere Rızapaşa – Seyitgazi hattında toplanmaları emredilmiştir. Lakin subaysız kalmış birliklerde erat ne yöne gittiğini bile bilmemektedir. Bu nedenle sabah olduğunda 30.000’den fazla kayıp asker olduğu görülecektir. Facianın büyümesini Yunan birliklerinin 16 Temmuz 1921 gecesini dinlenerek geçirmesi önler. Durumun ciddiyetini gören Mustafa Kemal Paşa, aynı gece trenle, cepheye İsmet Paşa’nın yanına gelir. İki gün önce gruplardaki süvari tümenlerinin bir araya getirilmesiyle oluşturulan 5. Grup ve Halit Bey’in 12. Grubu’nun emniyetinde Kütahya’da kapandan sağ çıkabilen birlikler emredilen hatta savunma düzeni almaya başlarlar. 16 Temmuz 1921 gecesi Türkleri elinden kaçıran Yunan tümenleri ise ertesi gününlerini boşa yürüyerek geçirirler.

Eskişehir Muharebeleri

Çekilme sonrasında hassas durumda olan 4. Grup’tur. 17 Temmuz 1921 sabahı Kemalettin Sami Bey’in grubunda toplanma yerine ulaşan asker sayısı ancak bir alay mevcudundadır. Bu anda takipçi Yunan tümenlerinin önünü kesme görevi 12. Grup’a verilir. Ilgaz Boğazı’nı örten Deli Halit Bey burada Yunan birliklerini elinden geldiğince oyalar. Ancak takipteki dört Yunan tümeninden ikisi aniden cephesini Seyitgazi’ye çevirmiştir. Bunun sonucunda Batı Cephesi kuvvetlerinin kuşatılması durumu ortaya çıkar. 12. Grup bu kez oraya yetişip Ankara’ya çekilme yönünü açık tutacaktır. 18 Temmuz 1921 günü Yunanlar üç tümenle Eskişehir, beş tümenle Seyitgazi yönünde baskısını arttırır. Dövüşerek çekilen Türk birlikleri fazlasıyla hasar almış, erimiştir. Artık Eskişehir’de tehlikededir. Mustafa Kemal Paşa’ya Ankara’ya dönmeden önce İsmet Paşa’ya “gerek duyduğu anda askerliğin gereğini yapmasını, siyasi sonuçları düşünmeksizin birlikleri Sakarya Nehri’nin doğusuna (Polatlı – Haymana) çekmesini” salık verir. Çünkü ordu Yunanlarla arasına en az bir haftalık mesafe koymadan savaşa devam edebilecek durumda değildir.

Sakarya Doğusuna Çekilme

İsmet Paşa’nın niyeti asıl kuvvetleriyle 4. ve 12. gruplara yüklenen Yunanların boş bir anını yakalamaktır. Daha sonra ise Eskişehir kesimindeki tümenlerine taarruz etmektir. Böylece bunların geri kalan birliklerle bağlantılarını koparacaktır. Bu sırada, Seyitgazi kesiminde 12. Grup’un dayanması şarttır. Ordu boyutunda kıtaata (asker birlikleri) daha önce komuta etmemiş olan Papoulas ise kolordular arasında eşgüdümü sağlayamamaktadır. En kuzeydeki Trikupis Grubu’na acele Eskişehir kesimine III. Kolordu’ya yardıma gitmesini emreder. Ancak karşısındaki 1. Grup Trikupis’in tümenlerine bu izni vermez. Yunan Ordusu’ndaki bu zafiyet 21 Temmuz 1921 sabahı büyük bir hataya yol açar. Kolordu blokları arasındaki geniş boşluk tam olarak İsmet Paşa’nın beklediği fırsattır. 13 tümenle bu hatta bir baskın taarruz yapar. Harekat önce başarıyla gelişir. Ancak kendini toparlayan Yunanlar karşı taaruzla bu tümenleri geri atar. Batı Cephesi’nin son girişimi de sonuçsuz kalmıştır. Daha fazla zorlamaya gerek yoktur. İsmet Paşa 22 Temmuz 1921 sabahı Mahmudiye üzerinden Sakarya Nehri’nin doğusuna çekilme emrini verir.

Beklendiği üzere Batı Cephesi kuvvetlerinin yaklaşık 120 km’lik çekilmeyle düşmana geniş bir hareket sahası bırakması TBMM’de büyük tepkiyle karşılanır. Muharebeler Ankara’nın kapısına dayanmıştır ve ordunun durumu umut verici değildir. Bu kaotik ortamda Mustafa Kemal Paşa’nın ordunun başına geçmesi gündemdedir. Paşa kurulduğu günden beri zaten orduyla yakından ilgilidir. Ancak 9 Temmuz 1919 tarihinde askerlikten istifa ettiğinden beri sadece Meclis Reisi’dir. Reis Paşa mebuslardan gelen bu teklifi “Meclisin orduyla ilgili yasama ve yürütme yetkilerinin üç aylık bir süre için kendisine verilmesi şartıyla” kabul edeceğini söyler. Emirleri kanun hükmünde olacaktır.

Başkomutanlık Kanunu’nun Kabulü ve Tekalif-i Milliye Emirleri

Başkomutanlık Kanunu 5 Ağustos 1921 günü yapılan oylamayla kabul edilir. Müdafaa-i Hukuk kökenli mebuslar Mustafa Kemal Paşa’dan başka kimsenin içine düşülen durumdan orduyu çıkaramayacağı düşüncesiyle muhalif 2. Grup ise bu şekilde Mustafa Kemal efsanesinin sona ereceği ve Anadolu’ya geçmek için bir ordu topladığını duydukları Enver Paşa’nın önünün açılacağı inancıyla Başkomutanlık Yasası’na “evet” dedi.

Yurdun ve ordunun içinde bulunduğu olağanüstü şartlar altında Başkomutan da olağanüstü tedbirler alma yoluna gider. 7 Ağustos 1921 günü yayımladığı Tekalif-i Milliye (Milli Yükümlülükler) Türk halkını ordususuna borç vermeye zorlar. Tekalif–i Milliye bir zorunlu borçlanmadır. Vatandaş bedelli zaferden sonra geri ödenmek şartıyla, elindeki gıda ürünlerinin, besi hayvanlarının, yapı malzemesinin, yakıtın %40’ını, silah ve cephanenin ise tamamını Türk ordusuna verecektir. Bu aynı zamanda paşanın, bağımsızlığın tek çaresi olan “topyekün harp” amacına da ulaşmasını sağlar. “Tartışılmayacak tek bir lider etrafında kenetlenmiş, varıyla yoğuyla harbe iştirak etmiş bir halk ve onu temsil eden meşru bir siyasal yapı” Türk milleti, Mustafa Kemal Paşa’nın milli yükümlülüklerini kabul edip garbe iştirak ettiği anda “mücadelenin de bu milletin de de tek lideri sensin. Senin etrafında birleştik.” cevabını vermiştir. Bu bütün Türk milletinin savaşı kabul ettiği andır.

Bağımsızlığın kıvılcımı; beklenmedik bir yerden, beklenmedik bir zamanda gelir. Kütahya – Eskişehir Savaşları, bir ulusun yeniden doğuşunun tetikleyicilerinden oldu. Bu savaşlar, birer yenilgi gibi görünse de, aslında bağımsızlık ateşinin kıvılcımlarını hareketlendirdi. Kütahya – Eskişehir Savaşları; bağımsızlığın sadece bir hedef olmadığını, aynı zamanda bir milletin kenetlenmesiyle gerçekleştirilebilecek bir zafer olduğunu ortaya koymuştur. Bu savaşlar, bir ulusun kendi kaderini çizme gücünün, bağımsızlığın ve özgürlüğün sembolü haline gelmiştir.

Tekalif-i Milliye Emirleri.

İnsanoğlunun içerisinde bulunduğu her hissiyat gibi bağımsızlığın da bir ezgisi vardır. Sakarya Meydan Muharebesi; bir ulusun şahlanışının ve bağımsızlığın canlı örneği olarak karşımızdadır. Sakarya’nın suları bağımsızlığın ezgisini söylerken biz de bu eşsiz parçanın geldiği destanı sizlerle paylaşıyoruz.

Sakarya Meydan Muharebesi: Bağımsızlığın Ezgisi

Muharebe, 23 Ağustos 1921 sabahı Yunan 1. Kolordusu’nun Mangal Dağı ve Türbetepe’ye taarruzu ile başlar. Demirözü Vadisi’nden cepheyi yarmak için yüklenen üç tümen kuvvetli topçu desteğiyle vadiyi kontrol eden Mangal Dağı ve Türbetepe’ye yüklenirler. Öğlen başlayan fırtınayı da arkasına alan Yunan kolordusu akşam saatlerinde ön hat mevziilerine girmiştir. Gece şiddetini arttıran fırtına nedeniyle 5. Tümen topçusu görüş alamaz, ateşi kesmek zorunda kalır. Takviye istemek için 2. Grup karargahına giden tümen komutanı burada grup komutanından beklemediği bir emir alır: “Derhal Mangal Dağı’nı boşaltın.” 2. Grup o gece aynı zamanda sol kanadı tutacak birlikler gelene kadar Yunan II. Kolordusu’nun kuşatmasını da engellemek zorundadır. Elindeki ihtiyatı burada kullanmak isteyen grup komutanının tercihi, başkomutanın büyük tepkisine neden olur. Ancak bu durum normaldir. Bu karar zorunluluktan verilmiştir. Her ne kadar öyle olsa da daha muharebelerin ilk gününde çok stratejik bir direnek elden çıkmıştır. Demirözü Vadisi’nin savunması yalnız Türbetepe’ye kalmıştır.

24 Ağustos 1921 sabahı kuzeydeki III. Kolordu da muharebeye dahil olur. İhtiyattaki 1. Grup Mangal Dağı kuzey eteğinde savunmaya geçer ve ilk günün sarsıntısı kısmen atlatılır. Daha sonra, muharebelerin üçüncü gününde Türbetepe’nin elden çıkmasıyla cephe yarılma noktasına gelir. Ancak ihtiyattaki 3. Kafkas Tümen Komutanı inisiyatif kullanarak emir almadan harekete geçer, Yunanları karşı taarruzla püskürtür. 26 Ağustos 1921 günü ise eldeki ihtiyatlar yetmediğinden cephe orta kesiminden alaylar koparılarak gedikler yamanmaya çalışılır. Aynı gün gece saatlerinde tümenlerden gelen raporlarla ümitsizdir. Bir ara Mustafa Kemal Paşa, muharebeye gerekirse Ankara’da devam etme düşüncesiyle meclisi Kayseri’ye naklini önerecek duruma gelir. Ancak güney kesimdeki Fevzi Paşa ile yaptığı görüşme sabırla dövüşmeye devam etmeleri gerektiğini gösterir. O gece vereceği bir emir muharebelerin seyrini değiştirecektir.

Zafer Tepe, Polatlı, Ankara, 9 Eylül 1921.

Hattı müdafaa yoktur, sathı-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Memleketin her karış toprağı vatandaş kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz.

Sakarya Meydan Muharebesi’nde Stratejik Çekilme ve Yunan Ordusunun Durumu

27 Ağustos 1921 tarihinden itibaren başkomutanın emri uyarınca birlikler geniş arazi parçaları bırakarak çekilmemekte, asker dayanabildiği ilk noktada savaşmaya devam etmektedir. Kuşatma için doğuya açılan Yunan II. Kolordusu ise karşısında onları bekler halde 1. Grup’u bulmuş, baskın planı suya düşmüştür. Yunanlar iki kolorduyla cephe güneyinden bütün güçleriyle yüklenirler. Bu sırada, Demirözü Vadisi ve Güzelcekale tepelerinde Milli Mücadele’nin en kanlı muharebeleri gerçekleşmektedir. Türk ordusu dövüşerek stratejik çekilme uygulamakta Yunanları sürekli muharebenin içinde tutmaktır. Bir an evvel sonuç almak isteyen General Papoulas taarruz üstüne taarruz yenilerken ikmal üslerinden uzaklaştığını, uzatmaya çalıştığı Türk cephe hattının aksine kıvrılarak kısaldığını fark edemez.

Artık Yunanlar kendi strajelerine göre değil Mustafa Kemal Paşa’nın kurduğu plana göre savaşmak durumundadır. Bu sırada süvari grubu ve mürettep tümen baskınlarla Fettahoğlu Köprüsü’nden iki kolorduya akan ikmali keserler. Artık Mustafa Kemal Paşa, General Papoulas’ın soluk borusunu sıkmaya başlamıştır. Yunan komutanın bütün gücüyle saldırmaktan başka çaresi yoktur. General Papoulas’ın Türk ordusunu güney kanattan kuşatma hamlesi de Demirözü’nden cepheyi yarma planı da etkisiz kalmıştır. Yunanların zayiatı hızla artmakta ancak Türk direnişi giderek sertlrşmektedir. Yalnızca Prens Andreas’ın kolordusunun zaiyatı bir tümenden fazladır. Yunan komutan en baştan beri oyalama taarruzu yaptırdığı III. Kolordu’yu kesin sonuçlu muharebeye sokar. Amacı Baraközü Vadisi’nden cepheyi yararak Ankara’nın kapısı olarak gördüğü Çal Dağı’na ulaşmaktadır.

Sakarya Meydan Muharebesi’nde Türk Direnişi ve Yunan Çekilmesi

Bu kesimde inatla dövüşen 4. Grup buna müsaade etmez. Sath-ı müdafaa yaparak çekilen birlikler nihayet 30 Ağustos 1921 gecesi Çal Dağı’nı merkeze alan 3. savunma hattına yerleşirler. Sekiz gündür devam eden muharebelerin düğümü burada çözülecektir. O gece Yunanlar savunmadaki bir açıklıktan faydalanarak Çal Dağı’nı ele geçirme noktasına gelirler. Ancak sahneye çıkan 190. alay büyük fedakarlıkla Yunan tümenini geri atar.

Mustafa Kemal, Zafer Tepe’den Duatepe’de cereyan eden muharebeleri takip ederken.
Polatlı, Ankara, 9 Eylül 1921.

Uzun süre sayıca ve ateş gücü bakımından üstün Yunanlar karşısında direnen Türk birlikleri 3 Eylül 1921 gecesi bir adım geriye çekilerek dağı boşaltırlar. Türk süvarisinden kurtarabildiği son cephanesi ve bütün gücüyle yüklenerek Çal Dağı’nı nihayet ele geçiren General Papoulas, Mustafa Kemal Paşa’yı pes ettirememiştir. Yunan komutan yıkılmıştır. Çünkü Türk askeri 4 km kuzeye gerilemiş siper kazmaktadır. 13 günde ordusunun üçte birini bozkıra gömmüş, buna karşın sadece 15 km yol alabilmiştir. Elinde bir bozkır parçası, önünde ise Ankara’ya kadar 75 km yol alabilmiştir. Devam ederse ordusunun geri kalanını da kaybedecektir. 6 Eylül 1921 tarihine kadar son ulaştığı hattı korumaktan ve çekilme kararını Atina’ya nasıl anlatacağını düşünmekten başka bir şey yapamaz. Nihayet 7 Eylül’de önce ağırlıklarını Sakarya batısına çekmeye başlarlar.

Mustafa Kemal Paşa Papoulas’ın çekilme niyetini anlamıştır. Buna karşın elbette bir eylem hazırlığı vardır. Onu tam ters istikametten, cephe kuzeyinden vurmak için 10 Eylül sabahı karşı taarruza başlar. İlk günden beri oyalama taarruzu yapan 7. Tümen’in başarılı savunması sayesinde Yunanların diğer birlikleri imha olmadan çekilmeyi başarır. Daha sonra, 13 Eylül sabahı son Yunan askeri de Sakarya’nın batısına geçmiştir.

Sakarya Meydan Muharebesi Sonrası Türk Millet Meclisi’nde Yaşananlar ve Mustafa Kemal Paşa’nın Gazi Unvanı

Çok kritik bir dönüm noktası olan Sakarya Meydan Muharebesi’ndeki strateji, daha gevşek olan Yunan güney hattına gizlice yönelmekten ve kuvvetleri süratle yığmaktan geçiyordu. Türk ordusunun sayıca yegane üstünlüğü olan süvari kuvvetlerinin süratli ve ani hareketiyle, iki tarafın inatçı savaşı çok kısa sürede Yunanların gerilemelerine neden oldu. Ama bu gerilemenin Eskişehir’in ötesinde Afyon hattında durduğu da bir gerçektir. Ordunun donatımı başlamıştı. Sakarya Muharebesi’nde ve öncesinde önemli sıkıntılar yaşayan Meclis Hükümeti için bu zafer çok değerliydi.

Bu zaferin ardından Mustafa Kemal Paşa “Gazi” ve “Müşir” (Mareşal) rütbesi kazandı. Mustafa Kemal Paşa kendisine verilen bu unvanları “askerlik hayatının en büyük gurur kaynağı olarak taşıyacağını” belirtmiştir ve öyle de olmuştur. Bilhassa kendinden “Gazi” diye bahsedilmesinden büyük bir onur ve mutluluk duyardı. Bizzat Mustafa Kemal Paşa tarafından üç ay sınırlandırılmasına rağmen her üç ayın sonunda süre uzatımı meclis gündemine geldiğinde büyük tartışmalara yol açmıştır. Özellikle 12 Nisan 1922 tarihinde yapılan görüşmelerde Milli Mücadele’nin siyasi kırılma noktalarından birisi geride kalmıştır. Meclis krizin eşiğinden dönmüştür. Daha sonra temmuz aynı başında da muhalif İkinci Grup’un önerisiyle “İcra Vekilleri Heyeti’nin TBMM Başkanı’nın önerdiği değil meclisin seçeceği isimler arasında belirlenmesi” yönündeki kanun teklifi, heyetin çoğunluğunun yine Mustafa Kemal Paşa’nın birlikte çalıştığı isimlerden oluşması ve başvekil olarak da Rauf Bey’in seçilmesiyle ikinci bir krize yol açmadan kabul edilmiştir.

İzmit, 18 Haziran 1922.

Başkomutanlık Kanunu’nun Uzatılması ve Büyük Taarruz’un Başlangıcı

6 Ağustos’ta bitecek olan Başkomutan Kanunu uzatma süresinin hazırlıklara sekte vurmaması adına 20 Temmuz 1922 tarihinde Başkomutanlık Yasası son kez açık oturumda görüşülmüştür. Başkomutanın “Türk ordusunun artık olağanüstü yetkilere ihtiyaç duymayacak bir seviyeye geldiğini, bu kanuna yakında gereksinim kalmayacağını” ifade ettiği konuşmasının ardından Başkomutanlık Kanunu süresiz olarak uzatılır.

Büyük Taarruz öncesinde uzun bir hazırlık devresi vardır. Ankara Hükümeti, büyük bir sabır ve sert bir kanunlarla savunma tedbirleri almıştır. Buna ek olarak yeni bir bütçe uygulamıştır. Yapılan taarruz gerçekten iyi hazırlanmış bir planın ürünüdür. Karşıdaki ordunun ne yapacağı tahmin edildiğinden savaş tam anlamıyla bir kurmaylar muharebesi şeklinde gelişmiştir. O planı yapanların içinde sadece bir kumandan, bir görüş yoktur, bir sürü görüş vardı. Onların muhassalası söz konusudur. O muhassalayı yapan adam ise büyük mareşal ve başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa’dır. Büyük taarruz başlamadan evvel kurmaylar planlamayı yaparken Gazi Mustafa Kemal’in planına hemen herkesin itiraz ettiği “Bu çok iddialı, bunu gerçekleştiremeyiz.” dediği, Gazi’nin ise “Ya bunu gerçekleştireceğiz ya da gerçekleştiremezsek zaten bittik.” dediği malumdur.

Sabah saat 05.30’da topçu ateşiyle Büyük Taarruz’un başlaması, Kocatepe, Afyonkarahisar, 26 Ağustos 1922.

Taarruz öncesinde dış dünyada Türklerin müstehkam mevkiileri bertaraf edeceğine inanılmıyordu. Ancak düşman tarafı ve İtilaf Devletleri’nin beklemediği bir şekilde, 26 Ağustos 1922 sabahı saat 05.15’te ardı ardına patlayan toplar, Türk ordusunun sürpriz taarruzunu duyurdu. Yaklaşık 10 dakika süren hazırlık ateşinden sonra, 149 top birden Yunan mevzilerine yoğun ateş açtı. Saat 06.00 itibarıyla sekiz piyade tümeni birden hücuma geçti. Yunan ön hatlarının tamamen çökmesiyle piyadeler beklenenden daha hızlı ilerledi. Taarruzun ilk saati dolmadan Kalecik Sivrisi, Tınaztepe’nin büyük bir kısmı, Belentepe ve Çiğiltepe’nin batı sırtlarını ele geçirdik. Ancak bu hızlı ilerleyiş, piyadeleri topçu desteğinden yoksun bıraktı.

Türk Ordusunun Kesin Zaferi: Büyük Taarruz ve Aslıhanlar Ovası’ndaki Kuşatma

Bu nedenle, Yunan kuvvetleri son savunma hatlarında direnmeyi başarsalar da, piyadelerin hızlı ilerleyişi onları topçu desteğinden mahrum bıraktı. Nitekim ağır bataryalar için henüz yollar yapılmamış olduğundan, piyadeleri örtme ateşiyle koruyacak toplar ileriye taşınamadı. Buna rağmen, Yunanlar son savunma hatlarında tutunmayı sürdürdüler. Gün batarken Tınaztepe’de Yunanların geri aldığı bazı mevziler, 15. Tümen’in gece yaptığı hücumla tekrar Türklerin eline geçti. Cephenin ilk günü tamamlanmasa da Yunan savunması büyük ölçüde çökmüştü. Süvarilerin cephe gerisine sarktığı anlaşıldığında, Yunanların geri sayımı başladı. 29 – 30 Ağustos gecesi, 23. Tümen’in Arpagediği ve Kızılca geçitlerini kapatması iki Yunan grubunun bağlantısını kesti.

Tek çıkış yolu batıdaki Kızıltaş Vadisi olan Aslıhanlar Ovası’nda, 30.000 askerle sıkışan Trikupis kuşatma altına girdi. 4. Kolordu beş, 6. Kolordu iki tümenle bu grubu ovaya hapsederek hareket alanını kısıtladı. Yunan ordusunun Küçük Asya’nın üçte birlik gücünün burada kıskaca alındığı bilgisini alan Mustafa Kemal Paşa, harp meydanına gelerek bizzat komutayı eline aldı. Muharebeyi Avcı hatlarına çok yakın bir noktadan yöneten Mustafa Kemal, Yunanların önce ovanın ortasındaki Adatepeler’e sığınarak direnmelerini izledi. Ancak 70’ten fazla topun yoğun ateşi altında kalan bu dar alanda Yunanlar fazla dayanamayıp akşama doğru Kızıltaş Vadisi’ne doğru kaçışa başladılar. Allıören köyü civarında Trikupis Grubu’nun büyük bir kısmı imha oldu. Bununla birlikte 12.000 kişilik bir grup başlarında I. Kolordu Komutanı General Trikupis ve II. Kolordu Komutanı General Digenis ile birlikte 4., 5., 9., 12. ve 13. tümen komutanlarının da olduğu bir grup kaçmayı başardı.

Kocatepe, Afyonkarahisar, 26 Ağustos 1922.

İzmir’in Kurtuluşu ve Yunan Ordusunun Geri Çekilmesi

Haczanestis’in İzmir’deki ordusunun başına ne geldiği hakkında hiçbir bilgi yoktur. Yunan askerleri, imha olmaktan kaçarak hızla çekilmeye başlamışlardı. Başkomutan Mustafa Kemal, kaçan Yunan kuvvetlerini takip etmek ve Eskişehir’deki Yunan kuvvetlerinin Kocaeli ve Trakya’daki kuvvetlerle birleşip toplanmalarına fırsat vermemek için 1 Eylül 1922’de I. ve II. Ordu birliklerine “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz ileri!” emrini verdi. Bu emirle, İzmir istikametinde ilerleyen kuvvetlerimiz 1 Eylül’de Uşak’ı, 2 Eylül’de Eskişehir’i, 3 Eylül’de Nazilli, Simav, Salihli, Alaşehir ve Gördes’i, 6 Eylül’de Balıkesir ve Bilecik’i, 7 Eylül’de Aydın’ı, 8 Eylül’de Manisa’yı kurtardı. Yunanlıların çekildikleri şehirlerde yaptıkları tahribat göz önünde bulundurularak, 7 Eylül’de I. Ordu’nun süratle İzmir’e yürüyüp, şehrin yakılmasına engel olunması emri geldi. 9 Eylül sabahı Türk Süvari Kolordusu iki koldan İzmir’e girdi. Halkapınar’da yaşanan kısa bir çatışmadan sonra 1. ve 2. Süvari Tümenleri hızla Kordon’u geçerek Konak’a ulaşır.

Yüzbaşı Şerafettin Vilayet Konağı’na ve Yüzbaşı Zeki Sarıkışla’ya Türk bayrağını çekerler. Şehre Karşıyaka’dan giren 14. Süvari Tümeni ile birlikte Fahrettin Paşa, asayişi sağlayacak asıl kuvvetler gelene kadar İzmir’in idaresini ele alır. Türk süvarisi İzmir’e girdiği sırada şehirde Yunan askeri varlığı yalnızca küçük gruplardan ibarettir. Frangou ile beraber Alaşehir’den çekilen Yunan birlikleri, İzmir’e girmeksizin Çeşme Yarımadası’na yürüyüşe devam etmektedir. 4 Eylül’de göreve çağrılan ve Yunan ordusundan geriye kalanın başkomutanlığına getirilen General Polymenakos, göreve başlar başlamaz şehirdeki Yunan bürokrasisini tahliye etmiştir. Kendisi de karargahını bir Yunan savaş gemisine taşıyarak İzmir’den ayrılmıştır.

Bağımsızlığın ikonları: Genelkurmay Başkanı Fevzi (ÇAKMAK) Paşa ile İzmir’e gelişi, İzmir, 10 Eylül 1922.

İzmir’in Kurtuluşu ve Sonrasında Gelişen Diplomatik Çekişmeler

10 Eylül sabahı 8. Piyade Tümeni İzmir’e girerek şehri güvenliğe alır. I. Kolordu Komutanı, İzmir Askeri Valisi olarak görevlendirilmiştir. İngiliz İşgal Komiseri’nin İzmir temsilcisi Sir Harry Lamb, şehirdeki Hristiyan azınlığın durumu hakkında bilgi almak için Vilayet Konağı’na geldiğinde, I. Ordu Komutanı Nurettin Paşa tarafından sorularına kaçamak cevaplar verir. Bu soğuk tavır, Sir Lamb’ı tedirgin eder. Ertesi gün valiliğe tekrar geldiğinde Mustafa Kemal Paşa ile karşılaşır. Paşa’ya “İzmir’deki azınlıkların durumu ne olacak?” diye sorduğunda, başkomutanın tepkisi öfke doludur: “Ne sizi ne de İstanbul’daki komiserinizi tanımıyoruz. Ülkenizle aramızda savaş hukuku devam etmektedir.” Bu durum, Ankara’nın İngiltere’ye savaş ilan ettiği anlamına mı gelmektedir? Londra, Mustafa Kemal’den bu soruya yazılı olarak cevap vermesini ister. Mustafa Kemal Paşa, “ne savaştayız ne de barış içindeyiz” anlamı taşıyan bir mektupla yanıt verir. Bu cevaptan tatmin olmayan Londra, tehlikenin farkında olarak teyakkuza geçer. Ayrıca, Yunan Başkumandanı General Trikopis 2 Eylül’de esir alınmıştır.

İlber Ortaylı’ya göre, 1526 yılında Mohaç’ta elde edilen zafer, Osmanlı İmparatorluğu için bir dönüm noktasıdır. Buna ek olarak Avrupa tarihini derinden etkilemiştir. Bu zafer, imparatorluğun zirveye ulaştığı an olarak yorumlanabilir. Tarih sahnesinde ileriye doğru yaklaşık 400 yıl atladığımızda, 30 Ağustos 1922 tarihinde Dumlupınar’da gerçekleşen Başkumandanlık Meydan Muharebesi, Türklerin Anadolu’daki topraklarını nasıl başarıyla savunduğunu gözler önüne serer. Aynı zamanda, 1071 yılında Malazgirt Zaferi ile Türklerin Anadolu’ya adım attığı gün olan 26 Ağustos, 1922’de bir kez daha önem kazanır. Çünkü bu tarih, Türklerin Anadolu’dan ayrılmayacağının da kanıtıdır. Gerçekten de Türklerin ayrılma şansının olmadığı açıktır. 3 – 11 Ekim 1922 tarihleri arasında yaşanan Türk-Yunan Savaşı, hem Batı Cephesi’ni hem de Kurtuluş Savaşı’nı sona erdirir.

Doğu Trakya’nın Diplomatik Yolla Teslimi ve Mütarekenin Sonuçları

15 Ekim’de yürürlüğe giren mütarekede kararlaştırılan Doğu Trakya’nın teslimi işini Refet Paşa görev alır. Doğu Trakya valiliğine atanan Refet Paşa, barış sağlanıncaya kadar BMM hükümetinin bir temsilcisi olarak görevini sürdürür.

Sonuç itibariyle mütareke, Türk İstiklal Savaşı’nın silahlı mücadele yönünün Türk’ün zaferiyle sonuçlandığının yazılı belgesidir. Mütarekeyle birlikte Doğu Trakya bölgemiz silahlı mücadeleye gerek kalmadan diplomasi yoluyla elde edilmiştir. Türkler Avrupa’dan bütün gayretlere rağmen atılamamıştır. Bu durum Asya’nın Avrupa’ya karşı bir zaferi olarak yorumlanmıştır. Lloyd George’un Yakındoğu politikasını iflas ettirip siyasi hayatını da sona erdirmiştir. Onun politika alanından silinmesi Ortadoğu’da barışın kurulması ümidini kuvvetlendirmiştir. Yunanistan’da da Anadolu macerasından sorumlu altı devlet adamı idam edilmiştir.

İngiltere’yi temsil eden General Harrington, Mudanya Mütarekesi’nin imzalandığı evin önünde, 1922.

Bağımsızlığın İkinci Şafağı: Lozan mı Sevr mi?

Bağımsızlığın ikinci şafağı Lozan’da mı doğdu? Bu sorunun yanıtını ararken Mustafa Kemal’in yolunda yürümeye devam ediyoruz. Bulunduğumuz bölümde, Lozan ve Sevr antlaşmalarının bağımsızlık yolunda nasıl bir etkisi olduğunu, bu iki antlaşmanın Türkiye’nin kendi kaderini çizme yolunda nasıl bir rol oynadığını detaylıca inceleyeceğiz. Bu antlaşmalar ve aralarındaki önemli farklar; bir ulusun kendi kaderini çizme gücünün, bağımsızlığın ve özgürlüğün sembolü haline gelmiştir. Tarihin bu önemli dönüm noktasında, bağımsızlığın ikinci şafağının hangi antlaşma ile doğduğunu birlikte keşfedeceğiz.

Lozan Antlaşması ile Sevr Antlaşması’nın karşılaştırılması, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecindeki iki dönüm noktasını aydınlatır. Sevr Antlaşması, Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasını ve Türk yurdunun büyük bir kısmının yabancı devletlerin kontrolüne geçmesini öngörüyordu. Bu antlaşma, özellikle Karadeniz, Yunanistan, Marmara Denizi, Suriye ve Mezopotamya gibi stratejik bölgelerde sert sınırlamalar getiriyordu.

Karadeniz bölgesinde, Boğaziçi’nin uluslararası bir komisyon tarafından kontrol edilmesi isteniyordu. Buna ek olarak Boğazların tamamen yabancı devletlerin denetimine açılması öngörülüyordu. Yunanistan ile ilgili olarak ise, İstanbul’un hemen yakınlarındaki bazı bölgelerin Yunan kontrolüne geçmesi gündemdeydi. Marmara Denizi’nin kontrolü ve Boğazların girişi de yine yabancı güçlerin eline geçecekti.

Suriye ve Mezopotamya konusunda Sevr, Türkiye’nin güney sınırlarını büyük ölçüde daraltıyordu. Özellikle petrol bakımından zengin Musul ve Kerkük gibi bölgelerin yabancı devletlerin kontrolüne geçmesi planlanıyordu. Bununla birlikte, Kuzeydoğu sınırları ise, İran ve Rusya ile olan eski hudutlar baz alınarak çiziliyordu. Bu bölgelerde de Türkiye’nin toprak kaybına uğraması öngörülüyordu.

Buna karşılık, Lozan Antlaşması ile Türkiye’nin egemenliği yeniden tesis edildi. Karadeniz bölgesinde Türkiye’nin kıyı hakları ve Boğazlar üzerindeki egemenliği tanındı. Boğazlar konusunda uluslararası bir rejim kurulsa da, bu Türkiye’nin egemenlik haklarını tamamen ortadan kaldırmıyordu. Yunanistan ve Türkiye arasındaki sınır, Lozan’da adil bir şekilde çizildi. Batı Anadolu’daki Yunan işgali sona erdi. Suriye ve Mezopotamya konusunda ise, Lozan’da Musul meselesi hariç, Türkiye’nin güney sınırları büyük ölçüde korundu. Musul konusu daha sonraki bir tarihte çözüme kavuşturulmak üzere ertelendi.

Sevr Antlaşması’nın Kürt ve Yunan Maddeleri ve Bunların Sonuçları

Sevr Antlaşması’nda öngörülen düzenlemeler arasında, Kürdistan için özel bir statü ve yerel muhtariyetin tanınması da bulunmaktaydı. Fırat Nehri’nin doğusunda, Ermenistan’ın güney sınırına komşu ve Kürt nüfusunun çoğunlukta olduğu bölgelerde yerel yönetim haklarının tanınması planlanıyordu. Bu düzenlemelerin detayları, antlaşmanın yürürlüğe girmesinden altı ay sonra İstanbul’da toplanacak olan İngiltere, Fransa ve İtalya’dan delegelerin yer alacağı bir komisyon tarafından belirlenecekti.

İzmir ve çevresinin Yunanistan’a bırakılması da Sevr Antlaşması’nın tartışmalı maddelerinden biridir. Bu durum, Batı Anadolu’da Yunan işgaline ve sonrasında Türk Kurtuluş Savaşı’nın Batı Cephesi’nde yaşanan savaşlara yol açtı.

Yunanistan’a ilişkin olarak, Marmara Denizi’ndeki adaların Osmanlı hâkimiyetinden çıkarılarak Yunanistan’a bırakılması öngörülüyordu. Ancak İmroz ve Bozcaada (Tenedos) gibi stratejik öneme sahip adalar üzerinde Türkiye’nin bütün hak ve yetkilerinden Yunanistan lehine feragat edilmesi kararlaştırıldı. Ayrıca, 1913 Londra Antlaşması ve 1913 Atina Antlaşması uyarınca Yunanistan’ın hakimiyetini kazandığı Ege Denizi’ndeki diğer adalar üzerindeki hakları da Sevr Antlaşması’yla teyit ediliyordu. Bu düzenlemeler, Türkiye’nin Ege Denizi’ndeki egemenlik haklarını büyük ölçüde sınırlandırmaktaydı.

Sevr Antlaşması’nın bu maddeleri, Türkiye için ağır kayıplar ve egemenlik haklarının önemli ölçüde kısıtlanması anlamına geliyordu. Ancak bu antlaşma, Türk Kurtuluş Savaşı’nın ardından imzalanan Lozan Antlaşması’yla geçersiz kılınmıştır. Böylece Türkiye’nin egemenlik hakları yeniden tesis edilmiştir.

Bağımsızlığın Engeli: Sevr Antlaşması’nın Osmanlı Üzerindeki Etkileri

Sevr Antlaşması, Osmanlı İmparatorluğu’nun sonunu işaret eden ve Anadolu’daki Türk varlığını tehdit eden bir dizi ağır şartı içeriyordu. Antlaşma, Ermenistan, Filistin, Hicaz, Mısır, ve Kıbrıs gibi çeşitli bölgelerdeki düzenlemelerle Türkiye’nin sınırlarını ve egemenliğini büyük ölçüde kısıtlamayı öngörüyordu.

Ermenistan ile ilgili olarak, Erzurum, Trabzon, Van ve Bitlis vilayetleri arasındaki sınırın Amerika Birleşik Devletleri Başkanı’nın hakemliğine bırakılması ve bölgede bir Ermenistan devletinin kurulması planlanmıştı. Bu, Türkiye’nin doğu sınırlarının önemli bir kısmını kaybetmesi anlamına geliyordu.

Filistin’de ise, bölge bir mandater devlete verilecek ve bu devlet, Yahudi ulusal yurdunun kurulmasından sorumlu olacaktı. Bu durum, bölgedeki dini ve etnik gruplar arasındaki dengeyi değiştirecek ve bölgesel çatışmalara zemin hazırlayacaktı.

Hicaz’ın bağımsız bir devlet olarak tanınması ve Mısır’ın ayrı bir devlet haline gelmesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun Arap Yarımadası ve Kuzey Afrika’daki nüfuzunun sona ermesi demekti. Ayrıca, Kıbrıs’taki Osmanlı vatandaşlarının İngiliz tabiiyetine geçmeleri ve Türkiye’nin Kıbrıs üzerindeki tüm haklarından feragat etmesi öngörülüyordu.

Tunus ve Fas üzerinde Fransa’nın himayesini ve İtalya’nın Ege adaları üzerindeki hakimiyetini kabul etmek, Türkiye’nin Akdeniz’deki varlığını ve etkisini büyük ölçüde sınırlandırıyordu. Bu adaların İtalya’ya bırakılması, Türkiye’nin deniz ticareti ve stratejik konumuna darbe vuracaktı.

Sevr Antlaşması’nın getirdiği bu şartlar, Türkiye için kabul edilemezdi ve antlaşma, Türk Kurtuluş Savaşı’nın başlamasına ve Ankara Hükümeti’nin oluşumuna önemli bir etken oldu. Ankara Hükümeti’nin Sevr’e karşı çıkışı ve mücadele kararlılığı, Lozan Antlaşması’yla sonuçlanan başarılı bir diplomasi ve müzakere sürecinin başlangıcı oldu.

Bu bölümde Lozan ve Sevr antlaşmalarının bağımsızlık yolunda nasıl bir etkisi olduğunu, bu iki antlaşmanın Türkiye’nin kendi kaderini çizme yolunda nasıl bir rol oynadığını detaylıca inceledik. Dahası, tarihin bu önemli dönüm noktasında, bağımsızlığın ikinci şafağının hangi antlaşma ile doğduğunu birlikte keşfettik. Ve sonuçta, bağımsızlığın ikinci şafağı Lozan’la, bir ulusun iradesiyle, kendi kaderini çizen Türkiye’nin göğsünde doğdu.

Sevr Antlaşması Haritası.

İstanbul’un Kurtuluşu: Bağımsızlığın Yayılışı

4 yıl 10 ay 23 gün süren işgal dönemi sonrasında, 6 Ekim 1923’te gerçekleşen bu tarihi olay; bir şehrin yeniden doğuşunu ve bir ulusun bağımsızlığının nasıl yayıldığını göstermektedir. Bu bölümde gerçek anlamda bağımsızlığın eski başkentimize nasıl ulaştığını gözler önüne seriyoruz.

İzmir ve Batı Anadolu’nun Yunan işgalinden kurtuluşu gerçekleşmişti, ancak İstanbul ikinci kez işgal altındaydı. İlk işgal, 1204 ile 1261 yılları arasında Bizans’ta Latin Haçlılar tarafından gerçekleştirilmişti. İkinci işgal ise mütareke döneminde yaşanmıştı. Adeta, Fatih Sultan Mehmet’ten sonra, Mustafa Kemal Paşa liderliğindeki Türk ordusu şehri yeniden fethetmek üzereydi.

Bu koşullar altında, Mudanya’da İtilaf Devletleri ile yapılan görüşmeler sonucunda Mudanya Mütarekesi imzalandı. Mütareke sonrası İstanbul’a giren ilk Türk birlikleri, 19 Ekim 1922’de Refet Paşa komutasında şehre adım attı. Daha sonra, 6 Ekim 1923’te Şükrü Naili Paşa’nın komutasındaki birlikler şehre girdi. Aynı gün, mütareke döneminin olumsuz politikacılarından Damat Ferid, sığındığı Fransa’da hayatını kaybetti. Belki de Anadolu ile bağını koparanlar arasında çatışmaya düşen bu kişi, sürgünde uğrayabileceği aşağılanma ve suçlamalardan bu şekilde kurtulmuş oldu. Bir hafta sonra Ankara’nın başkent oldu. Böylece İstanbul, Mudanya Mütarekesi’nden sonra yaşadığı kurtuluş atmosferinden çıkmış oldu. Artık Türk tarihinin yeni bir safhasına geçiş yapıyordu.

Lozan Barış Görüşmeleri.

Bağımsızlığın Üçüncü Şafağı: 28 Ekim 1923

Bağımsızlığın ateşi, bir ulusun kaderini değiştiren o eşsiz an, 28 Ekim 1923’te meşalesine düştü. Bu tarih, Türkiye’nin tarihindeki en önemli dönüm noktalarından biridir. Bağımsızlığın bu üçüncü şafağı, bir ulusun kendi kaderini belirleme hakkını kazandığı ve kendi geleceğini şekillendirebileceği bir dönemin başlangıcını işaret eder. Hepimizin bildiği gibi, tarih tekerrürden ibarettir. Bağımsızlığın bu önemli anı, gelecek kuşaklarımız için bir ilham kaynağı olmaya devam etmektedir.

Efendiler, yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz!

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Efendiler, yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz” sözleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş anının müjdecisidir. Bu sözün hikayesini Gazi, bizzat kendisi Nutuk’unda anlatır:

Gece olmuştu. Çankaya’ya gitmek üzere meclis binasını terk ederken koridorlarda beni beklemekte olan Kemalettin Sami ve Halit Paşalara tesadüf ettim (karşılaştım). Ali Fuat Paşa, Ankara’da hareket ederken bunların Ankara’ya ulaştıklarını o günkü gazetede “bir uğurlama ve bir karşılama” başlığı adı altında okumuştum. Henüz kendileriyle görüşmemiştim. Benimle mülakat için geç vakte kadar orada beklediklerini anlayınca akşam yemeğine gelmelerini Müdafaa-i Milliye Vekili Kazım Paşa Vasıtasıyla tebliğ ettim. İsmet Paşa ile Kazım Paşa’ya ve Fethi Bey’e de Çankaya’ya benimle beraber gelmelerini söyledim. Çankaya’ya gittiğim zaman orada beni görmek üzere gelmiş Rize Mebusu Fuat, Afyonkarahisar Mebusu Ruşen Eşref Beylere tesadüf ettim. Onları da yemeğe alıkoydum. Yemekte “Yarın cumhuriyet ilan edeceğiz.” dedim. Hazır bulunan arkadaşlar direkt fikrime iştirak ettiler. Yemeği terk ettik. O dakikadan itibaren hareket sureti hakkında kısa bir program tespit ettim ve arkadaşları vazifelendirdim…

Böylece, Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri oluştu. Bu tarihi karar, milletimizin kaderini değiştirecek ve ayrıca modern Türkiye’nin inşasının başlangıcı olacaktı.

Bağımsızlığın Şafağı; Mustafa Kemal’in Yolu – Sonuç

Bağımsızlık asla kolay kazanılmamıştır. Türk milletinin bağımsızlığı da belki de tarihimizdeki en sancılı dönemler sonunda yedi düvele rağmen kazanılmıştır. Milli mücadelenin ardından gelen özgürlük fedakârlıklarla doludur. Nitekim bağımsızlık için verilen bu büyük mücadele, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının liderliğinde, azimle ve kararlılıkla yürütülmüş, nihayetinde Cumhuriyet’in ilanıyla taçlanmıştır. Daha sonra bu süreç, Türk milletinin direniş ve yeniden doğuş hikâyesinin en parlak sayfalarını oluşturmuştur. Zira, bağımsızlık ve özgürlük için verilen bu mücadele, bizlere her zaman ilham kaynağı olacak ve gelecek nesillere yol gösterecektir.

Bu yazımızın devamında okuma serüveninize devam etmek için 29 Ekim’le başlayan “Yeni Vatan, Yeni Sosyete, Yeni Devlet; Mustafa Kemal’in Yolu” başlıklı yazımızla devam edebilirsiniz.

Kaynakça

  1. Alşan, S. (2015, 15 Nisan). Mehmet Akif Ersoy’un Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı Dönemini Değerlendirmesi, Çözüm Önerileri ve Osmanlı Devleti Adına Orta-doğu Propaganda Faaliyetlerinde Yer Alması. [https://dergipark.org.tr/tr/pub/iibfdkastamonu/issue/29392/314695]
  1. Çetin, N. (2014). İstiklâl Marşı’mızı Anlamak. Türkoloji Dergisi, 21(2), 25–92. [https://doi.org/10.1501/trkol_0000000286]
  1. Ağaldağ, S. (1994, 1 Mart). TBMM Tutanaklarına göre İstiklâl Marşı’nın Kabulü. [https://dergipark.org.tr/tr/pub/sutad/issue/26301/277189]
  1. Özdil, Y. (2019). Mustafa Kemal. Kırmızı Kedi.
  1. Değerli, E. S. (2008, June 1). Türkiye’nin Balkan Ülkelerine Yakınlaşma Çabaları: Balkan Paktı. [https://dergipark.org.tr/tr/pub/ogusbd/issue/10994/131567]
  1. Tarih, Beden, A., & Enstitüsü, S. B. (2017). Atatürk Dönemi’nde Sosyal Alanda Yapılan İnkılaplara Tepkiler (1925-1935). [http://acikerisim.akdeniz.edu.tr/handle/123456789/3383]
  1. Ortaylı, İ. (2023). Dakikalar İçinde Atatürk ve Dünyası – Askeri, Siyasi ve Özel Hayatı. Kronik Kitap.
  1. May Yayınları. Atatürk Ansiklopedisi: Türkiye Cumhuriyeti Siyasi Tarihi. (1971). May Yayınları.
Exit mobile version