Simülasyon Teorisi: Gerçeklik mi, Yoksa Sanal Bir Dünya mı?
Simülasyon Teorisi Nedir?
Simülasyon Teorisi, yaşadığımız evrenin ve içinde bulunduğumuz gerçekliğin aslında bir bilgisayar simülasyonu olabileceği fikrini ileri süren bir hipotezdir. Bu teori, ilk kez ciddi şekilde felsefeci Nick Bostrom tarafından 2003 yılında ortaya atılmıştır. Ardından hem akademik dünyada hem de popüler kültürde geniş yankı bulmuştur.
Bostrom’un temel iddiası; gelecekteki medeniyetlerin teknolojik olarak son derece ileri bir seviyeye ulaşabileceği ve bu seviyeye ulaştıklarında, geçmişteki atalarının yaşamlarını simüle edebilecekleri bilgisayar programları geliştirebilecekleridir. Mevzubahis iddia eğer mümkünse bu tür bir simülasyonun sayısız versiyonu oluşturulabilecektir. Dolayısıyla Bostrom, bizim de bu simülasyonlardan birinde yaşıyor olma olasılığımızın oldukça yüksek olduğunu savunmaktadır.
Simülasyon Teorisi, yalnızca bilimsel bir hipotez olmanın ötesine geçer ve felsefi, etik ve metafiziksel soruları da beraberinde getirir. Gerçeklik nedir? Bilinç nasıl tanımlanmalıdır? Özgür irade var mıdır? Bu gibi sorular; Simülasyon Teorisi bağlamında yeni bir anlam kazanır ve bu teorinin tartışılması, insanın varoluşu, bilinç ve evrenin doğası hakkındaki geleneksel düşüncelerimizi yeniden değerlendirmemize olanak tanır.
Simülasyon Teorisi, aynı zamanda modern bilim ve teknoloji ile yakından ilişkilidir. Yapay zekâ, kuantum bilgisayarlar ve sanal gerçeklik gibi alanlardaki ilerlemeler; bu teoriyi daha da geçerli kılabilecektir. Bununla birlikte Simülasyon Teorisi; sadece bir bilim kurgu senaryosu olarak değil, aynı zamanda varoluşsal bir soruşturma aracı olarak da önem taşır. Velhasıl okumakta olduğunuz makalede Simülasyon Teorisi’ni felsefi ve bilimsel boyutlarıyla ele alacak, popüler kültürdeki yansımalarına ve bu teorinin insanlık üzerindeki potansiyel etkilerine değineceğiz. Simülasyon Teorisi’nin kökenlerini, felsefi temelini, popüler kültürdeki yansımalarını ve bilimsel olasılıklarını derinlemesine inceleyeceğiz.
Daha fazla bu tarz içerik için Felsefe ve Teknoloji kategorilerimizi ziyaret edebilirsiniz.
Giriş: Gerçekliğin Doğası Üzerine Sorgulamalar
Simülasyon Teorisi, son yıllarda özellikle bilim ve felsefe çevrelerinde büyük ilgi gören bir hipotezdir. Bu teoriye göre yaşadığımız dünya ve içinde bulunduğumuz evren, ileri düzeyde bir teknolojinin ürünü olan bir bilgisayar simülasyonundan ibaret olabilir. Bu düşünce, gerçeğin ve varoluşun doğası hakkındaki en temel soruları yeniden gündeme getirmektedir: Evren gerçekten var mı? Yoksa bizler bir simülasyonun parçası mıyız?
Simülasyon Teorisi: Temel Kavramlar ve Felsefi Kökenler
Simülasyon Teorisi, 21. yüzyılda popüler hâle gelmiş olsa da, kökenleri Antik Yunan felsefesine kadar uzanır. Temelde bu teori, üç ana varsayıma dayanır:
- Bilgisayar Gücü ve Simülasyon Teknolojisi: İlk olarak gelecekteki bir medeniyetin, evrenin tüm ayrıntılarını simüle edebilecek kadar gelişmiş bilgisayar gücüne sahip olabileceği varsayılır. Bu medeniyet, tüm bilinçli varlıkların zihinlerini simüle edebilmektedir. Ayrıca bu zihinler, içinde yaşadıkları dünyanın bir simülasyon olduğunun farkında değildir.
- Simülasyon İçindeki Bilinçler: Eğer bu tür bir teknoloji mümkünse sayısız simülasyon yaratılabilir. Bu simülasyonlardaki bilinçli varlıklar, gerçek bir dünyada yaşadıklarını sanabilir. Bu durumda bizim de bir simülasyon içinde yaşama olasılığımız, gerçek bir dünyada yaşama olasılığımızdan daha yüksek olabilir.
- Gerçeklik Kavramının Yeniden Tanımlanması: Bu teori, “gerçeklik” kavramını kökten sarsar. Eğer evren bir simülasyon ise fizik yasaları, zaman, mekân ve hatta bilinç gibi kavramlar; yalnızca simülasyonun kuralları çerçevesinde var olan, sanal fenomenler olabilir.
Simülasyon Teorisi’ni daha iyi anlamak için Platon’un ünlü Mağara Alegorisi‘ni incelemek oldukça faydalıdır. Platon; bu alegoriyi insanların gerçeklik kavrayışının sınırlı olduğunu göstermek için kullanmıştır. Bu alegoride bir mağarada doğmuş ve hayatları boyunca zincire vurulmuş insanlar betimlenir. Bu insanlar, mağaranın duvarına yansıyan gölgeleri gerçeklik olarak kabul eder; çünkü gördükleri tek şey budur. Onlar için gerçeklik, bu gölgelerden ibarettir.
Mağara Alegorisi ve Simülasyon Teorisi: Antik Felsefeden Modern Hipotezlere
Mağara Alegorisi’ni Simülasyon Teorisi bağlamında ele aldığımızda, benzer bir durumu görebiliriz. Eğer bir simülasyonun içindeysek, tıpkı mağaradaki insanlar gibi, gerçeklik hakkında sınırlı bir algıya sahip olabiliriz. Gözlerimizin önünde olanı, yani simülasyonun bize sunduğu dünyayı, gerçeklik olarak kabul ediyor olabiliriz. Ancak bu durum, gerçeğin çok daha derin ve karmaşık olduğu gerçeğini değiştirmez. Tıpkı mağaradaki insanların zincirlerinden kurtulup dış dünyayı keşfetmeleri gibi biz de simülasyondan çıkıp “gerçek” dünyayı görme şansına sahip olabiliriz.
Bu bağlamda Mağara Alegorisi, Simülasyon Teorisi’nin felsefi kökenlerini anlamamız için önemli bir araçtır. Bu alegori, sadece görsel dünyamızın ötesinde bir gerçeklik olasılığını değil; aynı zamanda bu gerçekliğe ulaşmanın zorluklarını da vurgulamaktadır.
Matrix ve The Truman Show: Simülasyon Teorisi’nin Popüler Kültürdeki Temsilleri
Simülasyon Teorisi, modern popüler kültürde de geniş bir yer bulmuştur. Özellikle Matrix ve The Truman Show gibi filmler, bu teoriyi ana temaları hâline getirmiştir. Bu filmler, gerçeklik kavramını sorgulayan ve sorgulatan hikâyeleriyle izleyicilerine yaşadıkları dünyanın aslında göründüğü gibi olmayabileceğini düşündürtür.
Matrix (1999) filmi, Simülasyon Teorisi’nin en bilinen sinematik temsilidir. Bu filmde insanlar, aslında gelişmiş makineler tarafından yaratılmış bir simülasyonun içinde yaşar ve bunu bilmezler. Simülasyonun dışındaki gerçek dünya, tamamen farklı ve tehlikeli bir yerdir. Filmdeki başkarakter Neo, simülasyonun farkına varır ve gerçek dünyaya uyanır. Matrix, Simülasyon Teorisi’ni teknoloji ve kontrol temalarıyla harmanlayarak izleyicilere sunar. Bu film, gerçekliğin sorgulanması, özgür irade ve bireysel kimlik gibi derin felsefi konuları ele alır.
The Truman Show (1998) ise farklı bir perspektiften bu konuyu işler. Truman, hayatının her anı bir televizyon programı için kaydedilen devasa bir sette yaşamaktadır. Onun yaşadığı dünya, aslında tamamen yapaydır ve gerçek dünyadan izole edilmiştir. Truman, bu sahte dünyada büyür ve yaşamını sürdürürken her şeyin bir illüzyon olduğunu anlamaya başlar. Film, bir insanın kendi gerçekliğini sorgulaması ve bu sınırları aşma çabasını etkileyici bir şekilde anlatır. Truman’ın hayatı, Simülasyon Teorisi’nin bir mikro örneği olarak düşünülebilir; çünkü o da, tıpkı Matrix‘teki karakterler gibi, yaşadığı dünyanın ardındaki gerçeği keşfetmeye çalışır.
Bu filmler; izleyicilere gördüklerinin ötesinde bir dünya olabileceğini, gerçekliğin algılanandan çok daha karmaşık ve çok katmanlı olabileceğini hatırlatır. Aynı zamanda, bireylerin bu dünyada kendi özgür iradelerini ve kimliklerini nasıl tanımladıklarını da sorgular.
Nick Bostrom ve Simülasyon Argümanı: Teorinin Bilimsel Temeli
Simülasyon Teorisi, sadece bilim kurgu filmlerinde yer alan bir fikir değildir; aynı zamanda ciddi felsefi tartışmalarda da önemli bir yer tutar. Bu bağlamda Nick Bostrom’un 2003 yılında yayımladığı Simülasyon Argümanı başlıklı makalesi, bu teorinin en kapsamlı ve saygın savunmalarından biri olarak kabul edilir.
Bostrom’un simülasyon argümanı, üç ana önermeden oluşur:
- İnsanlığın Yok Olma Riski: İnsanlık, teknolojik olarak gelişmiş bir düzeye ulaşmadan önce büyük olasılıkla yok olacaktır. Bu, simülasyon teknolojisini geliştirecek kadar ileri bir uygarlık seviyesine ulaşamayacağımız anlamına gelir.
- Simülasyonlar Yaratmama Kararı: İleri düzey bir medeniyet, atalarının zihinlerini simüle edebilecek teknolojiye sahip olsa bile, bunu yapmamayı tercih edebilir. Bu durumda bizim gibi bilinçli varlıkların simülasyon içinde yaşama olasılığı düşük olur.
- Simülasyon İçinde Olma Olasılığı: Eğer yukarıdaki iki varsayım yanlışsa, yani insanlık teknolojik olarak gelişmiş bir düzeye ulaşırsa ve simülasyonlar yaratma kararı alırsa, sayısız simülasyon yaratılabilir. Bu durumda bizim de bir simülasyon içinde yaşama olasılığımız son derece yüksektir.
Bostrom’un argümanı, bilimsel ve felsefi çevrelerde geniş bir yankı uyandırmıştır. Bu teori, yalnızca felsefi spekülasyonların ötesine geçerek, gerçeklik ve varoluşun doğası hakkında derin bir sorgulama başlatmıştır. Eğer Simülasyon Teorisi doğruysa evrenin fiziksel yasaları, zaman ve mekân algımız hatta bireysel bilinç ve kimlik kavramlarımız tamamen farklı bir anlam kazanabilir.
Simülasyonun Felsefi ve Bilimsel Sonuçları: Yeni Bir Paradigma mı?
Eğer evrenimizin bir simülasyon olduğu ortaya çıkarsa bu durum, bilimsel paradigmaları radikal şekilde değiştirir. Bilim, yüzyıllardır evrenin doğasını anlamaya çalışırken aslında bir simülasyonun kurallarını keşfediyor olabilir. Bu durumda fizik yasaları ve teoriler; evrenin “gerçek” yasaları değil, yalnızca simülasyonun içinde geçerli olan kurallar olarak kabul edilmelidir.
Simülasyon Teorisi’nin kabulü, aynı zamanda etik ve ahlaki soruları da beraberinde getirir. Eğer bir simülasyon içinde yaşıyorsak bu durum; özgür irade, ahlaki sorumluluk ve bireysel kimlik kavramlarını derinlemesine sorgulamamıza neden olur. Örneğin; bir simülasyonun içindeki bir bilinç, gerçekten kendi kararlarını mı alıyor, yoksa bu kararlar simülasyonu yaratan bir güç tarafından mı yönlendiriliyor? Bu soru, bireysel özgürlük ve sorumluluk kavramlarına dair temel varsayımlarımızı yeniden değerlendirmemizi gerektirecektir.
Özgür İrade ve Ahlak: Simülasyonun Etik Boyutları
Simülasyon Teorisi, etik ve ahlak açısından da önemli sorular ortaya koyar. Eğer bizler bir simülasyonun içindeysek ve bu simülasyonun yaratıcıları (veya programlayıcıları) varsa bu varlıkların bizim üzerimizde ne tür bir otoritesi olabilir? Dahası bu simülasyonun kurallarını ve sınırlarını belirleyen varlıklar, bizim özgür irademize ne derece müdahale edebilir?
Bu bağlamda Simülasyon Teorisi, birkaç farklı etik senaryoya yol açar:
• Deterministik Bir Simülasyon: Simülasyon deterministik bir yapıya sahipse, yani her olay önceden belirlenmişse, özgür irade bir illüzyon hâline gelir. Bu durumda her eylemimiz, önceden belirlenmiş bir planın parçasıdır. Böyle bir dünyada ahlaki sorumluluk kavramı ciddi şekilde zedelenir; çünkü bir kişi kötü bir eylemde bulunduğunda bu eylem, onun kontrolü dışında belirlenmiştir.
• Yapay Bir Tanrı Varsayımı: Simülasyonu yaratan varlıklar, bir tür “yapay tanrı” gibi düşünülebilir. Eğer bu varlıklar bizim dünyamızı yaratmışsa ve her şeyi kontrol ediyorsa o zaman ahlak kurallarının kaynağı nedir? Ahlak, simülasyonun kuralları çerçevesinde mi şekillenir; yoksa bu kuralların ötesinde, daha yüksek bir etik standart var mıdır? Bu sorular, din ve ahlak felsefesi açısından da büyük bir önem taşır.
• Simülasyonun İçinde Ahlaki Deneyler: Bir başka olasılık ise simülasyonun içinde ahlaki ve etik deneylerin yapılmasıdır. Bu durumda insanlar ve diğer bilinçli varlıklar, simülasyonu yaratan varlıklar tarafından belirli etik senaryolara maruz bırakılabilir. Bu tür bir dünya, bireysel haklar ve etik sorumluluklar açısından ciddi endişeler doğurur.
Bilinç ve Zihin: Simülasyonun Psikolojik Boyutları
Simülasyon Teorisi’nin bir diğer önemli boyutu, bilinç ve zihin üzerine olan etkileridir. Eğer bizler bir simülasyonun içindeysek, bilincimizin ve zihinlerimizin doğası nedir? Simülasyon Teorisi, bilinçli deneyimin doğası hakkında şu soruları gündeme getirir:
• Eğer bilinç, biyolojik süreçlerin bir ürünü değil; bir yazılım programıysa o zaman bilinçli deneyim nasıl mümkün olur? Bilincin bu tür bir simülasyon içinde var olabilmesi, bilincin biyolojik olmayan yapılar içinde de var olabileceği anlamına gelir mi? Bu sorular, yapay zekâ ve yapay bilinç konularındaki tartışmalarla doğrudan bağlantılıdır.
• Eğer simülasyonun bir parçasıysak zihnimizin algıladığı ve anladığı dünya, simülasyonun izin verdiği kadarıyla sınırlıdır. Bu durumda zihnin gerçekliği tam olarak anlaması mümkün müdür? Zihnimiz, simülasyonun dışındaki “gerçek” dünyayı algılama yetisine sahip midir? Söz konusu sorular, zihin ve algı felsefesi açısından önemli bir sorudur.
• Simülasyon Teorisi, bireysel kimlik kavramını da sorgular. Eğer bilinç ve zihin bir simülasyonun ürünü ise “bireysel kimlik” ve “benlik” kavramları nasıl tanımlanır? Bireyler, gerçekten kendileri midir? Yoksa simülasyonun yarattığı bir kimliğin taşıyıcıları mıdır? Bunlar, psikolojik kimlik teorileri açısından da derin tartışmalara neden olacaktır.
Bilimsel Perspektif: Simülasyonun Fizik ve Kozmoloji Üzerindeki Etkileri
Simülasyon Teorisi, felsefi ve etik boyutlarının ötesinde, bilimsel araştırmalar üzerinde de büyük bir etki yaratabilir. Eğer evrenimizin bir simülasyon olduğu kabul edilirse bu durum; fizik, kozmoloji ve diğer doğa bilimleri açısından radikal bir paradigma değişikliği anlamına gelecektir.
• Fizik Yasalarının Yeniden Değerlendirilmesi: Eğer evren bir simülasyon ise fizik yasaları, aslında bu simülasyonun içinde çalışan kurallar olabilir. Bu durumda bilim insanlarının keşfettiği yasalar, gerçek dünyanın yasaları değilİ; simülasyonun sınırları içinde geçerli olan yasalar olarak görülmelidir. Bu, doğa bilimlerinin temel varsayımlarını kökten değiştirebilir.
• Evrenin Başlangıcı ve Sonu: Simülasyon Teorisi, evrenin başlangıcı ve sonu hakkında da yeni sorular ortaya çıkarır. Eğer evren bir simülasyon ise o zaman Büyük Patlama (Big Bang) gibi olaylar, simülasyonun başlangıcına işaret edebilir. Benzer şekilde simülasyonun sona ermesi, evrenin sonu anlamına gelebilir. Bu tür bir yaklaşım, kozmoloji ve astrofizik alanlarında mevcut teorilerin yeniden değerlendirilmesini gerektirebilir.
• Kuantum Mekaniği ve Simülasyon: Kuantum mekaniği, evrenin temel yapı taşlarının belirsizlikle dolu olduğunu öne süren bir alandır. Simülasyon Teorisi, bu belirsizliğin aslında bir simülasyonun sınırları ve kuralları nedeniyle ortaya çıktığını iddia edebilir. Örneğin; kuantum belirsizliği, simülasyonun işlem kapasitesinin sınırlarından kaynaklanıyor olabilir. Bu tür bir yaklaşım, kuantum fiziği ve Simülasyon Teorisi arasında derin bağlantılar kurulmasına olanak tanıyacaktır.
Simülasyon Teorisi’nin Geleceği: Yeni Bir Çağın Başlangıcı mı?
Simülasyon Teorisi, çağdaş bilim ve felsefenin sınırlarını zorlayan bir düşünce deneyidir. Bu teori, sadece felsefi bir spekülasyon olmanın ötesine geçerek, insan bilincinin ve evrenin doğasının derinliklerine inen bir sorgulama aracıdır. Gelecekte Simülasyon Teorisi üzerine yapılan araştırmalar, teknolojik gelişmelerle birlikte daha somut ve pratik sonuçlara ulaşabilecektir.
Yapay zekâ ve bilgisayar teknolojilerindeki gelişmeler, Simülasyon Teorisi’nin daha ciddiye alınmasına yol açabilir. Eğer kendi simülasyonlarımızı yaratabilirsek bu teori, daha olası hâle gelir. Ayrıca kuantum bilgisayarlar gibi yeni teknolojiler, Simülasyon Teorisi’yle ilgili soruların daha derinlemesine araştırılmasına olanak tanır.
Simülasyon Teorisi, felsefi ve etik araştırmalarda da yeni ufuklar açabilir. Özgür irade, bilinç, kimlik ve ahlak gibi konular; bu teori bağlamında yeniden ele alınabilecektir. Kuşkusuz ki bu alanlardaki tartışmalar daha da derinleşecektir. Yeni filmlerin, kitapların ve sanat eserlerinin bu teoriyi ele alması; toplumun geniş kesimlerinde tartışmalara yol açabilir. Simülasyon Teorisi, modern insanın varoluşsal sorgulamalarının bir yansıması olarak, gelecekte de ilgi çekmeye devam edecektir. Özetle bu teori, popüler kültürde de etkisini sürdürmeye devam edecektir.
“Simülasyon Teorisi: Gerçeklik mi, Yoksa Sanal Bir Dünya mı?” – Sonuç: Gerçeklik ve Simülasyonun Sınırları
Simülasyon Teorisi; modern bilimin ve felsefenin sınırlarını zorlayan, düşündürücü ve provokatif bir hipotezdir. Bu teori, gerçeklik kavramımızı derinlemesine sorgular. Ek olarak bizi bildiğimizden çok daha karmaşık bir evrende yaşıyor olabileceğimiz düşüncesiyle baş başa bırakır. Platon’un Mağara Alegorisi’nden Matrix ve The Truman Show gibi modern filmlere kadar uzanan bu düşünce hattı, gerçekliğin sınırlarını ve doğasını sorgulamamıza olanak tanır. Unutulmaması gereken bir gerçek daha… Simülasyon Teorisi, sadece spekülatif bir düşünce deneyinden ibaret değildir. Aynı zamanda bilimsel, felsefi ve etik alanlarda derin etkileri olan bir teoridir.
Makalemizde Simülasyon Teorisi’nin kökenlerini, popüler kültürdeki yansımalarını, bilimsel ve felsefi boyutlarını ele almaya çalıştık. Bunun yanında söz konusu teorinin ne kadar geniş bir alanda etkili olduğunu göstermeyi amaçladık. Gelecekte bu teorinin insanlık üzerindeki etkileri daha da belirginleşebilir. Daha da ötesi, gerçekliğe dair anlayışımızı kökten değiştirebilir.
Kaynakça
- Bostrom, N. (2003). Are we living in a computer simulation? The Philosophical Quarterly, 53(211), 243–255. [https://academic.oup.com/pq/article-abstract/53/211/243/1610975?redirectedFrom=fulltext&login=false]
- Chalmers, D. J. (2010). The matrix as metaphysics. In Oxford University Press eBooks (pp. 455–494). [https://academic.oup.com/book/6996/chapter-abstract/151326268?redirectedFrom=fulltext]
- Plato. (2016). The Republic (Translated by Benjamin Jowett with an Introduction by Alexander Kerr). Digireads.com.
- Baudrillard, J. (1994). Simulacra and Simulation. University of Michigan Press. [https://press.umich.edu/Books/S/Simulacra-and-Simulation]
- Varela, F. J., & Dennett, D. C. (1993). Consciousness explained. The American Journal of Psychology, 106(1), 126. [https://www.jstor.org/stable/1422870]
- Cottingham, J. (2017). Descartes: Meditations on First Philosophy. In Cambridge University Press eBooks. Cambridge University Press. [https://www.cambridge.org/core/books/rene-descartes-meditations-on-first-philosophy/35981334D95E74F1D4AD4EADCD796920]
- Tegmark, M. (2014). Our mathematical universe: My Quest for the Ultimate Nature of Reality. Knopf.
- Kurzweil, R. (2005) The Singularity Is Near: When Humans Transcend Biology. Penguin Books.
- Heidegger, M. (1962). Being and time. HarperOne.
- Vinge, V. (1993, December 1). The coming technological singularity: How to survive in the post-human era. NASA Technical Reports Server (NTRS). [https://ntrs.nasa.gov/citations/19940022856]
- Putnam, H. (1981). Brains in a vat. In Cambridge University Press eBooks (pp. 1–21). Cambridge University Press. [https://www.cambridge.org/core/books/abs/reason-truth-and-history/brains-in-a-vat/4301D7FCC5869697D0110E89CAA1A47B]
- Moravec, H. (1988). Mind children: The Future of Robot and Human Intelligence. Harvard University Press.
- Hanson, R. (2016). The Age of Em: Work, Love, and Life when Robots Rule the Earth. Oxford University Press.
- Žižek, S. (2002). Welcome to the desert of the Real!: Five Essays on September 11 and Related Dates. Verso.
- Searle, J. R. (1997). The Construction of Social Reality. Free Press.
Büyük bir olasılıkla simülasyonda değiliz ya simülasyonu ilk oluşturan tür olacağız yada simülasyon diye birşey yok Çünkü simülsayonu oluşturacak enerji evrende olmayabilir bir simülasyon oluşturursak simülasyonu içindede bir simülasyon da oluşabilir bundan dolayı ya sonsuz enerji yada sonsuz enerjiye yakın bir enerji gerekir buda pratikte imkânsız demek birde özgür ilerde ve benzeri duyguları yapay yapabilir mıyız bilmiyoruz
merhaba baki yaklaşım doğru fakat çok düşük bir ihtimal bile olsa ilk simülasyonda olma ihtimalimiz de mevcut fakat dediğim gibi yaklaşımınız doğru. Bahsettiğimiz olay için muazzam miktarlarda enerji gerekiyor,simülasyon içinde oluşan binlerce,milyonlarca simülasyon için akılalmaz miktarlarda enerji ihtiyacı olacaktır.Bu miktarda enerji de şuanlık imkansız gibi duruyor fakat milyarlarca yıl sonrasını kestirmek zor olabilir.Şuanlık pek olası değil evet ama simülasyon teorisini de küçümsememek lazım, bu şartlar altında bile oldukça olası bir ihtimal.