Bilimsel MakalelerFelsefeSosyal Bilimler

Kamu Mülkü Problemi ve Açık Sınırlar: Hoppe, Block’a Karşı

Giriş

Geçtiğimiz günlerde Teksas Valisi Greg Abott, eyaletin işgal altında olduğunu söyledi ve Başkan Biden’a karşı çıktı. Abott, yaptığı açıklamada Biden’ın eyaletler ile federal hükümet arasındaki anlaşmayı ihlal ettiğini ve yasadışı göçmenlere karşı taşıdığı yasal sorumlulukları yerine getirmeyi reddettiğini söyleyerek “işgal durumu” ilan etti. Anayasaya atıfta bulunan Abott, Teksas’ın kendini korumaya yönelik -yani sınırları kapatma- hakkının olduğunu savundu. Bu gerilimin nedeni, Yüksek Mahkeme’nin daha önceden Teksas Sınır Devriyeleri tarafından örülen dikenli tellerin kaldırılması kararıydı. Tüm bunların sonucunda Teksas Kolluk Kuvvetleri, sınır güvenliğini sağlamak için harekete geçti. Biden ise Abott’a bu kararından dönmesi için belirli bir süre tanıdı. Biden’ın hamlesinden sonra 25 eyalet, Teksas’a desteğini açıkladı ve Abott çatışmaya hazır olduğunu söyledi. Kısacası yerel ve federal hükümet, kamu mülkü üzerinde anlaşmazlığa düştü.

Teksas Valisi Greg Abott'un açıklaması
Teksas Valisi Greg Abott’un açıklaması Office of The Texas Governor|Greg Abbott

Amerika’da federal hükümete karşı gelişen bu büyük tepki, siyaseti olduğu gibi Amerikan liberteryenlerini de ikiye böldü. Daha azınlıkta olan grup, Teksas’a desteğini açıkladı; diğer grup ise Teksas’ın sınırları kapatarak insanlığa karşı bir suç işlediğini, doğru etik duruşun açık sınır politikası olduğunu savundu.

Sapiens Medya – Felsefe

Tabii ki konu üzerine birçok yorum yapılması mümkün. Fakat bu konu, federal sadakat seviyesinden veya sınırların ne durumda olması gerektiğinden önce, bir kamu mülkü problemidir. Bir mülkün herkese ait olması -dolayısıyla hiçbir sahibinin olmaması- o mülk üzerindeki kararların meşruiyetini zedelemektedir. Teksas’ın yarattığı kriz, kamu mülkü probleminin nelere sebep olabileceğinin ampirik bir örneğidir. Kamu mülkünün yarattığı karar çatışması -yani kararsızlık- bu krizi doğurmuştur. Bu kriz, Amerika tarihi açısından çok büyük bir kriz değildir; ama kamu mülkünün neden problemli olduğunun iyi bir örneğidir.

Kamu mülkü problemi, en basit haliyle, kamu mülkünün sahipliğiyle ve kararlarla ilgilenir. Tabii, “kamu” çok geniş bir kavramdır. Kropotkin ve onun ekolünden gelenler tüm topluma ait mülkü, kamu mülkü olarak kabul eder. Fabian sosyalistleri için devletin el koyması yoluyla kamulaştırılan mallara kamu mülkü denir ve devlete aittir. Veya en azından kararlar devlet tarafından verilir. Bu toplumcu görüşlerin tam tersinde ise bireyci taraf yer alır. Biz, tartışmamızı bireyci tarafın iç meselelerine odaklayacağız.

Devletin Kamu Mülkü Üzerinde Aktif Rol Almasının Zorunlu Görülmesi

Sınır politikası tartışmasında bireyci tarafta yer almak zordur. Çünkü iki tarafta da insanlar yer alır ve insanların arasına bir duvar çekmek devlet müdahalesidir. Eğer insanların hayatına devlet tarafından müdahale edilmemesini savunuyorsanız, ABD ve Meksika’nın dip dibe iki sınır kasabasının arasına çekilecek duvarı savunurken çelişkiye düşmemek için epey bir çaba sarf etmeniz gerekecektir. Genellikle bu ayrımlar, devletçi düşünürler tarafından kolaylıkla yapılabilmektedir. Gelgelelim liberteryenler için bu temellendirme o kadar kolay değildir. Kolay olmadığı için de bu temellendirmeye büyük çaba harcayanlar genelde çelişkiyle suçlanmıştır. Konu için büyük bir çaba, 2000’li yılların hemen başında Hans-Hermann Hoppe tarafından sarf edildi. Hoppe, liberteryenizm için büyük bir tabu olan açık sınır paradigmasını yıktı ve bir temellendirme sundu.

Hoppe büyük bir tabuyu yıkmış olsa da, başka bir tabunun içine sürüklendi. Söz konusu tabu, devletin sınır kontrolünde mutlaka rol alması gerektiğiydi. Zoey Poll’un dediği gibi bu tabu, Amerikan siyasetindeki iki kutup tarafından da savunulmaktadır.¹ Göç karşıtları zaten devlet kontrolünü kabul etmekte ve artması gerektiğini söylemektedir. Fakat Poll’a göre göç aktivistleri bile sınır korumasının yapılıp yapılmamasıyla değil, nasıl yapılmasıyla ilgilenmektedir. Bu tespit, ortada kesin bir paradigmanın olduğunu göstermektedir. Hans-Hermann Hoppe da bu paradigmaya dahil olmuş gibi görünmektedir. Liberteryenler genellikle siyasetten uzak durmaya ve mücadeleyi entelektüel seviyede yürütmeyi tercih etmiştir. Liberteryenlerin aksine Hoppe, bu sebeple siyasetten gayet etkilenmiş izlenimi veriyor gibi görünmektedir. Ancak biz, gündelik siyasetle ilgilenmiyoruz. Tartışmamızda devlet, herhangi bir ülkenin hükümetini veya kamu sistemini değil, siyaset felsefesindeki soyut devlet kavramını kastediyor olacaktır.

Hoppe’un şartlı göçmenliği savunması tabii ki herkes tarafından kabul görmedi. Bir diğer önemli düşünür olan Walter Block buna karşı çıktı. Block’a göre liberteryen duruş, açık sınır politikasını desteklemek, yani devletin hiçbir şey yapmamasını savunmak olmalıydı. İşte, 2000’ler liberteryenizminin en önemli ve etkili tartışması bu şekilde ortaya çıktı. Çeşitli düşünürler çeşitli zamanlarda Block’tan veya Hoppe’tan yana taraf tuttular. Fakat biz, kronolojik bir sıralama yapma çabasında değiliz. Amacımız, tartışmanın iki ana isminin iddialarını özetlemek ve tutarlılık üzerine küçük bir değerlendirme yapmak. Daha beklenmeyen tarafta yer aldığı için ilk olarak Hoppe ile başlamayı uygun görüyoruz. Fakat Hoppe’un teorik savunmasına geçmeden önce, liberteryen bir tutarlılık testi yapacağımız için, sınırları çizmeliyiz.

Tutarlılık Testinin Kapsamı

Hoppe’a göre, liberteryenizmin en önemli şartlarını şöyle özetlememiz mümkündür; özel mülkiyetin oluşturduğu bir temel ve saldırmazlık ilkesi (daha detaylı inceleme için bkz. Getting Libertarianism Right, pp. 23-30). Özel mülkiyetin temel olmasının sebebi, kaynakların kıtlığıdır ve kaynaklar kıt olduğu için dağıtımın düzenlenmesi gerekmektedir. Bu düzenleme yapılırken, sahipsiz malın mülk haline gelebilmesi için birinin ona emeğini karıştırarak el koyması gerekmektedir. Bu, John Locke’un mülk edinimi teorisidir ve genel liberteryen anlayışta önemli bir yere sahiptir. Mülk sahipli hale geldikten sonra, takas yoluyla başkalarına devredilebilir. Fakat, takasların çatışmasız olması gerekmektedir. Mülk sahibinin isteği dışında gerçekleşen bir takas veya el koyma, saldırmazlık ilkesinin ihlalidir ve bu sebeple meşru değildir. Yapacağımız tutarlılık testi, bu iki temel üzerinde gelişecektir.

Hoppe’un Kamu Mülkü Tartışmasındaki Konumu: Şartlı Göç

Hoppe’un tartışmadaki tarafını anlamak için, ilk olarak kamu mülkünü nasıl gördüğünü anlamalıyız. Hoppe, kamu mülkü üzerine şöyle yazar: ”Kamu mülkiyeti, başlangıçta özel mülkiyete ait olan mülklere Devletin el koymasının (yasal kamulaştırmalar ve/veya vergilendirmenin) sonucudur. Devlet kimseyi kendi özel sahibi olarak tanımasa da, hükümet kontrolündeki tüm kamu mülkleri aslında yerel halkın vergi ödeyen üyeleri tarafından sağlanmıştır. Avusturyalılar, İsviçreliler ve İtalyanlar, her vatandaşın ödediği vergi miktarına göre Avusturya, İsviçre ve İtalya’nın kamu mülklerini finanse ettiler. Bu nedenle meşru sahipleri olarak kabul edilmelidirler. Yabancılar yerel vergilendirmeye ve kamulaştırmaya tabi tutulmamıştır; dolayısıyla Avusturya, İsviçre veya İtalya kamu malları üzerinde herhangi bir hak iddia edemezler.² Burada Hoppe, açık şekilde önceden de kabul ettiğini bildiğimiz Lockeçu mülk edinimine atıfta bulunur.³

Örneğin Avusturya devletinin malları, Avusturyalılar tarafından finanse edilir, devlet hiçbir şey üretmemiştir ve mallara karıştırıldığı iddia edilebilecek bir emek varsa ancak vatandaşlara aittir. Hemen sonrasında şöyle devam eder: ”Kamu mülkiyetinin kamulaştırılan özel mülkiyet olarak ahlaki statüsünün tanınması, açık sınır önerisini ahlaki bir rezalet olarak reddetmek için yeterli gerekçe değildir. Batılı refah devletlerinin mevcut yarı açık “olumlu ayrımcılık” göç politikalarıyla mücadele etmek için de aynı derecede yeterlidir. Burada ise ilk alıntıda aktardığımız sahipliğin bir özel mülkiyet çeşidi olduğunu ve bu sebeple sınır ihlalinin özel mülkiyet ihlaline dayanacağından dolayı gayrimeşru olduğunu kastediyor.

Bu meşruiyet tartışması, modern devlete kadar uzanıyor ve Hoppe: “Modern devletin meşruiyeti, vatandaşlarının mallarını yabancı işgallerden koruma sözüne dayanır.” diyor. Bu düşünceyi daha anlaşılır hale getirmek için Stephan Kinsella’nın açıklamasına başvuracağız. Kinsella şöyle diyor: “Demek istediğim, (benim ve diğer anarko-liberteryenlerin inandığı gibi) devletin bu şeylere sahip olma konusunda doğal veya ahlaki hakkı olmasa bile, devletin birçok kaynağa sahip olduğudur. Bununla birlikte devlet bazı kaynaklara sahiptir -yollar, limanlar, binalar ve tesisler, askeri üsler vb.- sahipleri, arazinin vergi mükellefleri veya daha önce kamulaştırılan sahipleridir.

Devletin öyle veya böyle bir şeylerin fiziksel sahibi olduğu gerçeğine dayanarak Hoppe, devletin sınır politikasındaki görevini netleştirmek için güvenlikli bir siteyi örnek veriyor. Buna göre devlet, eğer açık sınır politikası izlerse, güvenlikli bir sitenin güvenliği gibi davranmalıdır. Yani içeri giren kişiyi varış noktasına kadar takip etmelidir. Bu örnekten anlaşılması gereken şudur, geçiş hakkı mümkündür, Hoppe tamamen kapalı bir sınır önermemekte; yabancıların yasadışı şekilde ülkeye yerleşmesine, kaynaklardan yararlanmasına ve devletten yardım almasına karşı çıkmaktadır. Ona göre göç, refah programlarının kaldırıldığı ve serbest ticarete geçildiği zaman ancak meşruiyet kazanabilir. Burada Hoppe, ticari malların sınırdan geçişine sınır koyan korumacılığı tamamen reddeder, yani mallar sınırdan geçişte tamamiyle serbest olmalıdır. Bunu takiben bir analoji yapar, mallar sınırdan serbest şekilde geçebiliyorsa, insanların geçmesinin engellenmesini nasıl temellendireceğiz? Sonuçta ikisi de içeride birilerine fayda sağlayacak; mallar kullanılarak, insanlar ise değer üreterek. İşte, Hoppe’un sınır politikasının temelini buradaki iki soru veya düşünce oluşturur.

Daha önce söz ettiğimiz refah programlarına itiraz, modern devletin -eğer vatandaşların mallarına o anda fiziksel olarak sahipse veya bir vekil gibi davranıyorsa- vatandaşların kötülüğüne yönelik herhangi bir karar vermemesi gerektiğinden dayanak alır. Her vatandaş, kendi mülküne tamamen sahip olduğu durumda, yaptığı her sözleşmede kendi çıkarını önceleyecektir. Dolayısıyla devlet de böyle yapmalıdır. Sınırdan alınacak ve ülkeye yerleşecek her göçmen, eğer refah programından yararlanırsa, daha önceden içeride bulunan ve kamu mallarının asıl sahibi olarak tanımladığımız yerli vatandaşların ceteris paribus hayat standardını düşürecektir. Vatandaşların çıkarına olmayan bu durum, devlet tarafından uygulanmamalı ve göçmenlerin maliyeti vatandaşın sırtına yüklenmemelidir.

Hoppe’a göre, refah programları ve ticaret hâlen günümüzdeki halindeyken de göç meşru olabilir. Bu meşruiyet, içerideki bir özel mülk sahibi tarafından göçmenin tüm maliyeti üstlenilirse sağlanmış olur. Serbest ticaret temellendirmesinde olduğu gibi, bir mal bir özel mülk sahibi tarafından yurt dışından sipariş edildiyse ve sorumluluk üstlenildiyse içeri girer. Yani ticaret doğası gereği karşılıklı sözleşmeye dayanan bir süreç olduğu için serbest olmalıdır. Eğer göçün serbest olması isteniyorsa, ticarette olduğu gibi, içerideki bir özel mülk sahibi tarafından talep edilmelidir. Kamu mülkü, doğası gereği herkese aittir, yani kararlar herkese tek tek onaylatılarak alınmalıdır. Fakat bu mümkün değildir veya çok zahmetlidir. Bu sebeple, herkesi ilgilendirecek ve yük bindirecek bir karar alınmamalı, sınırlar yasa dışı göçe kapalı tutulmalıdır. Bu karar, eğer herkesi değil de buna rızası olan tek bir kişiyi ilgilendirecek ise meşrudur. Bu noktada, Hoppe’un tam bir siyasetçi veya demokrasinin tepesindeki bir yönetici gibi düşündüğünü aklımızda tutmalıyız.

Tabii Hoppe’un bu tartışmayı çoğunlukla yüksek ücretli bölgeler için yürüttüğünü de hesaba katmak gerekir. Onun temel varsayımı, düşük ücretli bölgelerden yüksek ücretlilere doğru bir göç eğiliminin olacağıdır. Hoppe, temelde faydacı (utilitaryan) argümanlara karşı çıkıyor. Yüksek ücretli bölgenin her zaman göçten yararlanmadığını iddia ediyor. Ona göre, eğer göç serbest bırakılırsa, “yüksek ücretli bölgelerin zaman içinde ve zorluklarla biriktirdiği sermaye stoğu yağmalanacak, refah maliyetleri fırlayacaktır ve medeniyet bir zamanlar Roma ve Yunanistan’da olduğu gibi çökecektir.”

Özetle Hoppe’un göç politikası; (i) Sınırların tamamen açık olamamasının sebebi ceteris paribus içeri giren göçmenlerin refah programından yararlanarak içerideki yerli vatandaşların hayat standardını düşürmesidir (ii) İçeri alınacak insanlar, eğer içerideki biri tarafından finanse ediliyorsa ve davetliyse içeri alınmalı, halka ekstra yük yüklenmemelidir (iii) Sınırların açık olması, eğer vergiyle finanse edilen refah programları sonlandırırsa ve serbest ticarete geçilirse ancak tartışmaya açılabileceğini savunmaktadır.

Mamafih, Hoppe’un açık sınırlar tartışmasının klasik bir liberteryen tartışma olduğunu da unutmamak gerekir. Onun eleştirisi, en temelde içinde bulunduğumuz çağın refah devletlerini hedef almaktadır. Temel yanlış, vergiyle finanse edilen refah programları ve giderek artan merkeziyetçiliktir. Hoppe’un bu düşüncesi liberteryen cenah tarafından kabul görse de, Walter Block Hoppe’un bu konuda çelişkide olduğunu iddia etmiştir. Block’a göre Hoppe, eleştirdiği ve karşı olduğunu söylediği devletçilik ve merkeziyetçiliği kullanmakta, devletin bir şeyler yapmasını talep etmektedir.¹⁰ Burada, Block’ın Roderick Long’a yaptığı eleştiriyi dikkate almak gerekir. Kamu mülkiyetiyle ilgili sorun, onun hiçbir zaman tam olarak anlaşılmamış olmasıdır. Block’a göre, birçok düşünür kamu mülkiyetini yalnızca bir topluluğun kolektif olarak sahip olduğu bir özel mülkiyet çeşidi olarak görmektedir ve Hoppe da bunlardan biridir.¹¹ Block’ın eleştirisi bu iki temelde oturur. Onun eleştirisi, çelişkileri işaret etmesi açısından kayda değerdir ve düşüncesinin en önemli zemini bu itirazlardan oluşmaktadır.

Walter Block’ın Kamu Mülkü Tartışmasındaki Konumu: Açık Sınırlar

Block’ın düşüncesini tanımlarken, Hoppe ile aynı fikirde olduğu noktalarla başlayalım. Block için temel sorun, tıpkı tüm liberteryenlerde olduğu gibi, kamu mülkünün varlığıdır.¹² O, bunu kütüphane örneği üzerinden anlatır.

Kütüphaneye gelerek insanlara rahatsızlık veren bir serseri hayal edin. Bu serseriye ne yapılacaktır? Eğer kütüphane özelse, yani bir sahibi varsa, sahibi bu kişiyi dışarı atabilir. Veya içeride durmasını kabul eder, müşteriler kaçar ve iflasa sürüklenir.¹³

Örnekteki kritik nokta, kütüphanenin bir sahibi olması veya olmamasıdır. Eğer ortada bir sahip varsa, kütüphane yönetiminde bir anlaşmazlık yaşanmayacak ve sorun kolayca çözülebilecektir. Peki özel değilse, yani bir kamu mülküyse? Block burada radikal bir tutum sergiliyor; kamu mülkünün herhangi bir sahibi olmadığını ve bu sebeple bir karar verilemeyeceğini iddia ediyor. Lockeçu mülk edinimine atıfta bulunarak, bu malların sahipsiz olduğunu ve ilk gelen yerleşimcinin bunlara sahip olabileceğini söylüyor. Ancak Simon Guenzl’a göre, Block’ın bir süre sonra fikrinin bir kısmını değiştirmiştir.¹⁴ Sonradan yazdığı satırlarda Block, kamu mülkünün “sahipsiz olmadığını” söylüyor ve devletin de jure sahip olduğunu kabul ediyor. Bunu söylerken tabii ki daha önce andığımız Kinsella’ya katıldığını da ekliyor. Daha önceki alıntılar, Kinsella’nın bir şartlı göç savunucusu olduğu yanılgısına sebep olmamalı. Bilakis, kendisi yanlış anlaşıldığını düşündüğü için konuyu daha derinlemesine açıklamış, açık sınırlar taraftarı olduğunu belirtmiştir.¹⁵

Block’ın duruşu, Hoppe’un tutumunun açıkça tam tersidir. Hoppe da kamu mülkünün tartışmalı bir statüde olduğunu kabul etmektedir. Fakat Block’tan farklı olarak devletin mülk üzerinde fiziksel sahip olması sebebiyle vekil konumunu meşru görmektedir. Block’a göre ise, devletin mülk üzerinde ahlaki hakkı yoktur, dolayısıyla bu bir gayrimeşru sahiplik -yani sahipsizlik- durumudur. İki ismin hemfikir olduğu nokta, malların özel sahiplerinden alınarak el koyma yoluyla kamulaştırıldığıdır. Hoppe ve Block’ın en sert ayrıldığı nokta ise, devletin vekilliğinin meşruiyetidir.

Block, Bisiklet çalınma örneği vererek düşüncesini daha da netleştirmeye çalışıyor. A ve B kişisi, bir de bir mafya hayal edin. Mafya, A kişisinin bisikletini çalıyor ve B kişisi bu bisikleti mafyadan geri alıyor. Bu durumda o bisiklet kimin olmalı? Block’a göre, B’nin yapması gereken bisikleti iade etmektir.¹⁶ Fakat B, A onu reddettiğinde veya suçladığında bisikleti geri vermezse meşru sahibinden zorla almadığı için hırsız olarak sınıflandırılamaz. Açıklamak gerekirse bu örnek, devletin özel mülkü kamulaştırması durumunda kullanılması için geliştirilmiştir.

Yani, özel mülk, kamulaştırıldığında sahipsiz -veya gayrimeşru sahipli- statüye yükselir. Başka bir deyişle, mülk herkesin edinimine açıktır ve sahiplenilene kadar üzerinde verilecek tüm kararlar gayrimeşrudur. Asıl sahibine iadesi veya onun tarafından alınması doğru ve arzulanır olandır, fakat mümkün olmadığı durumda sahiplenme hırsızlık değildir. Ve Hoppe, bu görüşe temel seviyede de olsa katılıyor gibi görünüyor. Hoppe’a göre kamu mülkü hemen özelleştirilmelidir, o anda mülk sahipsizdir ve eğer meşru sahibi malın çalındığını kanıtlamazsa ya da bulunamadıysa, üstünde emek harcayanların olmalıdır (krş. De-Socialization in a United Germany, 1991).

Sahipsiz mülkün özelleşmesi, Blockçu Şarta bizi ulaştırır. Block’ın açık sınırlar savunucusu olmasının en önemli sebebi, sınırdan geçişi kısıtlamanın, sahipsiz toprakların sahiplenilmesini engellemesidir. Buna göre, sahipsiz toprakları sahiplenmek isteyen biri, her türlü sınırdan her zaman geçiş hakkına sahip olmalıdır (daha fazlası için bkz. The Blockean Proviso, 2007). Block bunu özel mülk sahipleri üzerinden analiz eder fakat Şartın ilkel bir biçimde sınır tartışmasına uygulanması da mümkündür. Özel mülk sahipleri tabii ki karar konusunda birinci merciidir, ta ki sistemin temelini, yani sahiplik esasını reddedene kadar. Kinsella’nın dediği gibi, “liberteryenler sahipsiz topraktan nefret etmektedir.”

Block’ın değerlendirmelerinden yola çıkarak, devletin aktif karar almasının gerekliliğini vurgulamanın devleti meşru sahip olarak görmekle aynı ahlaki değerde olduğunu iddia etmek mümkündür. Ahlaki olarak meşru sahip olmayan birinin alacağı kararlara dair yorumda bulunmak, onu meşru sahip olarak görmek değil midir? Sonuçta karar alabilmek için sahipliğin birincil şart olduğunu varsayıyoruz -veya en azından Hoppe öyle varsayıyor (Hoppe’un varsayımını daha iyi anlamak ve varsa işaret ettiğim çelişkiyi değerlendirmek için bkz. Sosyalizm ve Kapitalizm, pp. 27-33). Eğer Hoppe’un iddia ettiği gibi, kararlar ve sahiplik a prioristik olarak ilişkiliyse devletin kararları da meşru bir sahipliği gerektirmelidir.

Block’ın Hoppe’a Karşı Bazı Spesifik Argümanları

Block aslında Hoppe’un iddialarına karşı basit bir reductio ad absurdum uyguluyor. Yani Block’a göre Hoppe, kendiyle çelişiyor. Block’ın tüm eleştirilerini analiz etmeyeceğiz, tarafımızca mantıklı ve tutarlı görünen ayrıca çelişki yakalamayı hedefleyen argümanlarını sunacağız.

Hoppe’un devleti mülk üzerinde bir vekil olarak gördüğünden bahsettik. Block’ın kamu mülkü ve tanımıyla ilgili gördüğü problemde olduğu gibi Hoppe, kamu mülkünü bir çeşit özel mülkiyet olarak görmektedir. Bu sebeple, devletin yani yöneticilerin özel mülk sahibi gibi hareket etmesi gerektiğini söylemektedir. Fakat özel mülk sahiplerinin tek derdi mülklerine kimin girip çıktığı değildir. Bilakis, çok çeşitli ve mülkün her yerini ilgilendiren kullanım detaylarıyla boğuşmaktadırlar. Burada, Guenzl şu soruyu sorar; Eğer devlet bir özel mülk sahibi gibi hareket etmeliyse, neden bunu sadece sınır politikası için savunuyorsunuz?¹⁷ Bu gerçekten de nokta atışı bir sorudur.

Hoppe, refah programlarını reddetmekte, yani devletin ekonomideki müdahalelerini veya sisteme dahilliğini istememektedir. Fakat, eğer devlet bir özel mülk sahibini taklit edecekse, tüm bunlara dahil olması gerekirdi. Anthony Gregory ve Block da bunu vurguluyor: “Hoppe ve diğerleri, kültürel ve politik nedenlerden ötürü serbest göçün, sonuçta sınırlı göçten daha büyük bir hükümete ve daha fazla devletçiliğe yol açacağını iddia etseler de, devletin sınırları korumasına ve göç yasalarını uygulamasına izin vermek ve devleti yetkilendirmek ve devletin bunu gelecekteki gücünü, giderlerini ve gücünü sınırlayacak şekilde yapmasını ummak son derece sorunludur.”¹⁸ Hoppe bu eleştiriyi öngörüyor ve şöyle cevap veriyor; “serbest ticaret ve yasadışı göç aynı değildir, ticarette mallar karşılıklı sözleşme sonucuyken yasadışı göç bir sözleşme değildir.”¹⁹ Şartlı göçün sözleşmeye bağlı olması sebebiyle Hoppe’un bu iddiası kendi içinde tutarlı fakat devletin genişlemesine karşı savunmasızdır.

Ek olarak, eğer Hoppe, demokrasilerin her zaman kötü seçim yapacağı yönündeki düşünceleri haklıysa (bkz. Democracy: The God That Failed, 2001), demokrasinin seçtiği yöneticilerin insanların hareket hakkına karışmasına izin verilmemelidir. Devlete bir kez yetki tanındığında bürokratlar yalnızca sınırda oturup geçişleri denetlemekle kalmayacak, devletin aktif rolünü hayatın her alanında etkin kılmak için çabalayacaklardır. Tarihsel süreç bunu kanıtlamıştır.

Sapiens Medya – İktisat

İrlandalı Problemi

İrlandalı Problemi, Walter Block’ın Gene Callahan ile ortak yayımladığı ve geliştirdiği, fakat orijinali Callahan’a ait olan bir göç kontrolü karşıtı argümandır. Problem, Hoppe’un “sadece davet üzerine içeri alınan göçmenlerin meşru olduğu” önermesinin çelişkilerine odaklanmaktadır. Problem iki bölümlüdür, ilk bölümü kurgulanmış bir ABD senaryosu üzrinden göçü analiz eder. İkinci bölümde ise Hoppe’un “şartlı göçü” tartışılmaktadır. Konumuzun ana noktasında olması sebebiyle biz, problemin ikinci bölümüyle ilgileneceğiz.

ABD’de sosyal refah kurumlarının oluşmasından önce Amerika’ya göç eden iki İrlandalı çift düşünün.²⁰ Birinci çift, 10 tane çocuk yapmaya karar veriyor. İkinci çift ise, çocuk yapmak istemiyor fakat 10 akrabasını ABD’ye davet ediyor. Bu durumda, akrabaların göçü Hoppe için -davetçiler tarafından maliyetlerin üstlenilmesi şartıyla- meşrudur. Sonrasında, akrabaların Amerika’ya yerleştiğini ve diğer çiftin çocuklarının da 15’li yaşları geçmeye başladığını hayal edelim. Bu insanlar tüm gün boyunca davetçilerin mülkünde mi kalacaktır? Hoppe cenahı için sorun burada başlamaktadır. Davetçiler aracılığıyla gelen yeni insanlar veya zaten hayata o topraklarda başlamış çocuklar özel mülkten dışarı çıkmamalıdır.

Fakat tabii ki çıkmaları kaçınılmazdır. Akrabaların durumu bir yana, çocukların çıkmaması mümkün değildir. Mülkten çıktıklarında, kamuya açık yolları kullanacaklar, ve diğer birçok hizmetten yararlanacaklar. Bunun sonucunda İrlandalılardan nefret eden insanlar ise onları zor duruma düşürmek için her şeyi yapacaktır. Bu, göçmenleri İrlanda mahallelerinde yaşamaya ve ömürleri boyunca yalnızca göçmenlerle bağ kurmaya itecektir. Bu durum, İrlandalı göçmenleri suç işlemeye itebilir. Peki ya Hoppe, davet üzerine gelen İrlandalı göçmenlerin işlediği suçlardan kimi sorumlu tutmak istemektedir?

Konu üzerine Hoppe şöyle yazıyor: “Öte yandan, kabul eden tarafın, davetlisinin kaldığı süre boyunca eylemlerinden hukuki sorumluluğu üstlenmesi gerektiği anlamına gelir. Davet eden kişi, davetli tarafından herhangi bir üçüncü şahsın şahsına veya malına karşı işlenen suçlardan mülkünün tamamıyla sorumlu tutulur (ebeveynler, ebeveynlerinin hane halkı üyesi oldukları sürece çocukları tarafından işlenen suçlardan sorumlu tutulduğundan) ). Davet edenlerin tüm misafirleri için sorumluluk sigortası yaptırmak zorunda kalacağı anlamına gelen bu yükümlülük, davetlinin ülkeyi terk etmesiyle veya başka bir yerli mülk sahibinin söz konusu kişiyi mülküne kabul ederek sorumluluğunu üstlenmesiyle sona erer.²¹

Block, Hoppe’un bu düşüncesini “Daha mantıksız, özgürlükçü olmayan bir şey hayal bile edilemezdi.” diyerek anıyor.²² Burada, aynı tepkinin Hoppe tarafından Block’a yöneltildiğini de belirtelim. Hoppe, Block’ı liberteryenizmin temeli olan saldırmazlık ilkesini hiçe saymakla suçladı ve bu suçlamanın haklı olması bir liberteryenin tüm meşru temelini kaybetmesi anlamına gelecektir (bkz. An Open Letter to Walter E. Block, 2024, Hoppe). Fakat konumuz bu değil, bu sebeple bir örnek ile devam edelim.

Block, Hoppe’un bu tutumunu bir ev kiralanması senaryosuna uyguluyor. Göçmenlerin İrlandalı çocuğu büyüyüp ebeveynlerinden ayrı kiralık bir eve çıktığında, işlediği tüm suçlardan ebeveynleri suçlu tutulacaktır. Hatta bu tutum sadece göçmen senaryosunu kapsamayacak, tüm kiracıların suçlarından ev sahipleri sorumlu tutulacaktı. Block’ın bir diğer örneği ise bir lokanta senaryosudur. Lokanta sahibi A kişisinin, B ve C’ye lokantaya müşteri olarak girme izni verdiğini kabul edelim. B kişisinin C’ye saldırdığını düşünelim ve Hoppeçu mantığı senaryoya uygulayalım. Hoppeçu mantığa göre, diyor Block; suçun sorumlusu mülk sahibidir, yani suç B’den ziyade A’nıdır. Eğer B, C’yi öldürürse, A bunun bedelini ödemelidir ve ödediğinde, B büyük ihtimalle ceza almadan kurtulacaktır.

Vekalet Sorunu

Hukuki olarak sorumluluğu başkasına yüklemek her açıdan mantıksızdır. Bir diğer önemli liberteryen ve Hoppe’un akıl hocası Murray N. Rothbard, “veraset teorisi”²³ adını verdiği bu hukuki kuralı kapitalizm ve bireyciliğe savaş açmış olarak görmektedir.²⁴ Rothbard, tartıştığımız konudan farklı bir konuda bu yorumu yapmıştır, fakat sonuçlar ve mantıksal zemin, konumuza oldukça yakındır. Fakat Rothbard’ın endişeleri gerçekten doğru. Hoppe’un bu vekaletçi mantığı, önleyici gözaltı sistemine sebep olmaya yönelik güçlü bir eğilime sahiptir. Suç işleme veya hayat standardını düşürme gibi potansiyel kötülüklerinden dolayı insanları almamak, suç işlemeye yönelik kültürel eğilimi olan insanların hapsedilmesi gerekliliğinin meşru görülmesini doğurabilir.²⁵ Bu gözaltı, düpedüz liberteryenizmle çelişmektedir.

Diğer bir çelişki, yine vekalet ile bağlantılı. Block, dünyaya getirilen bebekleri birer “davetli” olarak görüyor ve bunun üzerinden bir analoji kuruyor. Buna göre, çocukların işleyeceği potansiyel suçlardan ebeveynler sorumlu olmalıdır -ki bu bizzat Hoppe’un ifadelerinde yer alır. Fakat ebeveynler bunu reddetme hakkına şüphesiz ki sahip olacaktır. Ebeveynler sorumluluğu üstlenmek istemezse, bu çocuk yapma meşruiyetine sahip olmadıkları anlamına gelir. Bu, kesinlikle Hoppe’un savunduğu beden sahipliğine aykırıdır.

Davetli Bebek Analojisi

Bebeklerin “davetli” olarak görüldüğü analojinin bir diğer versiyonu da kamu yardımı kullanım hakkı üzerinedir. Hoppe’un bebeklerin davetli olarak görüldüğü analojiye bir eleştirisi veya cevabı vardır. Bu cevabında Hoppe şöyle yazıyor: “mülk edinme sürecindeki zaman boyutunu ve buna bağlı olarak irtifak haklarının kurulmasını yeterince dikkatli bir şekilde düşündüğünüzde [davetli bebek analojisi] işe yaramıyor. Yerli vergi mükelleflerinin bebeklerinin kesinlikle yerel kamu malları üzerinde hakkı vardır (ve ebeveynlerinin çocuk sahibi olma hakkı vardır), çünkü ebeveynleri bu malları [finanse etmek zorunda kalmıştır]… Çocuklar mülkiyeti ebeveynlerinden miras alırlar. Açıkçası, yabancıların yerli kamu malları üzerinde böyle bir miras hakkı yoktur.”²⁶

Peki, diyor Block; eğer mülkiyet ölmeden miras bırakılabiliyor ve vergi mükellefliği kamu malı üzerinde bir hak kazandırıyorsa, göçmenlerin de bu mallar üzerinde hakkı mevcuttur. Bunu, Hoppe’un eleştirisinin düzeltilmiş bir halini yazarak anlatıyor: “Elbette yerli vergi mükelleflerinin misafirlerinin yerli kamu malları üzerinde hakkı vardır (ve ev sahiplerinin misafirleri davet etme hakkı vardır), çünkü ev sahipleri bu malları finanse etmek zorunda kalmıştır. Misafirler mülkiyeti ev sahiplerinden devralır.” Düzeltme her açıdan doğrudur. Yerli vergi mükelleflerinin mallarına devlet tarafından el konulmuş, sonrasında da vergi yoluyla devletin harcamalarını finanse etmek zorunda kalmışlardır. Bu, onları kamu mülkünün gerçek sahibi yapar ve onun üzerinde hakları vardır. Ve aynı doğrultuda, bu mükellefler çocuklarına miras bırakma hakkına da sahiptir. Bebek göçmen analojisine dayanarak söyleyebiliriz ki, yerlilerin bebekleri ne kadar kamu mülkünden veya sosyal programlardan yararlanma hakkına sahipse, davetli göçmenler de o kadar hakka sahiptir. Çünkü, iki durumda da davetlilere gerçek sahip tarafından bir hak/mülkiyet devri yapılmıştır.

Şartlı Göç Savunusunun Varsayımsal Çelişkisi

Hoppe cenahının radikal ademimerkeziyetçi duruşu da temelde açık sınırları varsayıyor gibi görünüyor oysaki teorisyenleri buna karşı çıkıyordu. Hoppe’un, binlerce Lihtenştayn’dan oluşan ademimerkezi Avrupa hayali, üretken insanların kalması veya gitmesi konusunda bir rekabete sebep olacağından genel eğilimin her zaman verimli yönde olacağı kabulüne sıkı sıkıya bağlıdır.²⁷ Ancak, eğer sınırların sadece şartlı göçe açık olduğu bir senaryodaysak bu geçiş mümkün olmayacaktır.

Yani insanlar “ayaklarıyla oy kullanamayacaktır.” Hoppe’un yanı sıra bir diğer radikal ademimerkeziyetçi Ryan McMaken da aynı çelişkinin içinde gibi görünmektedir. McMaken, ademimerkeziyetçiliğin gerekliliğini, bir tiranlıktan veya memnun olmadıkları bir hukuk hizmetinden kaçmak isteyen insanların olabileceğine dayandırıyor.²⁸ Orantısız şiddet uygulayan bir tirandan kaçmak isteyen insanların yer değiştirme hakkının geçerliliğini varsayıyor. Fakat bir diğer ifadelerinde ise kapalı (veya şartlı açık) sınırların gerekliliğinden yana saf tutuyor (krş. Why Open Borders Don’t Work for Small Countries, 2024; The Problem with Open Borders, 2024).²⁹

Hoppe ve McMaken’ın “memnun olunmayan yerden gidilmek isteneceği” yönündeki varsayımı doğrudur. Gerçekten insanlar böyle bir eğilime sahiptir ve aslında açık sınır savunusunun temelinde de bu eğilimin kabulü yer alır. İki ismin de birçok görüşünü dayandırdığı Ludwig von Mises, yer değiştirme arzusu üzerine şöyle yazıyordu: “Bu insanların yine de eskisi gibi şikayette bulunma nedenleri olacak; hammaddelerin eşitsiz dağılımından değil, daha uygun üretim koşullarına sahip toprakların çevresine göç bariyerlerinin dikilmesinden. Ve belki bir gün bu tatmin edici olmayan durumu yalnızca silahların değiştirebileceği sonucuna varacaklar. Dolayısıyla, göçmen olabilecekleri engellemek için barikatlar kuran topraklara karşı, göçmen olabilecek topraklardan oluşan büyük bir koalisyonla karşı karşıya kalabiliriz.³⁰ Mises’a göre göç kısıtlamaları her zaman savaşla ve şiddetle sonuçlanacaktı. Ve “Tüm dünyada göç özgürlüğü yeniden tesis edilmeden kalıcı bir barış olamazdı.”

Rothbard’ın Sonradan Fikir Değiştirmesi Üzerine Kapanış

Yukarıda (Vekalet Sorunu bölümünde), Rothbard’ın, öğrencisi Hoppe’un vekaletçi görüşüne dolaylı yoldan karşı çıktığını anlatmıştık. Buna ek olarak Rothbard neredeyse bütün hayatını bir açık sınırlar savunucusu olarak geçirdi. 1980 yılında Rothbard, Amerika’ya “geleneksel Amerikan politikasına geri dönme”, göçmenleri “lambaları kaldırarak altın kapıda karşılama” çağrısı yapıyordu (krş.Immigration Roundtable: Murray Rothbard, 2018).³¹ Amerika’yı göçmenlerin inşa ettiğini ve “göç, ırkçılık ve işçi sendikası kısıtlamacılığının birleşimiyle keskin bir şekilde kısıtlandığında ruhumuzun büyük bir kısmını kaybettiklerini” söylüyordu. 1980’lerde Ed Clark göç karşıtı politikalar açıkladı. Bryan Caplan’ın aktardığına göre, Rothbard buna öfkeli şekilde “Clark kampanyasının muhtemelen en büyük skandalı” demişti.³² Buna ek olarak Rothbard, Clark’ın göçmenleri “yasadışı uzaylılar” olarak gördüğünü söyleyerek onun göçmen karşıtlığını hicvi bir şekilde eleştiriyordu.³³

Ancak Rothbard, tüm ömrünü ve mücadelesini bir kenara bıraktı ve Nations By Consent: Decomposing the Nation-State (1984) isimli makalesinde görüşlerini değiştirdi. Rothbard artık, görüşlerini yeniden düşünmeye başlamıştı. Buna sebep olan şey ise SSCB’nin vatandaşlarını göç ettirme politikasıydı. Şöyle yazıyordu Rothbard: “Açık sınırlar veya serbest göç sorunu, klasik liberaller için giderek artan bir sorun haline geldi. Bunun birincisi, refah devletinin göçmenlere kalıcı yardım almaları ve girmeleri için giderek daha fazla mali destek sağlaması ve ikincisi, kültürel sınırların giderek daha fazla sular altında kalmasıdır. Sovyetler Birliği çökerken, etnik Rusların, bu halkların kültürlerini ve dillerini yok etmek amacıyla Estonya ve Letonya’ya akın etmeye teşvik edildiği ortaya çıktığında, göç konusundaki görüşlerimi yeniden düşünmeye başladım.³⁴

Hemen devamındaki satırlarda, anarko-kapitalist modeli düşündüğünde bile tamamen özelleştirilmiş bir ülkenin açık sınırlara sahip olamayacağını söylüyordu. Burada kastettiği, tamamen özelleşmiş bir ülkede geçişin özel mülk sahiplerinin tercihine bağlı olacak olmasıydı (Her ne kadar Blockçu Şart bize bunun yanlış olduğunu gösterdiyse de). Davet edilmeye yaptığı sık vurgu, ve ABD’nin açık sınır politikasının hiçbir şekilde vatandaşların isteğiyle bağdaşmadığını söylemesi özellikle Hoppe’un argümanını hatırlatmaktadır. Hoppe’un argümanının mı Rothbard’ı ikna ettiği ya da Hoppe’un mu Rothbard’dan etkilendiğini asla bilemeyeceğiz. Fakat tek bildiğimiz, Rothbard’ın şartlı göçe yarım asrı aşkın ömrünü bir kenara atacak kadar ikna olduğudur. Bu sebeple Block, Rothbard’ı 1. Rothbard ve 2. Rothbard olarak anmaktadır. 1. Rothbard açık sınır savunucusudur ve Block’a göre liberteryenlerin izlemesi gereken yolu temsil etmektedir. Lakin 2. Rothbard, açık sınırlardan vazgeçmiş Rothbard’ı temsil etmektedir ve Block, makalesinin başlığında yer verdiği 2. Rothbard’ı sert şekilde eleştirmiştir.³⁵ Eğer Rothbard gerçekten Hoppe ile aynı fikirdeyse, çelişkiler onun için de geçerlidir.

Sonuç

Teksas’ta son günlerde yaşanan sınır güvenliği krizi, liberteryen literatürün uzun yıllardır pek düşmediği bir konuyu tekrar gün yüzüne çıkardı. Kamu mülkü problemi, günümüz dünyasında örneğini çok görebileceğimiz felsefi bir problemdir. Bizce Teksas’taki krizin zeminini de kamu mülkü oluşturmaktadır. Yaptığımız araştırmanın sonucu kapsamlı, fakat literatürün kıtlığı sebebiyle yetersizdir. Tartışmanın iki tarafının da sahipsiz olduğunu kabul ettiği kamu mülkünün tartışmaya konu olan yönü, üzerinde alınacak kararların nasıl olması gerektiğidir. Hoppe’a göre devlet, kamu mülkünün fiziksel sahibidir. Bu sebeple bir özel mülk sahibi gibi hareket etmesi gerektiğini düşünmektedir. Devlet, bu kararları alırken vatandaşların kötülüğüne sebep olacak bir şey yapmamalıdır. Anlaşılan şudur ki, Hoppe devletin fiziksel sahipliği değil fakat bunun sonucu olan vekilliği meşru görmektedir. Eğer devlet bir özel mülk sahibi gibi hareket etmeliyse, neden sadece sınır güvenliğiyle kendini sınırlandırmalıdır? Bu soru, Hoppe temellendirmesiyle cevap verilemeyecek bir çelişki gibi görünmektedir. Buna göre, Hoppe’un göç politikası önerisi, liberteryen ilkelerle, yani kendi temelleriyle çeliştiğinden dolayı savunulamazdır.

Kamu mülkü, kimseye ait olmadığından dolayı hiçbir karara açık değildir. Karara açık olmaması, devletin kamu mülkü karşısında tam bir kayıtsızlık içinde olmasını gerektirir. Bu da doğru politikayı açık sınıra doğru kaydırmaktadır. Üzerinde alınacak kararların ahlaki açıdan güçsüzlüğü, devleti mülk üzerinde karar sahibi yapmayı zorlaştırmaktadır. Bunlara dayanarak, Block’ın tutumunun tutarlı olduğu iddia edilebilir. Fakat araştırmamızın konusu Block’ın tutarlılığını ölçmek olmadığından dolayı şüphesiz ki, Block’ın tutarlılığını kesinleştirmek için onu ölçmeyi amaçlayan çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.

Hoppe’un “vatandaşların her zaman yabancı girişine karşı olacağı” şeklindeki varsayımı zayıftır. İnsanların her durumda aynı tepkiyi vermesini beklemek mantıksızdır. Bu bir yana; çıkarı olan, politik olarak destekleyen veya savaş mültecilerine acıyanlar göçmenliği meşru görebilir. Üstelik bu varsayımın kolektif ve bütüncül anlayışı, devletçi bakış açısıyla aynı yönetmi kullanmaktır. Devlete bir kez verilecek yetki, onun genişlemesinin ilk tetikleyicisi olacaktır. Hoppe’un bu genişlemeye karşı olduğunu hesaba katarsak, bu yetkiyi meşru görmesi mantıklı değildir. Block’ın argümanlarından seçmiş olduğumuz; (i) İrlandalı Problemi, (ii) Vekalet Sorunu ve (iii) Davetli Bebek analojisi argümanları, Hoppe’un tutarlılığını eleştirmek açısından başarılı gibi görünmektedir. Argümanlar bağlamında, Hoppe’un konu genelindeki duruşunun özel mülkiyetin temelliği ve saldırmazlık ilkesiyle çeliştiği görülmüştür.

Hoppean bakışta devletin özel mülke el koymasının ahlaki olmadığı söylenmiş fakat fiziksel sahip olduğu belirtilmiştir, yani alacağı kararlar hakkında bir yorumda bulunulmuş, dolayısıyla kararlar meşru kabul edilmiştir. Kararların meşru kabul edilmesi için Hoppeçu liberteryen temellerin varsayımı, meşru sahipliktir. Buna göre devletin sahipliği meşru görülerek bir çelişkiye düşülmüştür. Yani bu meşruiyetin kabulü, özel mülke el koyulması sebebiyle saldırmazlık ilkesini; kararların meşru görülmesiyle ise özel mülkiyetin temelliğini yok saymıştır. Ek olarak, Davetli Bebek Analojisi başlığında gösterildiği gibi, Hoppe’un temellendirmesiyle yine onun reddettiği göçmenlerin kullanım hakkı meşrulaştırılabilmektedir. Bu durumda, liberteryenlerin göç konusundaki tutarlı duruşu açık sınır politikası gibi durmaktadır. Veya en azından şartlı göç duruşunun çelişkili olduğu anlaşılmaktadır.

Nitekim, Block’ın hocası olarak gösterebileceğimiz Rothbard’ın ömrünün son zamanlarında şartlı göçten yana taraf tutması, Block’ın görkemini sarsmış gibi görünebilir. Fakat Block bunu önemsememiş, Rothbard’ı dönemlere ayırarak onun mirasına saygı duymayı tercih etmiştir. Rothbard’ın taraf değiştirmesi her ne kadar Hoppe’un argümanı üzerine dikkatleri çekse de, savunudaki çelişkiler aşikârdır. Bir yanlışın (refah politikaları) tetiklediği başka bir yanlışı (göç kısıtlamaları) meşru görmek mantıksal olarak anlamsızdır.

Tüm araştırmamızın ardından vardığımız en kapsamlı sonuç, Rothbard, Hoppe ve Block’ın hemfikir olduğu gibi kamu mülkünün gayrimeşru görülmesinin haklı olduğu yönündedir. Liberteryen ilkelerden bağımsız olarak söz konusu kamu mülkü ise verilen kararlar, her zaman çelişkilidir ve bundan dolayı yol açacağı tartışmalar veya çatışmalar kaçınılmazdır.

Kaynakça

  1. Poll, Z. (2020). The Case for Open Borders. The New Yorker.
  2. Hoppe, H-H. (2002). NATURAL ORDER, THE STATE, AND THE IMMIGRATION PROBLEM (p. 90). Journal of Libertarian Studies.
  3. Hoppe, H.H. (2022). Sosyalizm ve Kapitalizm -Bir Teori- (pp. 27-39). Liberus Kitap.
  4. Hoppe, H-H. (2002). NATURAL ORDER, THE STATE, AND THE IMMIGRATION PROBLEM (pp. 90-91). Journal of Libertarian Studies.
  5. Hoppe, H-H. (2002). NATURAL ORDER, THE STATE, AND THE IMMIGRATION PROBLEM (p. 91). Journal of Libertarian Studies.
  6. Kinsella, N. S. (2005). A Simple Libertarian Argument Against Unrestricted Immigration and Open Borders. Lewrockwell.com. https://www.lewrockwell.com/2005/09/stephan-kinsella/a-simple-libertarian-argument/
  7. Hoppe, H-H. (2002). NATURAL ORDER, THE STATE, AND THE IMMIGRATION PROBLEM (p. 91). Journal of Libertarian Studies.
  8. Hoppe, H-H. (1998). The Case for Free Trade and Restricted Immigration. Journal of Libertarian Studies.
  9. Hoppe, H-H. (1998). The Case for Free Trade and Restricted Immigration (p. 224). Journal of Libertarian Studies.
  10. Gregory, A. & Block, W. (2007). Reply to Hoppe (Section 2.). Journal of Libertarian Studies.
  11. Block, W. (2010). LIBERTARIANISM IS UNIQUE AND BELONGS NEITHER TO THE RIGHT NOR THE LEFT: A CRITIQUE OF THE VIEWS OF LONG, HOLCOMBE, AND BADEN ON THE LEFT, HOPPE, FESER, AND PAUL ON THE RIGHT (p. 144). Journal of Libertarian Studies.
  12. Gregory, A. & Block, W. (2007). Reply to Hoppe (p. 35). Journal of Libertarian Studies.
  13. Block, W. (1998). A Libertarian Case for Free Immigration (pp. 180-181). Journal of Libertarian Studies.
  14. Guenzl, S. (2016). PUBLIC PROPERTY AND THE LIBERTARIAN IMMIGRATION DEBATE (pp. 158-159). Journal of Libertarian Studies.
  15. Kinsella, N. P. (2010). I’m Pro-Immigration and Pro-Open Borders. Stephenkinsella.com. https://www.stephankinsella.com/2010/04/im-pro-immigration-and-pro-open-borders/
  16. Block, W. (2011). Hoppe, Kinsella and Rothbard II on Immigration: A Critique (pp. 603-604). Journal of Libertarian Studies.
  17. Guenzl, S. (2016). PUBLIC PROPERTY AND THE LIBERTARIAN IMMIGRATION DEBATE (p. 172). Journal of Libertarian Studies.
  18. Gregory, A. & Block, W. (2007). Reply to Hoppe (p. 31). Journal of Libertarian Studies.
  19. Hoppe, H-H. (2002). NATURAL ORDER, THE STATE, AND THE IMMIGRATION PROBLEM (p. 90). Journal of Libertarian Studies.
  20. Block, W. & Callahan, G. (2003). Is There a Right to Immigration?: A Libertarian Perspective (pp. 56-57). Human Rights Review.
  21. Hoppe, H-H. (2001). Democracy The God That Failed (p.167). Transaction Publishers.
  22. Block, W. & Callahan, G. (2003). Is There a Right to Immigration?: A Libertarian Perspective (p. 58). Human Rights Review.
  23. Rothbard, M. N. (1982). Law, Property Rights, and Air Pollution (p. 74). Cato Journal.
  24. Rothbard, M. N. (1982). Law, Property Rights, and Air Pollution (p. 75). Cato Journal.
  25. Block, W. & Callahan, G. (2003). Is There a Right to Immigration?: A Libertarian Perspective (p. 59). Human Rights Review.
  26. Block, W. & Callahan, G. (2003). Is There a Right to Immigration?: A Libertarian Perspective (p. 59). Human Rights Review.
  27. Hoppe, H-H. (2022). Decentralized and Neutral. Mises Institute.
  28. McMaken, R. (2022). Breaking Away (p. 20). Mises Institute.
  29. McMaken, R. (2020). Why Open Borders Between States In America Might Lead To Disaster. Eurasia Rewiew.
  30. Mises, L. v. (1935). The Freedom To Move as an International Problem. Mises Institute.
  31. Henderson, D. (2020). Murray Rothbard on Humane Immigration Policy. Econlib. https://www.econlib.org/murray-rothbard-on-humane-immigration-policy/
  32. Intellectual Autobiography of Bryan Caplan. https://econfaculty.gmu.edu/bcaplan/autobio.htm
  33. Rothbard, M. N. (1980). The Clark Campaign: Never Again (p. 5). The Libertarian Forum.
  34. Rothbard, M. N. (1994). Nations By Consent: Decomposing the Nation-State (pp. 6-7). The Journal of Libertarian Studies.
  35. Block, W. (2011). Hoppe, Kinsella and Rothbard II on Immigration: A Critique (p. 594). Journal of Libertarian Studies.
Ege Kağan Şafak profil fotoğrafı

Merhabalar, ismim Ege Kağan Şafak. İktisat, tarih, sosyoloji ve psikoloji başta olmak üzere sosyal bilimlerin büyük kısmıyla ve felsefeyle ilgilenmekte, çalışmalar üretmekteyim. Tüm bu alanların dışında, doğa bilimlerinin bazı spesifik ve sosyal bilimlerle ilişkilendirilebilecek bölümlerinde de çalışmalarımı sürdürmekteyim. Daha önce PerEXP Teamworks‘te ve bazı organizasyonlarda yazarlık yaptım, şimdi ise Sapiens Medya’dayım.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir