Bilimsel MakalelerSosyal BilimlerTarih

Atatürk’ün Bilim Mirası: Akıl Yoluyla Çağdaşlaşma

Yirmi birinci yüzyıl bilimsel gelişmelerin arttığı ve teknolojinin çok hızlı bir biçimde ilerlediği bir yüzyıldır. Coğrafyaları şekillendirecek ve insanoğlunun uygarlık seviyesini belirleyecek olan etmenler bilim ve teknolojidir. Böyle de olmaya devam edecektir. Teknolojiyi yerli ve milli imkanlarla geliştirmenin ve Atatürk’ün işaret ettiği muasır medeniyet seviyesini aşabilmenin ancak bilimsel düşünerek ülkemizin tarihine, tarihi şahsiyetlerine ve biyoçeşitliliğine sahip çıkıp, aklı rehber edinerek olabileceğini unutmamak gerekir. Unutmayın, Atatürk bize sadece bilimi, aklı ve cumhuriyetini miras bırakmıştır. Atatürk’ün bilim mirası, Türkiye’nin geleceğini aydınlatan bir rehber olarak, çağdaş bilimsel düşünceyi ve ilerlemeyi vurgulayan bir temel taşıdır. Biz Türk gençleri, bu bilince göre hareket ederek ülkemizi her alanda müreffeh bir devlet haline getirmeliyiz.  

Bundan yüz sene evvel Başkomutan, yaptığı inkılaplarla ve içinde bulunduğu olaylar karşısında gösterdiği bilimsel düşünebilme yeteneği ile bizlere örnek olmuştur. Bizlere düşen Türk genci olarak Atamızın eylemlerini tahlil kendimize aklı rehber edinerek açtığı yoldan gitmektir. Unutmayınız ki, tarih değil hatalar tekerrür etmektedir. Tarihimize bakıp hatalarımızdan ders çıkarıp geleceğimizi sağlam temellere dayandırarak kurmamız gerekmektedir. Belli bir noktaya bağlı kalmadan, yüzyılın getirdiklerine uygun olarak yaşamak ve bir sonraki yüzyılı düşünerek hareket etmek, her Türk gencinin atasına borcudur. Nitekim muhtaç olduğumuz kudret damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur.

Bilimsel Düşünceye Sahip Bir Lider

Bilimsel düşünebilme yeteneğini ve bilimi anlamak günümüz Türkiye’sinde dahi tam olarak birçokları tarafından anlaşılabilmiş değildir. Ve de olayca görülebileceği üzere, bir toplumun gelişmişlik düzeyini belirleyen temel olgu, bilimsel düşünebilme yeteneğinde muvaffak olabilmesidir . İşte Mustafa Kemal Atatürk bundan 100 sene evvel bilimsel düşünebilmiştir. Ve de bilimsel düşüncenin gelişecebileceği bir ortam yaratma hususunda çalışmıştır. Atatürk’ün de dediği gibi “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir”.  

Mustafa Kemal 20. yüzyılda yetişmiş en saygın siyasetçilerden biridir. Yaptıklarıyla tüm dünya milletlerince saygı duyulan bir isim haline gelmiştir. Bu saygınlığını ise herkesin malumu olan siyasi ve askeri dehası ile reformcu şahsiyeti sayesinde kazanmıştır. Ancak ona göre Türkiye’nin çağdaşlaşması sadece büyük zaferler kazanılarak sağlanamazdı. Türk toplumunu tüm alanlarda egemen kılmak, yeniden canlandırmak akılcılığın ve bilimin yolundan geçmektedir. “Türk milletinin yürümekte olduğu ilerleme ve uygarlık yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meşale müspet ilimdir”.

Anlaşılacağı gibi Türk milletinin uygarlık yolunda ilerleyebilmesinin akılcı ve bilimsel bir düşünce sistemiyle sağlanabileceğini belirtmiştir. Bu yazının amacı, Mustafa Kemal Atatürk’ün bilime karşı bakış açısını, Türkiye’ de bilimsel bakış açısını geliştirmek ve Türkiye’yi çağdaşlaştırmak adına attığı adımların değerlendirmesinde bulunmaktır.

Daha fazla yazı için Tarih kategorisini ziyaret edebilirisiniz.  

Atatürk’ün İfadelerinde Bilime, Çağdaşlaşmaya ve Bilimsel Düşünceye Bakışı

Mustafa Kemal Atatürk, yaşamının her safhasında eleştirel bir bakış açısıyla dünyayı anlamayı hedeflemiştir. Ben askeri deha falan bilmiyorum. Herhangi bir zorluk önünde kaldığım zaman benim yaptığım şudur: Vaziyeti iyice tespit etmek. Sonra bu vaziyet karşısında alınacak tedbirin ne olduğuna karar vermek…  ifadelerinden de bu bakış açısı rahatlıkla anlaşılabilmektedir.

Atatürk içinde bulunduğu vaziyeti iyi tahlil edebilen ve bu vaziyete göre manevra kazanabilen bir liderdir. Nitekim bu özelliği çok önemlidir. Çünkü değişken durumlarda içinde bulunduğu vaziyete göre karar vermek sadece büyük liderlerde olan bir özelliktir. Bu da Atatürk’ün bilimsel olarak düşünebildiğinin bir kanıtı niteliğindedir. Kendisinin “…En büyük gerçekler ve ilerlemeler, düşüncelerin serbestçe ortaya konması, tartışılması ile ortaya çıkar ve yükselir…” ifadesinden bu konu hakkındaki düşüncesini açıkça anlayabiliriz.

Bilim Yoluyla Müreffeh Hale Gelme

Atatürk, bilimi sadece bir değişken olarak görmemiştir. Aynı zamanda toplumu aydınlatan ve ilerleten güçlü bir yol gösterici olarak değerlendirmiştir. Onun vizyonunda, gerçekçi ve çağdaş bir dünya ile bütünleşmek, ulusal kalkınma ve refahın temelini oluşturmuştur. Atatürk, toplumun sadece kendi sınırlarının içinde değil. Aynı zamanda dünya sahnesinde etkin bir konumda var olabilmesi için bilimin gücüne vurgu yapmıştır. 

Bursa’da 1922 yılında yaptığı konuşmanın devamında kendisini dinleyen öğretmenlere şöyle seslenir: “…Gözlerimizi kapayıp mücerret yaşadığımızı farz edemeyiz. Memleketimizi bir çember içine alıp cihan ile alâkasız yaşayamayız… Bilâkis müterakki, mütereddin bir millet olarak medeniyet sahasının üzerinde yaşayacağız. Bu hayat ancak ilim ve fen ile olur. İlim ve fen nerede ise oradan alacağız ve her ferd-i milletin kafasına koyacağız, ilim ve fen için kayıt ve şart yoktur.” Görüldüğü gibi bir ülkenin kalkınmasının diğer birçok faaliyetten önce ancak bilim yoluyla olacağını ifade etmiştir. 

Çağdaş dünyayı yakalamanın tek yönteminin ise bilim olduğunu vurgulamıştır. Aynı zamanda bilimin milletin her ferdine ayrıt etmeksizin öğretilmesi gerektiğine yaptığı vurgu da çok açıktır. Atatürk, 24 Ağustos 1925’te Kastamonu’da halka yaptığı bir konuşmada ise medeni toplumlar içerisinde yer almanın gerekliliğini şöyle ifade etmiştir: “…Medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki, ona ilgisiz kalanları yok eder. Uygar olmayan insanlar ve toplumlar, daima uygar olanların altında kalmaya mahkûm olacaklardır.”

Dünyadaki medeniyeti yakalamanın ve bu seviyenin üzerine çıkmanın Atatürk’ün düşünce sistemindeki mühim yerini görebilmekteyiz. 

1932 yılında yaptığı bir konuşmada ise bilimin nasıl olması gerektiğine ilişkin düşüncelerini şöyle ifade etmiştir. “…İlim tercüme ile olmaz, ilim tetkikle olur…” Bu konuşma kesitlerinden anlaşılacağı gibi Mustafa Kemal Atatürk, bilimsel ve akılcı düşünceyi toplumun her safhasında egemen hale getirmek istemektedir ve bu konuda adımlar da atacaktır.

 

Atatürk'ün Bilim Mirası: Atatürk, 1934'te Bursa halkına hitap ediyor.
Atatürk 1924’te Bursa halkına hitap ediyor

Atatürk’ün Bilim Mirası: Bilimsel Esaslara Bağlı Bir Cumhuriyet

Cumhuriyetin temellerinin atıldığı andan itibaren Atatürk, Türk milletini bilim ve teknolojinin rehberliğinde aydınlatarak ilerlemeyi amaçlamıştır. Onun vizyonuna göre, yalnızca geçmişin değil, aynı zamanda bilimin ve teknolojinin aydınlattığı yepyeni ufuklara yelken açarak uluslararası alanda rekabet edebilme kapasitesi elde edebiliriz. Bu doğrultuda, sadece cumhuriyetin resmi rejim olarak ilan edilmesi değil. Buna ek olarak her bireyin içselleştirdiği cumhuriyetçi düşünce yapısının oluşturulması gerektiğinin bilincindeydi. Bu düşünce yapısı, akılcılık ve bilimsel düşüncenin temel taşı olmalıdır. Atatürk’ün şu sözleri de bunu somut bir şekilde yansıtmaktadır: “Cumhuriyet, düşünceli, bilgili, kültürlü, sağlam vücutlu ve karakterli koruyucular ister.”

Bilim Yoluyla Özgürce Düşünerek Problemleri Çözebilmek

İlk olarak devlet ve toplum, karşılaşılan sorunları belirlemelidir. Ayrıca bunları özgür düşünce ortamının hüküm sürdüğü demokratik platformlarda tartışmalıdır. Ardından, bu sorunlara bilimsel yöntemlerle akılcı çözümler bulunmalıdır. Bu özgür düşünce ortamını sağlamak adına devlet, kurumlar oluşturmalı, eğitimi desteklemelidir. Hukuki ve sosyal alanlarda gelişmeyi teşvik etmeli ve ekonomik refahı artırmalıdır. Bu sayede toplum, bilimsel düşünceye dayalı bir akıl yürütme yeteneği kazanacaktır. Ek olarak sorunları çözmek için bilimsel ve akılcı yöntemler kullanacaktır. Atatürk’ün bilim mirası ve vizyonu, böyle bir anlayışın toplumun tüm kesimlerine yayılmasıyla, hem devletin hem de bireylerin daha aydınlık ve ilerici bir geleceğe ulaşacağına olan inancını yansıtmaktadır. 

Felsefenin Antik Yunanda oluşmasının farklı nedenleri vardır. Ancak bunlardan en önemlileri ekonomik refah ve özgür düşünce ortamıdır. Atatürk de bu gerekliliklere sahip olunmadan sorgulayıcı ve bilimsel bir bakış açısının oluşmayacağını bilmektedir. “Ben, manevî miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevî mirasım ilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü zorluklar karşısında, belki gayelere tamamen eremediğimiz, fakat asla ödün vermediğimiz akıl ve ilimi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir. 

Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur. Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel mihver (eksen) üzerinde akıl ve ilim rehberliğini kabul ederlerse, manevî mirasçılarım olurlar.” Atatürk bu sözünde bilimsel düşüncenin değişkenliğine ve yıllarca geleneksel kurallara bağlı kalınarak bir devletin yönetilemeyeceğini vurgulamıştır. Gerçekten de Atatürk arkasında dogma ve körü körüne bağlı kalacağımız yasalar bırakmamıştır. Bunun yerine her zaman bilimin rehber alınmasını her fırsatta nasihat etmiştir.

Çağdaşlaşma Lideri Atatürk

Atatürk Türkiye’nin çağdaşlaşmasının ve müreffeh bir devlet haline gelmesinin temel kaidesinin ilim ve fen yolunda ilerlemek olduğunun altını şu sözleri ile çizmiştir: “Milletimizin siyasî, içtimaî hayatında, milletimizin fikir terbiyesinde de rehberimiz ilim ve fen olacaktır.” Atatürk geleceğin dünyasında statik olunarak, dünyadan bir haber şekilde var olunamayacağını ve Türk milletinin her bir kuşağının elindekileri bir ileri safhaya taşıyarak gelişeceğini bunu da teknoloji çağına ayak uydurarak yapılması gerektiğini yaptığı bir konuşmasında, “Her yeni yetişen kendinden eskisini beğenmeyecek kadar yükselirse o zaman, ancak o zaman gelecek nesiller birbirinden kademe kademe yüksek seviyede bir yükselme grafiği meydana getirebilir ki; insanlığın ilerlemesinin amacı da budur.” İfadesinde rahatlıkla görebilmekteyiz. Atatürk milli mücadeleyi kazandıktan sonra “Asıl işimiz şimdi başlıyor!” sözüyle cehaletle yapılan savaşın asıl şimdi başlayacağını ve aslında milli mücadelenin ikinci aşamasının başladığını ifade etmektedir. 

Atatürk’ün evrensel niteliklerinden biri de onun bir “çağdaşlaşma lideri” olmasıdır. Dünyada herhangi bir toplumda bu kadar kısa sürede bir atılım belki de görülmemiştir. Elbette, Atatürk bu atılımı ve laikleşme hamlelerini uzun süreli planlarının nihayeti olarak uygulamıştır. Büyük liderlerin genelinde görülen özellik onda da mevcuttur. Büyük liderler daha iktidarı ele geçirmeden yapacakları ile alakalı fikirleri uzun soluklu bir biçimde tasarlar. Buna ek olarak tüm hayatlarını bu ideallerini geliştirmek üzere harcarlar. İşte Atatürk’ün ideali bilimin yolunda giden, muasır medeniyetler seviyesine gelmiş laik bir Türk toplumu yaratmaktır. Kısaca onun hayatına baktığımızda milleti uğrunda harcadığı bir ömür görürüz. 

Atatürk’ün bilim mirası, Türk milletini çağdaş bir seviyeye taşımanın anahtar yollarını içerir. Bu yollardan birincisi, geleneksel ve skolastik yapıların dışında kalıp çağdaş kurumlar ve kuruluşlar oluşturarak, bilimin değişkenliğine uygun ve ileriye dönük bir yaklaşım benimsemektir. İkincisi ise bilimsel yöntemlere dayalı, uluslararası kabul görmüş ölçü ve standartlara uygun bir eğitim sistemi oluşturmaktır. Bir sonraki bölümde Atatürk’ün eğitimi bilimselleştirmek ve geliştirmek için yaptığı inkılap ve faaliyetlerinden ayrıca bizatihi olarak aktardığı sözlerinden bahsedeceğiz.

Atatürk'ün Bilim Mirası: Atatürk'ün bilim mirasının oluşmasında 52 yıllık akademik kariyerinin, okuduğu 3 bin 937 kitabın ve yazdığı 9 kitabın etkisi çok büyüktür.

Mustafa Kemal Atatürk’ün Milli Eğitimi Bilimselleştirmesi, Türkçeyi Bilim Dili Yapması ve Harf İnkılâbı

Büyük lider biliyordu ki, yeni kurulan cumhuriyetin sadece ekonomik, idari ve benzeri alanlarda kalkınması yeterli değildi. Aynı zamanda dünya standartlarının üzerinde çağdaş, modern ve bilimsel bir eğitimde gerekliydi. Hatta bu genç cumhuriyetin kalkınmasının temel taşı da eğitim olacaktır. Mustafa Kemal eğitimi bilimselleştirmeye öncelikle sadeleştirilmiş milli bir alfabe ile başlamıştır. Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde alfabenin ıslahı ve değiştirilmesi üzerine tartışmalar yaşanmıştır. Enver Paşa tarafından benimsenen harflerin ayrık yazılması ilkesi ise orduda denenmeye çalışılmıştır ancak 1. Dünya savaşının yarattığı çevrede bu uygulama kalıcılığı sağlayamamıştır. 

Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasının ardından kurulan genç Türkiye Cumhuriyeti’nde, Mustafa Kemal Atatürk eğitimin bilimselleştirilmesi ve ülke genelinde dilin anlaşılır, sade ve kolay olması için hızlı bir çaba başlatmıştır. Bu amaçla, Osmanlıcanın yazımında kullanılan Fars-Arap alfabesini uyarlamasının yerini Latin esaslı Türk alfabesi almıştır. 

İnkılabın Gerekçeleri

İnkılabin temel nedenleri açıktır. Öyle ki Arap- Fars harfleri, fonetiği ve hançerisini (gırtlak yapısı), öz Türkçenin ses ve gırtlak yapısına uygun düşmemekteydi. Ayrıca, Arap- Fars harfleri öz Türkçenin sesletim biçimine uymadığı gibi yazıldığı şekilde okunması da zordu. Bu nedenlerle, bu alfabe Türk dilinin doğru ve anlaşılır bir şekilde yazılmasını ve okunmasını engelliyordu. Bunların yanında bu harfler ile kolay yazılıp okunamıyordu. Konuşulduğu gibi yazılamıyor, yazıldığı gibi okunamıyordu. Sözlü ile yazılı dil arasında uyumsuzluk vardı. Osmanlı alfabesinin yaygın kullanıldığı Osmanlı İmparatorluğu dönemi ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında, bu alfabenin kullanımının yol açtığı güçlükler nedeniyle okuma yazma oranlarının düşüklüğü göze çarpıyordu. Bu durum, eğitim alanını derinden etkilemekteydi. Okuma yazma öğrenme seviyesine gelemeyen ve okullarını dolduramayan bir toplum, ilim, teknik ve bilimde ilerlemiş ve çağdaşlaşmış Avrupa’nın gerisinde kalmaktaydı. 

Hüseyin Cahit Yalçın’ın harf inkılabıyla ilgili ifadeleri, Türk basınının Avrupa’daki bir şehir merkezinde basılan tek bir gazete sayısını dahi geçemediğini belirtmektedir. Bu durum, basın ve iletişim alanındaki eksikliği vurgulamaktadır. Ayrıca, dönemin yapısını incelediğimizde, edebiyatın ve kültürel üretimin öncelikle İstanbul’da seçkin bir zümreye hitap ettiği ve sınırlı bir etki sağladığı görülmektedir. Ancak milli edebiyat dönemiyle birlikte Anadolu’nun da katkısıyla bu etki daha geniş kitlelere ulaşmıştır. 

Bilimsel çalışmalar ve üretilen eserler açısından da durum benzerdir. Osmanlı alfabesinin kullanıldığı dönemde edebi ve bilimsel üretim oldukça sınırlıydı ve bu alanda geride kalmıştık.

Bilim Dili Türkçe

Atatürk’ün bilim mirası, bir ülkenin çağdaşlaşması için bilimsel, akademik ve edebi üretimin temel olduğunu öngörerek bu alandaki eksiklikleri göz önünde bulundurmuştur. Mustafa Kemal elbette Osmanlı alfabesinin halk içerisinde öğrenilmesinin zorluğunun ve halkın okuma yazma oranının düşüklüğünün farkındaydı. Bunun içinde Batı esaslı Latin alfabesine geçilerek eğitimin bilimselleştirme ve yaygınlaştırılmasına ilişkin büyük bir adım attı. Atatürk ayrıca çok önemli bir şeyi daha fark eden ilk kişilerden biriydi. Türkçe, ekler aracılığıyla sözcük türetmeye elverişli bir dil olması yönüyle Latinceye benzemektedir. Bu sebeplerdendir ki Türkçe bilim dili olmaya bir hayli uygundur. Atatürk bu durumu fark ettikten sonra askerlik, fen ve geometri terimlerini dilimizin sağladığı kolaylıkla beraber Türkçeleştirmiştir. 

Atatürk’ün Bilim Mirası: Atatürk’ün Türkçeye Verdiği Önem

Atatürk 13 Kasım 1937’de Sivas Lisesi’nde derse girdi ve bir kız öğrencinin geometri (hendese) dersini dinlemeye başladı; ancak öğrenci ders anlatırken sıkıntı çekiyordu. Öğrencinin sıkıntısı ise özellikle açı, paralel, üçgen, eşkenar ve benzerlik gibi geometriye ait terimlerin Arapça olması ve Arapça bilmeyen öğrencinin kendini rahat bir biçimde ifade edemiyor ve bu kavramları açıklayamıyor olmasıydı. 

Atatürk bu duruma bir hayli üzülmüş ve öğrencilerin sıkıntı çekmelerine dayanamamıştır ve o sırada “Bu anlaşılmaz Arapça terimlerle öğrencilere bilgi verilemez.” diyerek uyarıda bulunmuştur devamında kara tahtanın önüne geçerek “zaviye” yerine “açı”, “dılın” yerine “kenar” ve “müselles” yerine “üçgen” sözcüğünü kullandı. Bu olayın sıcaklıyla Ankara’ya döner dönmez “Geometri Kılavuzu” isimli kitabı yazmaya başladı. Kısa bir süre sonra ise bu kitabı bitirdi. Atatürk bu kitabı yazarken amacı hem örnek olmak hem de Türkçenin bir bilim dili olarak kullanılmasını yaygınlaştırmak olmuştur. Bu kitap 1937’de yazar adı olmada Milli Eğitim Bakanlığı’nca bastırıldı. Buradan da rahatlıkla görebiliriz ki Atatürk Türk diline önem vermiş ve bir bilim dili olması çalışmıştır. 

Atatürk tahtaya bir şeyler yazarken.
Atatürk tahtaya bir şeyler yazarken.

Halil İnalcık’ın Atatürk’le Olan Anısı  

Rahmetli Halil İnalcık’ın 19-02-2014 tarihli konuşmasından aldığımız aşağıdaki paragrafta da Mustafa Kemal’in Türkçeye verdiği değeri bir kez daha görmemiz mümkündür. 

“ … Atatürk, Tarih ve Dil kurumunu kurmuş, onlara servetini vasiyet etmiştir. O zaman dört cilt tarih kitabı çıkardı. Biz ondan tarihi öğrendik. Bu dört kitabın mekteplerde nasıl okutulduğunu teftiş etmek istiyordu. Kapı açıldı, bir alev parçası gibi kapıdan girdi büyük ata. Doğru benim önüme geldi tabii, en önde oturuyorum. Parmağını Kızıldeniz’e uzattı. Burası neresi? dedi. Bahr-i Ahmer dedim ben de, ağzımda kalmış.” Hayır” dedi, “başka adı yok mu ? “diye sordu. Türkçesini, Kızıl Denizi istiyordu. Onu da hatırlayamadım, şap denizi dedim, tuzlu deniz. Tabii güldü, “Kızıl Deniz değil mi?” dedi. Türkçeye ve Türk tarihine büyük hürmeti olan büyük insan…” 

Tevhid-i Tedrisat’ın İlanı

Eğitimin bilimselleşmesi için ilk olarak dili bilimselleştirmiştir. Bununla birlikte okullardaki okuma oranını arttırarak halkın ayırt edilmeden eğitim alabilme hakkı kazanmasına ve okulları doldurmasına büyük önem vermiştir. Atatürk bilimin Türk gencinin tek kılavuzu ve yol göstericisi olması gerektiğini defaatle savunmuştur. Onuncu Yıl Nutkunda bunu şöyle ifade etmiştir: “…Türk milletinin yürümekte olduğu medeniyet ve ilerleme yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meşale müspet ilimdir…” Atatürk’e göre çağdaş olabilmek bilim ve aklı rehber edinme yoluyla mümkündür. “…Milletimizin siyasi, içtimai hayatında, milletimizin fikri terbiyesinde de rehberimiz ilim ve fen olacaktır…”. 

Burada karşımıza Atatürk tarafından uygulanan çok önemli bir kanun çıkar: Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğretim Birliği Yasası). Bu kanun eğitimin ulusal bir hale getirilerek birleştirilmesi ve farkları ortadan kaldırarak fırsat eşitliğini öne çıkarmaktadır. Böylelikle eğitim farklı profil ve şahsiyetlerde insanları yetiştirebilen laik, ulusal, ve karma bir vaziyet almıştır. Atatürk dogma olmayan sadece bilimsel düşünceye önem veren, farklılıkları hoşgörü ile karşılayan ve aklı rehber edinen laik bir toplum oluşturmayı hedeflemiştir. 

Atatürk’ün Bilim Mirası: Atatürk’ün Üniversitelere Bakış Açısı

Atatürk eğitim üzerine belirlediği esasları aynen üniversiteler üzerine de belirlemiştir. Buna ek olarak, üniversiteleri ülkenin kalkınması ve bilimi rehberliğinde gelişme için önemli bir yere koymuştur. “…Bunun için memleketi şimdilik üç büyük kültür bölgesi halinde mütalâa ederek; garp bölgesi için İstanbul Üniversitesi’nde başlanmış bulunan ıslahat programını daha radikal bir tarzda tatbik ederek cumhuriyete cidden modern bir üniversite kazandırmak; merkez bölgesi için Ankara Üniversitesi’ni az zamanda kurmak lâzımdır. Ve doğu bölgesi için Van Gölü sahillerinin en güzel bir yerinde, her şubeden ilkokullarıyla ve nihayet üniversitesiyle modern bir kültür şehri yaratmak yolunda, şimdiden fiiliyata geçilmelidir…”. Bu ifadelerinden anlaşıldığı gibi eğitimin Türkiye’nin her karışında şarktan garba kadar yaygınlaşmasının gerekliliğini vurgulamıştır. 

Atatürk Osmanlı’nın sanayileşme ve eğitimde yaptığı hatalarda olduğu gibi eğitimi İstanbul ve çevresinde asla düşünmemiştir. Buna karşın Türkiye’nin her bir gencine ulaşıp en laik, modern ve bilimsel eğitimi vermenin lüzumuna inanmıştır. Atatürk, cumhuriyeti kurduktan sonra yurtdışına yetenekli öğrencileri göndererek “üniversite reformu” için hazırlık yapmaya başlamıştır. 1927-1930 yıları arasında toplamda 500 öğrenci yurdışına gönderilmiştir. ”Sizi birer kıvılcım olarak gönderiyorum; alevler olarak geri dönmelisiniz” demiştir. Gönderilen öğrenciler arasından Türk bilimine ve tarihine çok sayıda katkıları olan başta Ekrem Akurgal, Sedat Alp, İhsan Ketin, Sadi Irmak, Cahit Arf gibi daha bir çok değerli isim çıkmıştır. Öte yandan, yurtdışına gönderilen öğrenciler yetiştikten sonra da üniversite reformu başlamıştır. a

Hasan Rıza Soyak anılarında, Atatürk’ün 1930 yılında: “…Yurdun içinde ve dışında tahsilde yahut stajda bulunan çocukların yetişip, birbiri ardından işe atılacakları günlerde yaklaşıyor. Bu itibarla adamsızlık yüzünden çektiğimiz sıkıntıların hafiflemeye başlayacağı zamanın uzakta olmadığına inanabiliriz…” dediğini belirtmiştir. 

Atatürk’ün Bilim Mirası: Atatürk ve Üniversite Reformu

Atatürk’ün bilim mirası, Cumhuriyet döneminde gerçekleşen kültürel yenilik hareketlerine de yansımıştır. Bu dönemdeki en önemli kültür olaylarından biri, İstanbul Üniversitesi Reformu’nun öncülük ettiği kültürel yenilik hamlesidir. Bu hamle, aslında Cumhuriyet hükümetinin 1924’ten itibaren İstanbul Darülfünunu ile yakın bir ilişki kurmaya başlaması ve 1926’da Ankara’da Hukuk Mektebi’nin açılmasıyla başlamıştır. Bu süreç, 1930’larda doruk noktasına ulaşmış ve 1946’da Ankara Üniversitesi’nin kuruluşuna kadar devam etmiştir. Bu büyük çağdaşlaşma çabası, Cumhuriyet döneminin önemli bir kültürel ve eğitimsel dönüşümünü temsil etmektedir. 

Atatürk derslikte öğrenciler ile.
Atatürk derslikte öğrenciler ile.

Yabancılar Yoluyla Akademik Zenginleşme

Bu dönemde, 1933’ten başlayarak Türkiye’ye yerleşen yabancılar, genellikle zorunlu nedenlerle ülkemize gelmişlerdir. Türk hükümeti bu göçü teşvik etmiş ve Türk toplumu da bu insanları anlayışla karşılamıştır. Onların Türkiye’ye katkı sağlama niyetini desteklemiştir. Bu beyin göçü, yalnızca Türkiye’ye özgü bir durum değildir. Aynı zamanda 1933-1945 yılları arasında dünya genelinde Almanya’dan farklı ülkelere beyin göçünün yaşandığı bir olgudur.

Özellikle Amerika Birleşik Devletleri üniversiteleri, mülteci profesörlerin katkılarıyla yüksek eğitim standartlarını yükseltmiştir. Bu vesileyle birçok alanda büyük bilimsel gelişmelere öncülük etmiştir. Bu göç, dünya genelinde bilimsel ilerlemelere önemli katkılarda bulunmuştur.

Mültecileri genel olarak iki gruba ayırmak mümkündür. Birinci grup, Almanya’da yaşadıkları halde o dönemin siyasi ideolojisi ile uyumsuzluk yaşayarak ülkelerini terk edenlerden oluşur (Ernst von Aster, Curt Kosswig gibi), ikinci grup ise Musevi oldukları için Almanya’yı terk etmek zorunda kalanlar ve ailelerinde Musevi kökeni bulunanlardan oluşmaktadır. Bu durum, mültecilerin aile bağlarına dayalı olarak sınıflandırılmasını gerektirir. Yani mülteci olanın annesi, babası, dedesi veya eşi Musevi kökenli ise, kişi bu grupta sayılır. Türkiye’nin bu süreçte önemli bir rol oynadığı unutulmamalıdır. Çünkü her iki gruptaki öğretim üyeleri Türkiye’de akademik yaşama katkı sağlamıştır. Kendileri ülkemizdeki üniversitelerin gelişimine büyük katkılar sunmuşlardır. Örneğin İstanbul Üniversitesi kurulduktan sonra ülkemizdeki tıp dekanlıklarının büyük çoğunluğunu ilk defa kendileri kurmuştur. Bununla birlikte zooloji ve diş hekimliği gibi alanları Türkiye’ye getirmişlerdir. Ülkemize gelen isimler arasında Alfred Kantorowicz, Umberto Ricci, Philipp Schwartz, Curt Kosswig, Wilhelm Liepmann, Hugo Braun, Hans Winterstein, Leo Spitzer gibi daha bir çok kıymetli isim yer almaktadır.

Reform Süreci

Reform sürecinin başlangıcında, İsviçre’nin Cenevre Üniversitesi’nden pedagoji (eğitim bilimi) uzmanı olarak Türkiye’ye getirilen Profesör Albert Malche dönemin İstanbul Darülfünun’u hakkında bir rapor hazırlamıştır. Rapora göre, dönemin Türkçe yayınları oldukça yetersizdir. Ayrıca, yabancı yayınları okuyup anlayabilen öğrenci sayısı oldukça sınırlıdır. Memur sayısı fazladır. Bu fazlalığın azaltılması, ihtiyaç sahibi öğrencilere görev verilmesi uygun bir adım olabilir. Öğrenci sayısı oldukça fazladır, ancak kayıtlı olup da hiç görülmeyen öğrencilerin varlığı dikkat çekmektedir. Genellikle bir seneden yukarı seneye geçen öğrenci sayısı oldukça azdır. Diploma alan öğrenci sayısı da bir o kadar sınırlıdır.

Bu sorunun çözümü olarak, devam edemeyecek olan öğrencilerin cesaretinin kırılması yerine, daha destekleyici önlemler alınmalıdır. Sınavların daha zorlayıcı hale getirilmesi; sadece ezberlemeye dayalı değil, öğrencilerin bilgilerini uygulamaya koyabileceği pratik konulara da odaklanması gerekmektedir. Ayrıca, dersler için gerekli kitapların eksikliği profesörleri kitap yazmaya ve bu eserleri yayınlamaya teşvik etmelidir. İlk yıl yabancı dil öğretimi de programa dahil edilmelidir. Bu şekilde, üniversite eğitiminde kalitenin artırılması ve öğrencilerin daha iyi yetişmesi sağlanabilir. Bahsi geçen rapor Milli Eğitim Bakanlığı tarafından “İstanbul Üniversitesi Hakkında Rapor” adıyla yayınlanmıştır.

Rapordan da anlaşılabileceği üzere dönemin Darülfünun’u istenilen çağdaş özellikleri taşımamaktaydı. Cumhuriyet idaresinin eline geçen tek yüksek öğretim kurumu olan Darülfünun, bir türlü modern görüşlere uyum sağlayamamıştır. Hatta medrese geleneğini korumuştur. En nihayetinde 31 Mayıs 1933 tarihli ve 2252 sayılı yasa, Meclis tarafından kabul edilerek İstanbul Darülfünun’u kapatmış ve yerine İstanbul Üniversitesi’ni kurmuştur.

Bahsettiğimiz üzere bu reform 1946 yılına kadar fiilen devam etmiştir. Üniversite Kanunu’nun çıkmasıyla ise son bulmuştur. Reform süreci boyunca Ankara’da Hukuk Mektebi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi (DTCF), Ankara Devlet Konservatuvarı gibi önemli eğitim kurumları kurulmuştur. İstanbul Darülfünun’u ve Teknik Yüksekokul tam anlamıyla bir üniversite haline getirilmiştir. Görülebileceği gibi bu büyük modernleşme çabası, Cumhuriyet döneminin kültürel ve eğitimsel dönüşümünü belirgin bir şekilde yansıtmaktadır.

Sonuç:

Cumhuriyetimizin 100. yılında ulaştığımız bu noktada, omuzlarımıza yüklenen tarihî sorumluluğun farkında olmalıyız. Geleceğe yön verme gücünü ancak ve ancak bilimsel düşünce ışığında hareket ederek kazanabileceğimizi unutmamalıyız. Mustafa Kemal ve silah arkadaşları, bizlere sadece bağımsız bir vatanın anahtarlarını teslim etmekle kalmamıştır. Aynı zamanda aydınlanma yolunda ilerlemenin, toplumsal, ekonomik ve teknolojik gelişmelerin temelinde bilimin yattığını gösteren kıymetli bir miras bırakmışlardır.

Atatürk’ün bilim mirası, bizi sadece geçmişteki zaferlere özlem duyan veya tarihin tozlu sayfalarında takılıp kalan bir millet olmaktan çıkarıp, yeniliklere açık, sorgulayan, eleştiren ve sürekli ileriye bakan bir toplum haline getirmek için bir rehber niteliği taşımaktadır. Bu toprakların evlatları olarak bizler, atalarımızın bize bıraktığı bu değerli emaneti korumakla kalmayıp, onu geliştirmek, genişletmek ve dünyadaki yerimizi sağlamlaştırmak için de kullanmalıyız. Atatürk’ün bilim mirası; bilime olan bağlılığımızı her daim canlı tutmak, bilimsel düşünceyi toplumun her alanına yaymak, sanayimizden kültürel değerlerimize kadar her alanda bilimsel ve rasyonel düşünceyi temel almaktır. Böyle bir hayat felsefesini bütünüyle benimsemek, bu mirasa sahip çıkmanın en somut göstergesi olacaktır.

Özellikle bu kritik dönemlerde karşılaştığımız her zorluğu Mustafa Kemal’in işaret ettiği bilimsel düşünce ışığında aşarak, toplum olarak birlikte hareket etme bilincini daha da güçlendirerek, bilgiyi üreten, paylaşan ve onun rehberliğinde ilerleyen bir millet olma yolunda kararlı adımlarla ilerlemeliyiz. Unutmamalıyız ki bize bırakılan bu mirasa sahip çıkmak, onu yüceltmek ve gelecek nesillere taşımak; bizlerin en büyük vefa borcu ve tarihî sorumluluğudur.

Kaynakça:

1- Erdem, A. R. & Atatürk, M. K. (2012). ATATÜRK’ÜN LİDERLİĞİNDE ÜNİVERSİTE REFORMU: YÜKSEKÖĞRETİM ve BİLİM TARİHİMİZDE DÖNÜM NOKTASI . Belgi Dergisi , (4) , 376-388 . Retrieved from https://dergipark.org.tr/tr/pub/belgi/issue/35040/388719

2- Sinanoğlu, O. (2007) Atatürk ve Türk bilim dili, Türk Hijyen ve Deneysel Biyoloji Dergisi, 64 (1), 1-5

3- Erdem, A. R. , Atatürk, M. K. “ATATÜRK’ÜN LİDERLİĞİNDE ÜNİVERSİTE REFORMU: YÜKSEKÖĞRETİM ve BİLİM TARİHİMİZDE DÖNÜM NOKTASI”. Belgi Dergisi (2012 ): 376-388

4- Sönmez, S. (2002). GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN EĞİTİM FELSEFESİ, AMACI VE POLİTİKASI . Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi , 9 (19) , – . Retrieved from https://dergipark.org.tr/tr/pub/ataunitaed/issue/2841/38848

5- Sönmez, S. (2002) Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün eğitim felsefesi, amacı ve politikası, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 9 (19), 305-330https://avesis.atauni.edu.tr/yayin/ca2413bb-48ad-42d7-8557-3bc1509d27e6/gazi-mustafa-kemal-ataturk-un-egitim-felsefesi-amaci-ve-politikasi

6- Ortaylı, İ. (2018) Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Kronik Kitap

7- Horst Widmann, Atatürk ve Üniversite Reformu, 1999

Ben Deha Kaykı. Sapiens Medya’nın ortak kuruculuğunu yürütmekte ve Evrim Ağacı platformunda yazarlık yapmaktayım. Ekoloji, evrimsel biyoloji, biyoteknoloji, genetik, omurgalı paleontolojisi ve modern fizik başlıca ilgilendiğim disiplinlerdir. Bunlarla birlikte özellikle Stoacılık ve Helenistik felsefe ekolleri ile de ilgilenmekteyim. Aynı zamanda Prof. Dr. Nihat Berker’in verdiği kuantum mekaniğe giriş dersini üstün başarı ile tamamlayarak Sayın Berker’in referansını kazandım. Evrim Ağacı ile birlikte “De-extinction” terimini “Türdiriltimi”, "Un-extinction" "Nesli döndürme" olarak Türkçeye çevirmiş ve literatüre kazandırmış bulunmaktayım.

Evrim Ağacı'nda uzun bir süredir yazarlık yapmaktayım. Genetik, zooloji, evrimsel biyoloji, paleontoloji, jeoloji, astrobiyoloji; yapay zeka ve robotik bilim kategorileri başlıca ilgi alanlarımı oluşturmaktadır. Öte yandan Coğrafi Keşifler ve doğa tarihine, bunlara ek olarak doğa ve varoluşçuluk felsefesi alanlarına da güçlü bir şekilde ilgi duymaktayım. Ayrıca, Evrim Ağacı ile beraber “De-extinction”terimini “Türdiriltimi” olarak ilk kez Türkçeye çevirmiş, konu hakkındaki ilk kapsamlı Türkçe makaleyi yazmış ve literatüre kazandırmış bulunmaktayım. Aynı zamanda Sapiens Medya'da da editörlük görevi üstlenmekteyim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir