BloglarDiğer İçeriklerimizKültür Köşesi

Aydaki Kadın Roman İncelemesi

Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü gibi birbirinden eşsiz eserleri biz okuyuculara sunmuş oldukça kıymetli bir yazardır. Bu yazımızda onun yarım kalan son romanı olarak bilinen “Aydaki Kadın” romanını inceleyecek ve kitap hakkındaki sorulara cevaplar arayacağız. Eser hakkındaki incelemeye geçmeden önce yazarımızın kim olduğunu kısaca özetlemenin faydalı olacağını düşünüyoruz.

Bu tarz benzeri içeriklerimiz için Bloglar kısmına göz atabilirsiniz.

Ahmet Hamdi Tanpınar Kimdir?

Ahmet Hamdi Tanpınar, 23 Haziran 1901’de İstanbul’da doğdu. Kadı Hüseyin Fikri Efendi’nin oğludur. Baytar Mektebi’ni bırakarak girdiği Darülfünun-ı Osmani’nin (Bugünkü İstanbul Üniversitesi) Edebiyat Fakültesi’nden 1923’te mezun oldu. Erzurum, Konya ve Ankara’daki liselerde öğretmenlik yaptı. Gazi Terbiye Enstitüsü’nde (Gazi Eğitim Enstitüsü) edebiyat dersleri verdi. 1933’ten sonra İstanbul’da Kadıköy Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği yaptı. Güzel Sanatlar Akademisi’nde sanat tarihi ve estetik dersleri verdi. 1939’da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde yeni kurulan Türk Edebiyatı Kürsüsü profesörlüğüne getirildi. Yahya Kemal; onun şiir zevkinin, millet ve tarih hakkında görüşlerinin oluşmasında önemli rol oynadı.

ahmet hamdi tanpınar, aydaki kadın
Ahmet Hamdi Tanpınar. (Görsel Kaynağı: TRT Haber)

1942 ara seçimlerinde CHP’den Maraş Milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girdi, üniversitedeki görevinden ayrıldı. 1946 seçimlerinde tekrar aday gösterilmeyince bir süre Milli Eğitim Müfettişliği yaptı. Ardından Güzel Sanatlar Akademisinde tekrar derse girmeye başladı. Sağlığı gittikçe bozulan Ahmet Hamdi Tanpınar, 23 Ocak 1962 tarihinde geçirdiği kalp krizi neticesinde İstanbul’da 60 yaşında vefat etti. Cenaze namazı Süleymaniye Camii’nde kılındı ve Rumelihisarı Âşiyân Mezarlığı’nda Yahya Kemal’in mezarının yanı başına defnedildi. Mezar taşına meşhur “Ne
İçindeyim Zamanın” şiirinin ilk iki mısrası yazılmıştır.
“Ne içindeyim zamanın
Ne de büsbütün dışında…”

Aydaki Kadın Romanının Genel Özellikleri

aydaki kadın roman kapağı
Aydaki Kadın, Dergah Yayınları

Roman; Türk edebiyatının önemli isimlerinden şair, yazar, edebiyat tarihçisi ve akademisyen Ahmet Hamdi Tanpınar tarafından kaleme alınmıştır. Roman toplamda iki yüz doksan sekiz sayfadan oluşmaktadır. Ayrıca; Sunuş, Önsöz, Birinci Bölüm (İç İçe), İkinci Bölüm (Karşı Karşıya), Ekler, Romanın Planı ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Son Romanı (Güler GÜVEN) olmak üzere yedi bölümden oluşmaktadır.

Sunuş ve Önsöz İncelemesi

Romanın sunuş bölümünde, Aydaki Kadın romanının bitip bitmemesiyle ilgili açıklamaların dışında Tanpınar’ın ünlü romanlarından Huzur ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü’yle de ilgili açıklamalar bulunmaktadır. Bu bölümdeki notlar edebiyat tarihçimiz, değerli yazar ve akademisyenimiz Prof. Dr. İnci ENGİNÜN tarafından kaleme alınmıştır.

Prof. Dr. İnci ENGİNÜN’ün roman hakkındaki ilk değerlendirmeleri şu şekildedir: “Roman, ilk defa yine Tanpınar’ın öğrencileri olan Şinasi TEKİN ve Gönül ALPAY TEKİN’in çıkardıkları Journal of Turkish Studies-Türklük Bilgisi Araştırmaları (1979 ve 1984) dergisinde Güler GÜVEN’in ‘Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Son Romanı’ adlı yazısıyla birlikte yayınlamıştı. Bu önemli yazı Prof. Dr. Gönül ALPAY TEKİN’in izniyle kitabın sonuna eklenmiştir. Aydaki Kadın daha sonra da Adam Yayınları tarafından basılmıştı (1987). Aradan yirmi yıl içinde kitabın ikinci baskısı Aydaki Kadın hakkındaki değerlendirmelerin de öteki eserleri kadar çok olmadığı malum. Bunda şüphesiz ki eserin yarım kalmış olmasının etkisi aranmalıdır. Güler Güven’in romanın yaklaşık üçte ikisinin yazıldığını belirtmekte. Romanın bitmediği şüphesizdir.’

Prof. Dr. İnci Enginün
Prof. Dr. İnci Enginün. (Görsel Kaynağı: Anadolu Ajansı)

Huzur ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü

Sunuş yazısının devamında Aydaki Kadın romanını yazmak için Huzur ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nden ilham aldığındansa şu şekilde bahsetmektedir: “Tanpınar’ın kendi eserine karşı yönelttiği eleştirilere rağmen sık sık onu fert ve toplum ilişkileriyle bu romanı o Huzur ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün birleşimi gibi yazmak istemişe benziyor. Aydaki Kadın şüphesiz ki bir aşk hikayesidir, tıpkı Huzur gibi. Huzur’da sosyal eleştirileri, tarihin değerlendirilmesi aydın zümrenin sohbetleri olarak geçtiği kadar, şehrin tarihi dokusu da aşıkların dolaştıkları mekandır…Saatleri Ayarlama Enstitüsü sosyal değişmelerinin dalgalar gibi üzerinden aştığı ‘maruz’ bir adamın gözüyle sosyal hayatın abesliklerini teşhir ve insan çıkarcılığının yorumudur ki bu eleştiriden herkes ve her kurum payını alır.’

Enginün, Aydaki Kadın romanıyla ilgili Sunuş bölümünün son sayfasındaysa bir beyanda bulunmuştur:Bu roman onun günlükleriyle birlikte okunduğunda, günlük olayların, kişilerin nasıl romana sızmış olduğunu, özellikle ikinci bölümünün kendi hayatıyla yakın ilişkisini açıklamaktadır. Selim’in sevilen, vazgeçilemeyen, başarılı şahsiyeti, şüphesiz ki Tanpınar’ın bizzat kendisiyle ilgili özlemidir. Tıpkı Mahur Beste gibi bitmemiş olsa da Aydaki Kadın Tanpınar’ın önemli romanlarındandır.

Prof. Dr. Güler Güven, kitabın önsöz bölümünde Ahmet Hamdi’yle 1954 yılında yapılan bir röportajda geçen şu sözlerden bahsetmektedir:(Edebiyat Üzerine Makaleler,1969, s.555)

“Aydaki Kadın diye bundan (Saatleri Ayarlama Enstitüsü) çok ayrı, çok başka, daha derin ve ferdi meseleleri ele alan bir romanım var. Fakat ne zaman bitireceğimi bilmiyorum.”

Aydaki Kadın Roman İncelemesi

Daha romanın başında Ahmet Hamdi’nin etkileri görülmektedir. Romanlarından birini okuyan okur, sayfalar sayesinde zamanda ve kendi içinde yaptığı bir yolculuğa çıkmaktadır. Adeta yeri gelince yıkılacağı yeri gelince hayret edebileceği bir yolculuk… Anlatıcının yaptığı zihin-dünya yolculuğu şu şekilde açıklanmıştır. Ek bilgi olarak kurulan cümle romanın birinci bölümü olan ‘İç İçe’ bölümünün ilk cümlesidir.

“Uyandım. Uyanıyorum. Zihnin oyunu bitti. Şimdi kendi kapımdayım. Biraz sonra içeriye, oradan dünyaya gireceğim.

Şu an tarafımca okunulan kısımdan bir şeyler çıkaracak olursak rüya ön plandadır. Romanda ismi geçen Selim ve Mesut, rüya görme ve görmeme arasındaki ince çizginin farkındadırlar. Onlar için rüya, hayal, zaman ön plandadır. Neden rüyalar bu kadar önemliydi?  Cevabı şimdilik bilemesek de Ahmet Hamdi’nin hayatı rüyanın önemi için büyük bir ipucu içermekte. Ayrıca romandaki Selim karakteri, Ahmet Hamdi’nin kendisi olabilir. Çünkü roman karakterlerinden Mesut’un gördüğü rüyalar Selim’i de rüya görmeye teşvik etmişti.

Aydaki Kadın Romanı Rüya Yönü

“Hakikatte çok karışık rüyalar görmüştü. Fakat bununla da kalmıyordu. İşin içinde bir başka şeyin daha bulunduğunu hissediyordu. ’Sanki bir melek tarafından sabaha itildim. Çok güzel, mahzun ve hoyrat bir melek… Öyle ki hep arkama bakmak istiyordum.’ “

Selim’deki rüya görme isteği ve rüyanın etkisi, büyükbabasından ve çocukluğundan yadigardır. Rüya meselesi romanda ilk olarak şöyle etkilerini göstermeye başlamıştır: “Selim’de rüyalarına merak çocukluğunun yadigarıydı. ’Yalnız büyükbabam rüyalarını söylemezdi. Çünkü büyükbabam geçmiş zamandı. Geçmiş zaman rüya görmez, sadece hatırlar. Büyük babam hatırlardı. O bir kere ve tam rüya görmüştü.’ “

Hayrettin Paşa, bir başkasından eline geçmesinden daima korkuttuğu hatıralarını yazarak tam yirmi beş yıl yaşamıştı. Bu hatıralar tüm ev halkının ilgisini çekmekte ve merak uyandırmaktaydı. Hatıralara karşı merak ve ilgi kitapta şöyle bahsedilmektedir:

“Belki de babam yakmıştır. Yahut da büyükbabam hiç kimsenin göremeyeceği bir yere sakladı. Bütün aile bu illete müptelaydık. Dedem, büyükannem, annem… Hemen herkes her gün bir köşeye bir şeyi iyice saklar ve bir türlü bulamazdı. Bu yüzden bir müddet sonra bu saklanan şey ister istemez ilan edilir, evcek hepimiz peşine düşerdik.”

Romandan Kafa Karıştıran Detaylar

Romanın baş karakteri Selim, Ahmet Hamdi olabilir miydi acaba? Bu sorunun cevabını ilerleyen zamanlarda verebileceğiz. Selim ile ilgili romanda bilgiler verilmiştir. Örneğin ailesinin hayatını nasıl değiştirmişti? Bu sorunun cevabını yapılan açıklamayla şöyle vermekteyiz: “Selim için bu büyükbaba bütün bir meseleydi. Kırk beş yaşında kendi iradesiyle hayatını kapatan bu acayip adam, bu hareketiyle bütün ailenin hayatını değiştirmiş, o kadar çocuk ve genç yaşta erkek ve kadının beraber yaşadıkları köşkü dışarıyla münasebetlerini kesen bir sise boğmuştu.”

İnsanlar hayatlarından olmayınca mazisini inkâr mı eder, kabul etmez mi? İnkâr etmek, günlük hayatta insanların çok yaptığı bir şeydir. Ve bu inkâr etme durumu, gerçeklerden kaçmak, onları kabul etmemektir. İnkâr etmek biz insanların savunma mekanizmasıdır. Kendini veya bir başkasını korumak için yapılan bir savunmadır. Aslında kişi yanlış yaptığını bile bile gerçekleri kabul etmek istemez. Fakat daha sonra birey gerçeklerle baş başa kalır. Acı çekmeye başlar, pişman olur!

Rüyada bir insan kendini seyredebilir mi? Rüyalar gerçek olur mu? Ayrıca rüyalar üzerine çok düşünmemiz gerekiyor mu? İnsan rüyasında başka bir bedende kendini seyredebilir mi? Selim’in ağzından şöyle cümleler dökülmektedir: “Hangimiz ahmak değiliz sanki… Rüyamda kendimi bir başkası gibi seyrediyordum ve bunu biliyordum. Sanki camdan bir oda içindeydim. Bir köşede oturmuş düşünüyordum. Fakat yüzüm kendi yüzüm değildi. Tanıdıklarımdan birinin yüzüydü.”

Aydaki Kadın, Orhan Pamuk
Aydaki Kadın’a Orhan Pamuk Yorumu. (Görsel Kaynağı: Ne Okuyorum)

Tanpınar’ın Ögeleri

Tanpınar’ın ögeleri rüya, zaman, hayal ve bilinçaltıdır. Ek olarak bu ögeler her romanında Aydaki Kadın romanında olduğu gibi çok önem arz etmektedir. Romanda Selim karakteri dışında; Leyla, Süleyman, Nevzat, Hatice, Gündüz, Marie, Dimitri gibi karakterler de bulunmaktadır. Nevzat karakteri romanda şu şekilde anlatılmaktadır:

…Tıpkı Leyla gibi. Leyla bütün kadınlara benzer, ama yine Leyla’dır. Fakat asıl benzediği Nevzat’tır. Nevzat da öyleydi. Bütün kadınlara benzerdi. Nevzat çocuğunun ölüsünü pencereden attı ve delirdi. Çocuk bu sarsıntıyla iyileşti, kurtuldu. Fakat annesi onu bir daha tanımadı. Bütün ömrü boyunca kendisini oğlunun katili bildi. En son günü hikâyeyi ona yine anlattı: “Ben oğlumu öldürdüm. Ya yavrum böyle işte. Ben katilim… Ben kötü kadınım… Kendi oğlumu öldürdüm…

Oğlunun kurtulmasına rağmen Nevzat, neden oğlunu tanımamaktadır? Bu sorunun cevabını ilerleyen zamanlarda vereceğiz. Yazımızın ilk kısımlarında dediğimiz gibi romanda otobiyografik izler vardır. Ve de Selim karakterinde Ahmet Hamdi’den izler görebilmekteyiz. Kanıt olaraksa romanda geçen cümleler bulunmakta. “Selim sanatta kendisini yenmenin, imaj veya vizyona değişebilmelerini temin için ruh hallerini susturmanın en mühim şart olduğuna inanıyordu. İflas’ın meselelerinden biri de buydu. Yarım kalmış romanın masa üzerinde sürünen müsveddelerine bir hüzünle ve iç sıkıntısıyla baktı. ‘Ne bugün ne de yarın çalışabileceğim…Bir aydır bu hep böyle.’ “

Aydaki Kadın Romanının Aşk Yönü

Aydaki Kadın aynı zamanda aşk romanıdır. Elbette romanda aşk önemli bir yer tutmaktadır. Fakat sadece aşk değildir; tarih, kültür, sanat gibi faktörler de önemli bir yer tutmaktadır. Şimdi romanın baş karakteri Selim’in yaşadığı aşk hikayelerden bahsedelim. Bunun için Selim’in büyük aşkı Leyla’dan bahsettiği bölümlere göz atmak doğru olacaktır. Selim’in ağzından şu cümleler dökülmektedir: “Denizin ve yeşilliğin can sıkıntısı olduğu sahiller…Leyla’sızlığın azabı. Her konuşulan arasından onun yokluğunu görmek, onun bakışını hissetmek. O ayak parmaklarınızı mengeneyle sıkıştırıyorlarmış gibi sabırsızlık! Ve sonra can sıkıntısı. Güzellik ve can sıkıntısı. Cimadan sonraki o korkunç boşluğa benzer bir şey. Hep geriye dönmek istiyordum. Çünkü Leyla o günlerde içimde bıçak gibi çalışıyordu. Leyla vicdan azabıydı içimde.

Aşk güzel bir duygu olabileceği kadar acı veren, mutsuz eden bir duygu da olabilmektedir. Ve bu durum tamamen insanların yaşadıklarına, düşündüklerine ve hissettiklerine bağlıdır. Yazarımız Ahmet Hamdi aşkı şu şekilde tanımlamaktadır: “Aşkın kötü tarafı insanlara verdiği zevki, eninde sonunda ödetmesidir. Şu veya bu şekilde. Fakat daima ödersiniz.” Fakat yine Ahmet Hamdi’nin aşk şiirlerinden Gönül Yapraklarım şiirinde şöyle demektedir: “Yalnızlığın ne demek olduğunu ilk defa öğrendim, ilk defa sensiz çarptı yüreğim, gitarın tellerini ilk defa sensiz okşadım, yıldızlara ela gözlerini unutarak daldım ilk defa…”

Aşk çok farklı bir duygudur. İnsanı hem mutluluktan çıldırtabilir hem mutsuzluktan içten içe yok edebilir. Birey bu uğurda ölmeye gider, gitmeye çalışır. Her ne kadar olmadığını bilse de oldurmaya çalışır, çabalar ve maalesef ki bir yere gelemez.

Aşk ile ilgili başka bir düşünce veya tanım da diyebileceğimiz yazı romanda şu şekilde belirtilmektedir: “Aşk her şey değildir Selim. Huzur ve hürriyet lazım. Her şeyden evvel hürriyet lazım. Çünkü bütün sonradan gelenler gibi her şeyi o tamamlar. Kayboldu mu hiçbir şey yoktur.” Selim’in aşklarından biri de Atıfe’nin annesi Zümrüt Hanım’dı. Selim çocuk yaşta iken kendinden yaşça büyük genç bir kızı sevmişti.

Aşk ve Selim

Romanda, Selim’in Zümrüt Hanım’a duyduğu aşk, sevgi ve Zümrüt Hanım şöyle anlatılmaktadır: “Selim çocuk denecek bir yaşta iken kendisinden biraz büyükçe bir genç kızı sevmiş, sonra ne olduğunu bilmeden kendisini, geceleri adını sayıklayarak istediği bu kızın annesinin kolları arasında bulmuştu. Atıfe’nin annesi ne psikoloji kitaplarının nymphoman -cinsellik dürtüsü yüksek- diye adlandırdığı kadınlardı; ne de romantizmin girdiği yeri yakıp kül eden meşum eden kadınlardandı. Otuz dokuz kırk yaşlarında, alelade denilebilecek genç ve güzel bir kadın, şüphesiz iyi bir anne, sırasında fedakâr bir ev kadınıydı. Selim gerek münasebetlerinin devam ettiği üç sene içinde gerek bu münasebet bittikten sonra üzerinde düşündüğü zamanlarda bu kadın için başka bir sıfat bulamamıştı. Ev işlerinden, ahbaplarından, dikişten, mutfak ve sofrasından başka hiçbir düşüncesi yok gibiydi. Güzel ve tatlı konuşur, yardımdan hoşlanır, uzaktaki kocasından ve üzerine titrediği kızından başka bir şey düşünmezdi.’”

Selim-Zümrüt aşkının nasıl başladığını ve Selim’in hissettiklerini şu şekilde öğrenelim: “Selim’in bu ilk aşktan kuvvetle hatırladığı ve yokluğuna üzüldüğü şeylerin başında, kulağının dibinde uyuşturucu bir iksir gibi duyduğu ve büyüsü anında bütün vücuduna geçen bir yığın fısıltıydı. Zümrüt Hanım başı ona doğru eğilerek, kulağının dibinde arzunun sesiyle konuşmaya başlar başlamaz sıcak bir ürperme boğazında düğümlenir ve vaat edilen ana kadar bir türlü yakasını bırakmazdı. Zaten münasebetleri böyle bir fısıltıyla başlamıştı.” Zümrüt Hanım’a hissettiği yoğun duygulardan sonra Selim’in ağzından şu düşünceler dökülmektedir: “Artık erkek oldum. Beni seven bir kadın var…” Söylenen bu sözden sonra, Selim’in içinde derin bir boşluk olduğunu ve bu boşluk hissinin birini sevdiği, âşık olduğu kendi hayallerini süsleyen, hem annesi hem de sevdiği olabilecek birini bulduğundan veya bulduğunu sanmasından oluştuğunu düşünebilmekteyiz.

Aydaki Kadın Romanının Siyasi Yönü

Romanın aşk romanı olduğunu söylemiştik fakat sadece aşk romanı değildir. Aynı zamanda siyaset romanıdır. Ahmet Hamdi, romanını siyaset romanı olarak tasarlamıştır. Romanın ikinci bölümü olan Karşı Karşıya’da daha çok siyasi izler bulunmaktadır. Aydaki Kadın’da da siyasi izler şu şekilde hissedilmektedir: “…Ta Tanzimat’tan beri bu böyle…Reşit Paşa, Ali Paşa, hatta Fuat Paşa ve hanedanı…Sırasıyla gel. Çocukluğumda Abdülhamit devrinin mirasyedi hikayelerini dinler, şaşırırdım. Muhakkak terbiye edemiyorlar, şımartılıyorlar, derdim. Benimki şımarılmadı da. Öbür kardeşleri iyi kötü gidiyorlar işte… Hatta Mehmet daha şimdiden mükemmel adam… Kız dersen evini cennet yapmış… Benimki bir ifrit…” Siyaset teması romanın ilerleyen sayfalarında daha çok hissedilecektir. Romanın ikinci bölümü Karşı Karşıya’dan bahsedelim. Romanın ikinci bölümünde Tanpınar’ın resimlere, tablolara olan ilgisini, kültürel birikimini, tecrübesini ve hayal gücünü görebilmekteyiz.

Günümüzün büyük sorunlarından olan enflasyon ve para azlığı ile ilgili roman karakterlerinden Sabih Bey şu şekilde konuşmaktadır: “Kötü, hatta korkunç…Büyük bir krize girmek üzereyiz. Paramız düşüyor ve daha da düşecek. Para yerine itibari değerler bir değerler silsilesinde yaşıyoruz. Bunun neticesini elbette göreceğiz…Hem enflasyon, hem para darlığı… En korkuncu ikisinin beraber olması. Dolar karaborsada gittikçe yükseliyor. Dün on üçle yedi arasında idi. Nasıl hoşunuza gidiyor mu?” Gördüğünüz üzere günümüzde de o yıllarda da enflasyon ve Türk lirasının değer kaybetmesi, para darlığı gibi sorunlar mevcut bulunmaktadır. Romanın devamında da şu şekilde anlatılmaktadır: “…Birini bitirmeden öbürüne başlıyoruz. Ve bittabii randıman gecikiyor. Bir kombina gecikiyor. Bir kombina, hazırlığına ve sarf edilen sermayeye göre muayyen bir zamanda randımanını vermezse zarar mutlaktır. İç politika ile iktisadi kalkınmayı birbirinden ayıramadık. Mebuslar hala merkezde eski vilayet kethüdaları gibi yaşıyorlar. Her an iktisadi meselelere müdahale ediyorlar…”

Peki Hangi Yönü Baskın?

Aydaki Kadın romanı her ne kadar siyasi düşüncelerin de yer bulduğu bir yapıt olarak karşımıza çıksa da özünde bir aşk romanıdır. Ve büyük aşk Selim’in Leyla’ya, Leyla’nın -her ne kadar evli olsa da- Selim’e duyduğu derin aşkı işlemektedir. Selim’in ağzından aşkın yaşattıkları ve hissettirdikleri şu şekilde dökülmektedir: “…Merhamet, kıskançlık, itisaf arzusu, nefsini suçlandırma, kaybetmek, kaybetmiş olma korkusu ve bunların yanı başında bazen hepsini silerek yerine geçen, bazen hepsinin muhassılası arzu, bir elektrik santralinin düğmeleri gibi orada, kendi içinde bekliyorlar…”

Selim hakkında şöyle demektedir: “Leyla ile hiç de böyle olmuyordu. O devamlı açlığım ve susuzluğum. Korkum ve lezzetim…” Yine romandan şu söz dikkatleri çekmektedir: “Kıskançlık arzu ile kapı komşu. Fakat arzu kolay kolay objesini muhafaza edemiyor. Onun sayısız dehlizleri var…Hepsi Leyla’sızlığa çıkan dehlizleri.” Birini çok fazla sevmek, taparcasına sevmek… Sevdiğinizi, çok fazla kıskanırsınız ve onu çok fazla arzularsınız bu elinizde değildir. Her şey kontrolünüzün dışında gelişir. Beyninizin ve kalbinizin size oynadığı büyük bir oyundur. Saplantı derecesinde kıskançlık yani obsesif kıskançlık psikolojide Othello Sendromu olarak geçmektedir. Ki ek bir bilgi olarak bu sendrom ismini  William Shakespeare’in “Othello” isimli oyunundan almıştır ve Shakespeare Sendromu olarak da anılmaktadır.

Othello Sendromu
Othello Sendromu. Görsel Kaynağı: Le Monde

O Gece…

Leyla, Selim’in yokluğunu hissettiği geceden şu şekilde bahsetmektedir: “O gece… Selim’in yokluğu vardı. Garip bir şey bu. Selim’in yanında olduğumdan başka türlü yalnızlık. Sonra birdenbire Selim’i ve her şeyi unuttum. Sevmek için muhakkak ayrılmak mı lazım? Hiç olmazsa bazı anlarda böyle düşünüyor.”

Leyla’nın evlendiği hafta Selim’den aldığı mektup romanda şu şekilde anlatılmakta: “…Bütün İtalya. Dün akşam Fiesole’de ay ışığında saatlerce seninle beraberdim. Oradan da bir hediyem var. Küçük, manasız bir şey. O kadar manasız ki göstermeğe cesaret edemedim, cüzdanımda saklıyorum. Seni düşünürken kopardığım bir taflan yaprağı. Sakın budalalık deme, bana gülme…” Mektupta geçen cümlelerden sonra Aydaki Kadın romanının gizemi ortaya çıkmaya başlamıştır. Romanda, Fatma’nın Ay’a yaptığı bir seyahatle ilgili gördüğü rüyası şu şekilde anlatılmakta: “Tam kelimesini söylediniz… Bu geceki rüyamı anlatıyordum. Ay’da idim. Vallahi… Asansörle çıktık. Buraya uğramıştım. Refik’le beraber çıkacaktık. Refik Leyla’yı da almak istiyordu. Ben kandırdım, onu evde bıraktık. Asansör gibi bir şeye bindik, Ay’a çıktık. Ama orada Refik’i kaybettim, bana gülerek bir işaret etti, gitti.” Ay’a yapılan seyahatin anlatıldığı rüya kısmını okurken insanın aklına yapılan bu yolculuğun ölüme olduğu ihtimali gelmektedir.

Selim ve Leyla’nın kavuşma ihtimalinin arttığını hissettiğimiz ve Leyla’nın Selim’e dediği sözler şu şekilde geçmektedir: “Pek değil, dedi. ‘Her şey yeniden başlayabilir. Hiçbir şey bitmiyor Selim, hiçbir şey. Her şey birbirine karışıyor, kenetleniyor. Dipte olanı birdenbire en üstte görüyorsun. Hepsi suyun yüzüne çıkmak için vaktini bekliyor.’ “

Aşk Nedir?

Aşk öyle bir duygu ki insan sevdiğinin her zerresini ayrı ayrı inceliyor. Sevdiğinizin onca kusuru size çok mükemmel bir detay gibi gelirken başka biri onu bu şekilde beğenmemektedir. Leyla ve Mecnun’un yaşadığı bir hikâyede Mecnun’un söylediği söz şöyle geçmektedir: “Padişahım siz onu bir de benim gözümden görün.” Ve Selim de sevdiği kadını seyrini Tanpınar bize şu şekilde aktarmakta: “Gözlerinin altını ve şakaklarındaki kırışıklıkları, çenenin hafif topluluğunu merhamet, hatta bir çeşit dehşet hissinde çoğalan ve değişen bir sevgi ve hayranlıkla seyretti.” Fakat Leyla şu anda ne Selim’i ne de Suat’ı düşünüyordu. Onun aklı büyüsünden bir türlü kurtulamadığı ve kaçamadığı çocukluk aşkı Mehmet Kaptan’daydı. Çocukluğu ve Mehmet Kaptan’a duyduğu derin aşk ve bekleyiş: “Mehmet Kaptan Leyla’nın gecesini küçük düdük sesleriyle, gidip gelen projektör ışıklarıyla, vapurun şimdi bahçeyi tamamlayan kendi ışıklarıyla bir deniz bayramı haline getiriyordu.”

Kelimeler ilk olarak hangi yöne gelir beyne mi kalbe mi yoksa hiçbirine mi? Sorumuza verilen cevap niteliğindeki cümleler yazarın kalemin şu şekilde satırlara aktarılmış: “Fakat kelimeler böyleydi. İnsanın doğrudan doğruya kalbine veya gözüne veyahut kafatasına gelmezlerdi. Düşünce denen o acayip ve gizli şeye, o jelatin yığınına isabet ederlerdi. Onun için birdenbire öldürmezler, bir daha kaybolmamak, sizi bırakmamak için oraya gömülürler, oradan yavaş yavaş gizli ve açık, sizi zehirlerlerdi.’”

Leyla, eşi Asım’ı tatlı bulurken bir anda ondan soğumaya tabir-i caizse iğrenmeye başlamış ve bu konu şu şekilde anlatılmıştır:

“…Leyla onun bütün bu tavırlarında etrafına karşı gösterdiği alaka ve dostluklardaki yapmacığı daima duyar ve rahatsız olur zaman zaman kocasına ‘Asım sahnen eksik…’ diye çıkışırdı. Asım evvela kızmış gibi davranır, sonra gülerek ‘Aldırma Leyla,’ derdi. ‘Hayatın kendisi sahne. Öbürlerinden farkım prens rolünü oynamamda ısrar etmem.’ Ve kahkahalarla gülerdi. Yazık ki bu oyun artık Leyla’yı eğlendirmiyordu. Şimdi onu kendi ışığında görüyordu. Zavallı, iradesizliğiyle iğrenç bir hastaydı. Uzviyetinde iğrenç bir zavallı. Bu iğrenç mahlukla dört sene beraber yaşamıştı. Duyduğu sadece bunun zilletiydi ve bu zillet Leyla’nın muhayyilesinde sade bu dört senede kalmıyor, kiriyle, hicabıyla bütün ömrüne o kadar mesut çocukluğuna kadar gidiyordu. Ölüm gibi bir şeydi. Üç zamanında insanı yıkıyordu.”

Aydaki Kadın Ekler Bölümü İncelemesi

Romanın beşinci bölümü olan Ekler bölümüne geçmekteyiz. Ekler bölümünün ilk sayfasında şu şekilde bir dipnot bulunmaktadır: “Bu başlık altında romanın akışını bozmaksızın uygun bir yere yerleştirilemeyen iki tip ve yazarın roman planına ilişkin bir notu, bu tür parçalar arasından seçilerek verilmiştir.”

Ekler bölümünde, Mehmet Narlı adındaki bir mebustan(milletvekili) bahsedilmektedir. İlk cümle şöyle aktarılmaktadır: “İlk mebusluğunu cenup seyahatlerinden birinde nasılsa rastladığı Adnan Bey’e borçluydu.” Romanda Mehmet Narlı’dan yine şu şekilde bahsedilmekte: “…Mehmet Narlı hakiki bir su politikası ve su buhranı içinde yaşamıştı. Bütün bunların tesiriyle olacak ki gerek Fırka’da yaptığı konuşmaların en canlı taraflarını suya ait tabirler, benzetmeler, atasözleri yapar ve sözün sonu daima su ile biterdi.” Mehmet Narlı’nın sözün sonunu su ile bitirmesinin çocukluğuna dayandığını veyahut çocukluğunda su ile ilgili bir travması olabileceğini söyleyebilmekteyiz. Romanda kanıt olarak ise şu sözler aktarılmaktadır: “Yedi yaşından orta mektebi bitirdiği on altı yaşına kadar uyku saatlerinin yarısını su çevirmekle, su başını beklemekle, su çalmakla, su için dayak yemek, bu dayaktan kaçmakla geçirmişti.”

Mehmet Narlı çocuklukta yaşadığı tek ve unutamadığı macerası romanda şu şekilde anlatılmaktadır: “…daldığı uykudan kapısının önünde çalınan teneke sesleriyle uyandığı zaman birdenbire gözlerinin önünde o gece sis içinde ve hala kanlar içinde sızan bacağıyla ezdiği sülükler canlanmışlardı. Vücudunu sarsan sıtmaya, dumanlı beynine rağmen ayağının altında bu siyah artık manasız, cıvık, yapışkan mahluklardan aldığı intikam. Ve birdenbire kendisini onlara benzetmiş ve o gece yarısı eve sendeleye sendeleye dönerken duyduğu korkudan çok başka türlü bir korku içini sarsmıştı.” Çocukluk travmaları bireyin gelişimini, düşüncelerini, korkularını, ilişkilerini büyük bir biçimde etkilemektedir. Eğer birey bu travmanın etkisinden çıkamazsa depresyona hatta astım ve diyabet gibi sağlık sorunlarına yol açabilmektedir. O yüzden birey korkularının üstüne gitmelidir ve o şekilde hayatına devam etmelidir.

Aydaki Kadın Romanın Planı Bölümü İncelemesi

Romanın altıncı bölümü olan Romanın Planı bölümünde romanın planı, roman karakterlerinin ayrıntısından bahsedilmektedir. Romanın Planı bölümünün ilk sayfasında şu cümleler geçmektedir: “Selim Kırklareli’nde eski arkadaşlarından Refik’le amcasının kızı kendisi ile beraber aynı evde garnizonda bulunan Asım’la evlidir. Asım’ın yaşadığı hayatı bilen Selim genç kadının kocasının kaldığı evde yaşayamayacağını bildiği için biraz sonra eve gider ve Refik’i Leyla ile beraber kendi evinde misafir eder…Aralarında Selim’in dünyanın en güzel dostluğu dediği bir münasebet başlar. Seneler geçer. Leyla üç aşkın muhasarası altında bir müddet yaşar.”

Romanın siyasi izler de taşıdığından söz etmiştik. Ve bu siyasi izler, Romanın Planı bölümünde örnekte verildiği üzere görülebilmektedir: “Politika adamı nerde ve hangi şartlarda yetişir? Ne bazı ihtiyaçlara geçici cevaplar vermek, ne de telifçi bir iyi niyetle Türkiye kurtulamaz. Biz masallara yağışmış yaşıyoruz. Meselelere ancak etinde ve kemiğinde yaşayanlar cevap verebilirler…”

Bölümün son sayfasındaysa şu cümleler ilgi çekmektedir: “Sapır sapır dökülen bir dünyada yaşamanın azabı. Kendi kendisini tenkit.” Ve bölüm kurulan son cümleyle şu şekilde bitmektedir:

“Niçin hepimiz sadece kendimizi göz hapsinde tutarak yaşıyoruz.”

"Niçin hepimiz sadece kendimizi göz hapsinde tutarak yaşıyoruz.", göz hapsi, baskı altında
Bahsi geçen bu cümlenin Copilot Designer tarafından oluşturulmuş tasviri.

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Son Romanı (Güler Güven)

Romanın yedinci ve son bölümü Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Son Romanı Güler Güven’dir. Bölümün ilk sayfasında Güler Güven şu şekilde açıklama yapmaktadır:

A. H. Tanpınar’ın (1901-1962) ölümüyle yarım kalan son romanı Aydaki Kadın’ın dağınık müsveddesi, İstanbul Türkiyat Enstitüsü’nde, yaklaşık dört bin sayfalık evrakı arasında bulunmaktadır…Yaklaşık dörtte üçü yazılmış olan Aydaki Kadın ile belgeler üç öbekte toplanabilir: A. Romanın özüne ve yazarın çalışma temposuna ilişkin notlar, B. Romanın kuruluşu ya da çatısıyla ilgili planlar, C. Romanın metni. Bütün bu belgeler, birkaç defter ile türlü cins ve boydaki tek kağıtlar üzerine Arap harfleriyle yazılmıştır.

Güler Güven, roman metninin eksiksiz biçimde aktarılmasını engelleyen sebepleriyse şöyle sıralamaktadır:

  • Bazı sayfaların çok karalamalı, okunaksız ya da silik ve yırtık olması,
  • Sayfaların büyük bir bölümünün numaralanmış olması.

Bu nedenler yanında metni yeniden kurmada en büyük güçlük, gerek (B) gerekse (C) öbeğinin karışık ve dağınık birden fazla müsveddesinin bulunuşundan doğdu.

Romanın başkişisinin Selim yerine Suat diye aktarılması ile ilgili şöyle bir not bulunmaktadır: “Başkişisinin Selim yerine Suat diye adlandırıldığı -Selim ve Suat sonradan iki ayrı kişi olarak düşünülüp geliştirilir- ilk müsveddelerle ilgili olması gereken tarihsiz bir notta Aydaki Kadın’ın simgesel bir roman olarak tasarlandığı belirtilir.”

Güler Güven, kesin olmasa da romanın bölümlere ayrılmasıyla ilgili düşüncelerini şöyle açıklamaktadır: “Kesin olmamakla birlikte Tanpınar’ın Aydaki Kadın’ı, en son durumda, her biri dörder altı bölümden oluşan iki ana bölüm biçiminde tasarlandığı söylenebilir. Selim’in Uyanışı ile başlayan bölüm adı son müsveddede kesinlikle bellidir: İç İçe.”

Güler Güven, Tanpınar’ın yazma özelliğiyle ilgili olarak da şöyle demektedir: “Tanpınar’ın sürekli değişiklikler yaparak yazma özelliği, bölümlerin sıralanmasında olduğu gibi, adlandırmasında da kendisini gösterir. Çünkü bunlar, romanın bütünündeki simgesel anlam ve ilişkiler ağı ile sıkı sıkıya bağlıdır.”

Güler Güven, Tanpınar’ın roman tekniğini ise şöyle açıklamaktadır: “Tanpınar romanın ilk müsveddelerini yazmaya başlarken özellikle başkişilerin dünyasını, nitelik ve özelliklerini biçimlendirmeye çalışırken değişik bakış açılarından birkaç taslak oluşturur… Böylece romanın kişileri, olay örgüsü, çatısı, bakış açısı… gibi çeşitli yönlerden yazarın kurmak istediği organik bütünlük yavaş yavaş belirir. Yapıtın iskeleti biçimlendiğinde yazar, romanın simgesel özünü ve ağırlığını taşıyan giriş bölümünü tekrar kaleme alır. Simgesel nitelikli bu giriş bölümü çerçevesinde -ilk taslaklarda bu yönde değişiklikler yapılarak ya da bazı yerler yeniden yazılarak- roman geliştirilir.”

“Tanpınar’ın tamamlayamadığı ilk romanı Mahur Beste’de başarısızlıkla sonuçlanan, yayımlanmış son romanı Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde ise başarıyla uygulanan bu roman tekniğini Aydaki Kadın’ın müsveddelerinde açıkça izlemek mümkündür.” -Güler Güven

Kaynakça

  1. Ahmet Hamdi Tanpınar – Vikipedi. (2004, May 13). https://tr.wikipedia.org/wiki/Ahmet_Hamdi_Tanp%C4%B1nar
  2. Öğretmeni, E., & Öğretmeni, E. (2024, January 24). Ahmet Hamdi Tanpınar – Türk Dili ve Edebiyatı. Türk Dili Ve Edebiyatı. https://www.turkedebiyati.org/ahmet-hamdi-tanpinar/
  3. Tanpınar, A,H. (Aralık 2021). Aydaki Kadın (9. Baskı). İstanbul: Dergah Yayınları.

Merhaba, ben Ece Nur Sönmez. Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesinde Türk Dili ve Edebiyatı 3. sınıf öğrencisiyim. Amatör olarak başladığım bu yolculukta Çığ Dergisi ve Mavi Kuş Medya’nın ardından Sapiens Medya ailesiyle tanıştım ve artık burada da yazmaya devam edeceğim. Daha çok Türk Edebiyatı alanında yazılar yazmaktayım.

Ben Ali Çulhaoğlu. Üsküdar Üniversitesi Tıp Fakültesi 4. sınıf öğrencisi ve stajyer doktorum. İlgi alanlarım olan biyolojinin alt dalları, satranç ve popüler bilim konuları hakkında araştırmalar yapmakta ve yazılarımı kurucu ortaklarından olduğum Sapiens Medya aracılığıyla sizlere aktarmaktayım.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir