Bilimsel MakalelerBiyolojiDoğa BilimleriPaleontoloji

Homo Floresiensis: Gerçek Hobbit’in Sırları

Günümüzde, biz Homo sapiensler, sıklıkla kendimizi bu gezegenin tek hakimi olarak görme eğilimindeyiz. Bu durum, muhtemelen karmaşık kültürel yapılarımız, ileri düzeydeki teknolojimiz ve gelişmiş düşünme kapasitemiz gibi özelliklerimizden kaynaklanmaktadır. Ancak tarihin derinliklerinde, bizimle aynı toprakları paylaşmış olan diğer insan türlerinin var olduğu unutulmamalıdır. Bir zamanlar bu dünyada diğer insan türleriyle birlikte yaşadığımızı düşünmek, içimizde ilginç bir duygu oluşturabilir. Homo cinsi, aslında çok çeşitli ve ilginç türleri barındıran bir cinstir. Bu türlerden belki de en çok tanınanı, Homo neanderthalensis, yani Neandertal insanlarıdır. Neandertaller, bu yazının odak noktası olan Homo floresiensis gibi, biz modern insanlarla bir dizi ortak özelliği paylaşıyordu.

İlginçtir ki, araştırmalar, geçmişte Neandertaller ile modern insanların bir araya gelip çiftleştiğini ve bu karışımın günümüz insanlarının genetik mirasına katkı sağladığını ortaya koymaktadır. Bu nedenle, Neandertallerin yok oluşunun ardında, modern insanlarla olan bu asimilasyon sürecinin önemli bir rol oynadığı düşünülmektedir. Dolayısıyla, modern insanların genetik kodlarında Neandertal atalarından gelen izler bulunmaktadır. Bu, her birimizin genetik yapısında Neandertal mirasını taşıdığımız anlamına gelir. Yani bu yazıyı okuyan sizler de kendi içinde Neandertal genleri barındırıyorsunuz!

Diğer yandan, bu yazımızda ele aldığımız ve modern insanlarla boyut olarak benzerlik göstermeyen başka bir dikkate değer tür daha mevcut. Homo floresiensis ya da diğer adıyla Flores insanları. Genellikle cüce olarak adlandırılan bu varlıklar, aslında Homo floresiensis türünün olgun bireyleriydi. Fakat bu neden böyleydi? Şimdi, bu olağandışı insan türünün özelliklerine ve onun bize insanlık tarihi hakkında ne anlattığına daha yakından bakalım. Daha fazla benzer içerik için Paleontoloji kategorimize göz atabilirsiniz.

Flores İnsanlarının Keşfi

Paleontoloji, keşiflerin temel bilgilerimizi kökten değiştirebileceği, dinamik ve sürekli evrilen bir bilim dalıdır. Örneğin geçmişte, dinozorların sürüngenlere benzer, hantal ve yavaş canlılar olduğu düşünülüyordu. Ancak John Ostrom’un 1960’larda Deinonychus antirrhopus‘un fosillerini incelemesiyle bu görüş tamamen değişti. Ostrom’un çalışmaları, dinozorların aslında çok daha aktif, hızlı ve kuşlara benzer özellikler taşıyan canlılar olduğunu ortaya koydu. Bu, dinozorların anatomi, fizyoloji ve davranışlarına dair anlayışımızda devrim yarattı. Bununla birlikte dinozorların kuşların atası olabileceği teorisinin güçlenmesine yol açtı.

John Ostrom
John Ostrom ve Deinonychus fosili.

Aslına bakıldığında bu durum, sadece paleontolojiye özgü bir özellik değildir. Tüm bilim dallarının temel bir niteliğidir. Bilim keşif ve gözleme dayalı bir süreçtir. Tek bir olağanüstü gözlem ya da bulgu, mevcut bilgilerimizi kökten değiştirebilir veya anlayışımızı derinlemesine etkileyebilir. Bilim tarihinde önceden kabul edilmiş teorileri sarsan, bilim insanlarını yeni yollar aramaya yönlendiren pek çok örnek bulunmaktadır. Örneğin Albert Einstein’ın görelilik teorisi, Isaac Newton’un klasik mekaniğinin sınırlarını aşarak, zaman ve uzayın doğası hakkındaki anlayışımızı tamamen değiştirmiştir.

Anlayışımızı Sarsan Fosiller

Sonuç olarak, ana konumuza geri dönersek, paleontolojide tek bir fosil keşfi dahi, milyonlarca yıl öncesine uzanan yaşam biçimleri ve ekosistemler hakkında bilgimizi kökten değiştirebilir. Flores insanı fosillerinin keşfedildiği 2003 yılında, insan evrimi üzerine olan anlayışımız da, bahsettiğimiz örneklerle benzer bir dönüşüm yaşadı. Bu önemli an, antropologların Endonezya’nın Flores Adası’nda daha önceden tanımlanmamış, küçük boyutlu bir hominin türüne ait kemikleri keşfettiklerini açıkladıkları zaman gerçekleşti. Bu sıra dışı varlık, yaklaşık bir metre boyundaydı. Bununla birlikte yaklaşık 35 kilogram kütleye sahip olduğu düşünülüyordu. Beyninin büyüklüğü ise bir şempanzeninkine eşitti. Ancak, bu özelliklerin varlığı tek başına şaşırtıcı değildi. Çünkü fosil kayıtları zaten Australopithecus spp. gibi küçük boyutlu ve küçük beyinli homininlerin mevcudiyetini gösteriyordu.

Asıl şaşırtıcı olan şey, bu iskeletin ilk bakışta görece yeni bir tarihe ait gibi görünmesi ve buna rağmen çok daha eski, ilkel homininlerin özelliklerini taşıyor olmasıydı. İskeletin orijinal tanımlamasına göre, bu küçük yaratıklar yaklaşık 35.000 ile 14.000 yıl önce, yani modern insanlarla aynı dönemde yaşamış olmalıydılar. Bu durum, insanın evrimsel tarihine dair mevcut anlayışımızı altüst eden bir buluş özelliği taşıyordu. Çünkü bu, modern insanların düşündüğümüzden çok daha yakın bir zamanda, evrimsel olarak daha ilkel homininlerle aynı dünyayı paylaşmış olabileceklerini gösteriyordu. Bu kadar küçük bir beyne sahip bir homininin son kez varlığını sürdürdüğü dönem, modern Homo sapiens‘in ortaya çıkmasından çok önceye, yaklaşık 4 milyon yıl önceye aitti. Sadece binlerce yıl öncesinde nasıl böyle bir tür insan türü olabilirdi?

Flores İnsanları Nasıl Canlılardı?

Bulunan iskeletinin kalan kısımları da en az beyin büyüklüğü kadar şaşırtıcı özellikler taşıyordu. Omuz eklemleri, günümüz insanlarınınkinden farklı bir yapıdaydı. Kısa köprücük kemikleri, omuzların, yaklaşık 1.6 milyon yıl önce yaşamış olan erken Homo erectus örneklerinden bu yana rastlanmayan bir biçimde öne doğru dönük olmasına neden oluyordu. Keşfedilen üç bilek kemiği, eski zamanlardan kalmış gibi dikkat çekici bir görünüme sahipti. Şekilleri, Afrika maymunları ve australopitekuslara ait kemiklere benziyordu. Bizimkilerden oldukça farklıydı. Ayaklarının uzunluğu ise, bacak boyuna oranla oldukça fazlaydı. Bu oranlar, insanlara değil, daha çok insansı maymunlara özgüydü.

Buna karşın, kısa büyük ayak parmakları, onların iki ayak üzerinde etkin bir şekilde yürüyebildiğini düşündürüyordu. Bu ilginç hominini bulan araştırmacılar, bu türe, fosilin bulunma yerinden ötürü Homo floresiensis adını verdiler. Fakat kısa boylu oluşu ve sıra dışı oranlı ayakları nedeniyle popüler kültürde genellikle “hobbit” olarak da anılmaktadırlar. Bu bulgular, keşfedildiği günden bu yana bilim dünyasında büyük tartışmalara yol açmıştır. Keşfin üzerinden onca yıl geçmiştir. Fakat buna rağmen bu canlıların insan aile ağacındaki yerini anlamlandırmaya yönelik araştırmalar hâlâ sürmektedir.

Homo floresiensis - Komodo Ejderi
Homo floresiensis bireyleri ve bir Komodo ejderi arasındaki muhtemel bir kapışmayı gösteren bir çizim.

Flores İnsanlarının Fosil Örnekleri

Tüm soruların kaynağı olan holotip (ilk örnek) yetişkin dişi bir Homo floresiensis‘e ait olan LB1 isimli iskelettir. Ancak bulunan tek fosil LB1 değildir. Türün keşfinden bu yana, türünün 11’e kadar diğer üyesinin kalıntıları ortaya çıkarılmıştır. Fakat LB1, 2024 yılı itibarıyla, kafatasına sahip olan tek fosil örneği olma özelliğini korumaktadır. Bulunan fosillerin tümü, Endonezya’ya bağlı Flores Adası’nın batı kısmında yer alan Liang Bua adlı bir kireçtaşı mağarasında bulunmuştur.

Homo sloresiensis iskeleti
Homo floresiensis, LB1 iskeleti

Araştırma ekibi, bu küçük boyutlu türün evrimsel gizemini çözebilmek adına bir hipotez ortaya attılar. Onların fikrine göre, bu türün kökleri Flores Adası’nda kendilerini dış dünyadan soyutlamış bir Homo erectus grubuna dayanıyordu. Bu uzak adada, yüzyıllar boyunca süregelen evrimsel süreçler, bu grubun fiziksel boyutlarının zamanla küçülmesine neden olmuştu. Endonezya’nın geniş adalar zincirinde bulunan diğer Homo erectus fosilleri, bu eski insan benzerlerinin 1.6 milyon yıl önce bu topraklara ayak bastığını ve en az 143.000 yıl öncesine kadar buralarda yaşamını sürdürdüğünü kanıtlar nitelikte gözüküyordu.

Bu hipotez, Flores insanlarının evrimsel geçmişi hakkında ortaya atılan ilk hipotezdir. Yazının devamında göreceğiniz üzere, bu konuda farklı hipotezler de mevcuttur. Hipotezlerin doğruluğu aktif olarak tartışılmaktadır ve hala net bir kanıya varılamamıştır.

Liang Bua Mağarası
Liang Bua Mağarası.

Ada Etkisi, Homo floresiensis boyutları üzerinde etkili olabilir mi?

Flores insanlarının köklerinin H. erectus‘a dayanması fikri, günümüzde sıkça ada etkisi adı verilen ve kesinliği tartışılan bir hipotez ile açıklanmaktadır. Ada etkisi veya Foster kuralı, evrimsel biyolojide bir ekocoğrafya hipotezidir. Bu hipotez adalarda yaşayan canlıların, bulundukları ortamdaki kaynaklara bağlı olarak küçülme ya da büyüme eğiliminde olduğunu belirtir. Bu ilginç fenomen, genellikle büyük canlıların boyutlarının küçüldüğünü söyler. Buna karşın küçük canlıların ise sınırlı kaynaklar ve azalan yırtıcı tehditlere uyum sağlamak için büyüdüğünü belirtir. Cope Yasası‘ndan farklı olarak, Foster kuralı, türlerin boyut değişikliklerini sadece adalar gibi izole edilmiş ortamlarda ele alır. Bu değişimlerin kaynakların sınırlılığına ve yırtıcı baskısının azalmasına bağlı olduğunu öne sürer. Bu arada, Cope Yasası genel olarak türlerin zaman içinde büyüme eğiliminde olduğunu ve bu değişimin geniş bir coğrafi ve ekolojik yelpazede gerçekleşebileceğini ifade eder. Günümüzde bilim insanları, ada etkisinin bazı genel sonuçları konusunda hemfikirdir. Fakat çalışmalar adalardaki hayvan popülasyonlarının bu kurala uymadığı büyük istisnaları göstermiştir.

Flores Adası’nın biyoçeşitliliği

Bununla birlikte Flores adasının antik biyoçeşitlilği, bu hipotez üzerinden açıklanabilmektedir. Flores Adası’nın maruz kaldığı denizsel izolasyon, faunal göçlerin büyük ölçüde sınırlı kalmasına neden olmuştur. Bu izolasyon koşulları altında, ada ortamına uyum sağlayabilen ve deniz yoluyla ulaşabilen türler, özellikle suya dayanıklı olanlar, adada aşırı temsil edilmiştir. Memeli yırtıcılar ve toynaklılar gibi diğer gruplar ise Flores ekosisteminin dışında kalmıştır. Flores faunasının evrimsel süreçleri, güçlü filogenetik süreklilik özellikleri gösterir. Yani adaya uzun zaman dilimlerinde yeni türler göç etmemiştir.

Pleyistosen devresi boyunca, Flores’teki omurgalı canlılar, ada kuralının etkilerini sergileyen örnekler sunmuştur. Bunlara, Stegodon florensis gibi büyük memeliler örnek verilebilir. Bu fil benzeri canlılar, enerji bütçesini optimize etmek ve sınırlı kaynakları daha etkin kullanmak adına vücut boyutlarında bir azalma eğilimi göstermiştir. Bu adaptasyon süreci, Stegodon florensis insularis adı verilen ve Liang Bua’da fosil kalıntıları bulunan bir cüce alt türe yol açmıştır. Bu alt tür, Orta Pleyistosen devresine ait atalarına kıyasla %30 daha küçük bir vücut boyutuna sahiptir.

Stegodon
Görselde resmedilen canlı Stegodon’un bir alt türü olan, cüce Flores Stegodonu’dur (Stegodon florensis insularis). Stegodon, fillerle akraba olan soyu tükenmiş bir hortumlu cinsidir. Birazdan daha detaylı değineceğimiz üzere bu canlılar Flores insanlarının besin olarak tercih ettiği hayvanlardan biridir.

Ek olarak, adaya özgü birkaç dev sıçan türü (Papagomys armandvillei, Theodorverhoeveni, Spelaeomys florensis) de keşfedilmiştir. Bu bulgular, küçük memelilerin daha geniş bir ekolojik nişe yayılma ve artan enerji verimliliğini sağlama potansiyeli kapsamında boyutlarını artırma eğilimini destekler.

Dev Sıçan
Solda Liang Bua mağara alanında, paleoantropolog Matthew Tocheri; Bonefasius Sagut’un yardımıyla bir dev sıçan ölçüyor. Sağda ise Homo floresiensis‘in dev bir sıçan taşıdığı bir çizimi görmektesiniz.

Flores İnsanlarının Diğer Canlılarla İlişkisi

Cüce insanların beslenme şekilleri de Flores adasının egzotik faunası ile paraleldir. Mağarada yapılan kazılarda ortaya çıkan hayvan kalıntıları arasında çok çeşitli canlılar mevcuttur. Özellikle genç cüce Stegodon bireylerine ait çok sayıda kalıntı bulunmuştur. Bu fosil kemiklerin birçoğunda kesik izlerine rastlanmıştır. İlginçtir ki bu kemiklerin bazılarında yanık izleri de tespit edilmiştir. Bu da Homo floresiensis‘in ateşi kullanma becerisine sahip olduğunu gösterir niteliktedir. Bir diğer ilginç nokta ise, aynı fosil yatağında, Komodo ejderlerine ait birçok kemik de bulunmuştur. Ancak Flores insanlarının Komodo ejderlerini avlayıp avlamadıkları tam olarak bilinmemektedir. Bir ihtimal yalnızca Komodo ejderlerinin leşleriyle beslenmiş de olabilirler. Öte yandan, Flores insanlarının avcı rolünden çıkıp, kendilerinin de Komodo ejderleri gibi zirvedeki yırtıcıların hedefi haline gelmiş olabilecekleri düşünülmektedir.

Cüce Stegodon ve Komodo
Homo floresiensis, cüce Stegodon ve Komodo ejderininin bulunduğu olası bir avlanma senaryosunun çizimi.

Nitekim mağarada yapılan kazılarda, yetişkin cüce Stegodon kemiklerine hiç rastlanmamıştır. Bu durum akıllara, Flores insanlarının, bir yetişkin fili avlamak için gerekli güce sahip olmayabileceğini getirir. Bununlar birlikte kazı sahalarında, basit taş aletler de bulunmuştur.

Taş Aletler
Flores insanlarının kullandıkları taş aletler.

Homo floresiensis Üzerine Diğer Evrimsel Senaryolar

Bahsettiğimiz üzere Homo floresiensis evrim senaryoları üzerinde net bir fikir birliği yoktur. Bu canlıların H. erectus‘tan evrildiğini düşünen bilim insanlarının yanı sıra farklı görüşte olan uzmanlar da bulunmaktadır. Bir takım uzmanlara göre, Flores insanları, aslında çok küçük vücutlu Homo sapiens bireylerinden köken alıyordu. Birnevi bugün varlığını sürdüren bazı tropikal avcı-toplayıcı grupları gibilerdi. Yani ayrı bir insan türü değillerdi. Bu fikri savunan bilim insanları LB1’in muhtemelen bir tür patolojik duruma sahip olduğunu düşünüyorlardı. Bu görüşü desteklemek için, LB1’in kemiklerini Endonezya ve Avustralya’nın çeşitli yerli halklarının iskeletleriyle karşılaştırdılar.

Düşüncelerine göre, en iyi karşılaştırma yapılacak popülasyonlar, cüce insan ile aynı çevrede yaşayanlardı. Araştırmalara göre, LB1’in kafatasının 140’tan fazla özelliği bölgedeki modern insanlarla uyuşuyordu. Ancak Flores insanlarının yeni bir tür olduğunu düşünen araştırmacılar bu argümanı çürüttü. Dünyanın çeşitli yerlerinden insan gruplarının çevrelerine uyum sağlayarak küçüldüğü doğruydu. Ancak hiçbirinin H. floresiensis gibi minik bir beyin ve tuhaf uzuv oranlarına sahip değildi. Dolaysıyla Flores insanları kökenlerini H. sapiens‘lerden alamazdı.

Homo floresiensis Çehresi
LB-1 baz alınarak çizilen bir Homo floresiensis çehresi.

Ancak LB1’in bir patolojik duruma sahip olduğu iddiasını gündemden hemen düşmedi. Bu hipotezi destekleyenler, çeşitli makaleler yazdılar. Bu makalelerde LB1’in çok küçük ebatı ve diğer özelliklerini açıklayabilecek bir dizi farklı durum önerdiler. Bunlar arasında ilki, belirli büyüme hormonlarına karşı duyarsızlıktan kaynaklanan Laron Sendromuydu. Diğerleri ise, ortalamanın çok altında bir kafa çevresine sahip olma durumu olan mikrosefali ve Down Sendromu gibi rahatsızlıklardı. Yapılan araştırmalar neticesinde, önerilen hiçbir bozukluğun LB1’in anatomisiyle tam olarak örtüşmediğini ortaya çıktı. Ayrıca LB1’in patolojik bir duruma sahip olduğu iddiası Flores insanlarının eski homininlere benzeyen özelliklerini, örneğin arkaik görünümlü bilek kemiklerini açıklamıyordu. Bazı araştırmacılar tüm bunlara rağmen hala LB1’in patolojik bir modern insan olduğunu düşünmektedir. Öte yandan yakın zamanda yapılan çalışmalar Flores insanlarının kökenine dair üçüncü bir teoriyi öne sürmüştür.

Üçüncü Bir Hipotez: Homo floresiensis‘in Aykırı Kökenleri

Bu varsayıma göre Flores insanları, Homo erectus ya da gelişimsel bir bozukluğa sahip H. sapiens‘ten köken almıyordu. Bunun yerine henüz keşfedilmemiş, daha eski bir hominin türünden evrimleşmişti. 2017’de, araştırmacılar bu düşünceyi test etmek için harekete geçtiler. 11 farklı hominin türünden kapsamlı iskelet verileri toplayıp, bu türlerin birbirleriyle nasıl ilişkili olabileceğini gösteren iki evrimsel ağaç geliştirdiler. İlk ağaç, evrimsel biyolojide tutumluluk ilkesi (Parsimony principle) olarak adlandırılan bir ilkeye dayandırılarak hazırlanmıştı. Tutumluluk ilkesi, bir nevi tüm bilim dallarının temelinde yatar. Buna göre kanıtlara uygun en basit bilimsel açıklama seçilmelidir. Basit bir örnek üzerinden yola çıkalım. Örneğin, evinizin içinden bir miyavlama geliyorsa ve bir kediniz varsa, miyavlayanın kendi kediniz olduğunu varsaymak, başka bir kedinin eve girip miyavladığını varsaymaktan daha mantıklıdır. Çünkü daha az sayıda varsayıma dayanır. Evrim ağacı oluşturma bağlamında bu, diğer her şey eşit olduğunda, en az evrimsel değişikliği gerektiren hipotezin en iyi hipotez olduğu anlamına gelir.

Dünya Üzerindeki Homo floresiensis Dağılımı
Çeşitli insan türlerinin yaşadıkları yerler ve çeşitli değerlerinin karşılaştırılması.

Kısacası, oluşturulan ilk ağaç, en az özellik değişimiyle bir türden diğerine evrimin gerçekleştiği varsayılarak yapıldı. İkinci ağaç ise, çeşitli evrimsel değişim modellerine dayanarak olası evrimsel yolları istatistiksel olarak inceledi. Sonunda iki yaklaşım da benzer sonuçlara ulaştı. Öyle ki H. floresiensis, 2.4 milyon ile 1.4 milyon yıl önce Afrika’da yaşamış Homo habilis ile ortak bir ataya sahipti. Yani bu iki türü kardeş türler olabilirdi. Yani bahsi geçen türler, son ortak atadan türeyip ayrılan, birbirine en yakın akraba türlerdi.

Bu bulgular, özellikle Homo erectus hakkındaki uzun süredir kabul gören teoriyi sorgulatıcı niteliktedir. Homo erectus, genel olarak Afrika kıtasını terk eden ilk insan türü olarak kabul edilmiştir. Ancak son araştırmalar, bu varsayımın üzerine yeni soru işaretleri eklemiştir.

Homo floresiensis Nasıl Yok Oldu?

Flores Adası’ndaki ardışık volkanik patlamaların iklim üzerinde büyük etkiler yarattığı bilinmektedir. Bu durumun Flores insanlarının, tükenmesinde önemli bir faktör olabileceği düşünülmektedir. Patlamalar ekosistemi derinden etkilemiştir. Bu durum, H. floresiensis‘in hayatta kalmasını zorlaştırmış, belki de imkansız hale getirmiştir. Ek olarak, cüce Stegodonlar gibi önemli besin kaynaklarının volkanik etkinlikler sonucunda yok olmuştur. Böylece ekosistemin dengesini bozulmuş ve bu da Flores insanlarının sonunu hızlandırmış olabilir. Kısacası adanın volkanik faaliyetlerinin çevresel sonuçları yüzünden cüce insanların nesillerinin tükendiği düşünülmektedir.

Geçmişin Gizemleri ve Geleceğin Keşifleri Işığında Homo floresiensis

2024 yılı itibarıyla Flores insanları bağımsız bir tür olarak kabul edilmektedir. Bu yöndeki tartışmalar bilim camiasında son bulmuştur. Bu görüş, kalıntılarının bulunduğu mağarada yapılan daha yeni ve detaylı tarihlemelerle güçlendirilmiştir. Yeni tarihlemelerle birlikte, iskeletlerin ve taş aletlerin daha önce düşünülenden çok daha eski olduğunu anlaşılmıştır. İlk keşfi gerçekleştiğinde, araştırmacılar, bu iskelet kalıntılarının 35.000 ile 14.000 yıl öncesine dayandığı öne sürmüşlerdi. 2016 tarihli yeni bulgular iskeletlerin 100.000 ile 60.000 yıl öncesine, taş aletlerin ise 190.000 ile 50.000 yıl öncesine ait olduğunu gösteriyor.

Bununla bilrikte Güneydoğu Asya’da yapılan kazılar ve araştırmalar, bu bölgenin zengin ve karmaşık bir evrimsel tarih sahnesi olduğunu ortaya koymaktadır. 2019 yılında Filipinler’de Homo luzonensis adında yeni bir tür keşfedilmiştir. Bu tür, Flores insanları ve diğer bazı soyu tükenmiş akrabalarımızla çağdaştır. Boyutları modern insanlardan küçüktür ancak fosil bulguları kısıtlı olduğu için tam bir tayin yapılamamıştır. Yazının yayınlandığı tarih itibarıyla, bu türe yönelik daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyulmaktadır.

Flores insanları hakkında bilgimizi artırmak için adada çalışmalar devam ediyor. Paleontolojik bulgular ile birlikte, bu canlıları moleküler düzeyde çözmek için modern genetik teknikler de kullanılmaktadır. Ancak, sıcak ve nemli mağara koşulları DNA’nın korunmasına elverişli değildir. Bu sebepten ötürü kemiklerden DNA çıkarma çabaları başarısız olmuştur. Yine de gelecekteki muhtemel paleogenetik araştırmalar, bu türün evrimsel tarihini anlamamıza yardımcı olabilir.

Kaynakça

  1. The Editors of Encyclopaedia Britannica. (2024, February 27). Hominin | Definition, Characteristics, & Family Tree. Encyclopedia Britannica. [https://www.britannica.com/topic/hominin]
  2. Meiri, S., Cooper, N., & Purvis, A. (2007). The island rule: made to be broken? Proceedings of the Royal Society B: Biological Sciences, 275(1631), 141–148. [https://doi.org/10.1098/rspb.2007.1056]
  3. Homo floresiensis: Making Sense of the. Small-Bodied Hominin Fossils from Flores. Learn Science at Scitable. (n.d.). [https://www.nature.com/scitable/knowledge/library/homo-floresiensis-making-sense-of-the-small-91387735/]
  4. Argue, D., Groves, C. P., Lee, M. S. Y., & Jungers, W. L. (2017). The affinities of Homo floresiensis based on phylogenetic analyses of cranial, dental, and postcranial characters. Journal of Human Evolution, 107, 107–133. [https://doi.org/10.1016/j.jhevol.2017.02.006]
  5. Sutikna, T., Tocheri, M. W., Morwood, M. J., Saptomo, E. W., Jatmiko, J., Awe, R. D., Wasisto, S., Westaway, K., Aubert, M., Li, B., Zhao, J., Storey, M., Alloway, B. V., Morley, M. W., Meijer, H. J. M., Van Den Bergh, G. D., Grün, R., Dosseto, A., Brumm, A., . . . Roberts, R. G. (2016). Revised stratigraphy and chronology for Homo floresiensis at Liang Bua in Indonesia. Nature, 532(7599), 366–369. [https://doi.org/10.1038/nature17179]
  6. Détroit, F., Mijares, A. S. B. , Corny, J., Daver, G., Zanolli, C., Dizon, E. Z., Robles, E., Grün, R. & Piper, P. (2019b). A new species of Homo from the Late Pleistocene of the Philippines. Nature, 568(7751), 181–186. [https://doi.org/10.1038/s41586-019-1067-9]
  7. Louys, J., Price, G. J., & O’Connor, S. (2016b). Direct dating of Pleistocene stegodon from Timor Island, East Nusa Tenggara. PeerJ, 4, e1788. [https://doi.org/10.7717/peerj.1788]

Evrim Ağacı'nda uzun bir süredir yazarlık yapmaktayım. Genetik, zooloji, evrimsel biyoloji, paleontoloji, jeoloji, astrobiyoloji; yapay zeka ve robotik bilim kategorileri başlıca ilgi alanlarımı oluşturmaktadır. Öte yandan Coğrafi Keşifler ve doğa tarihine, bunlara ek olarak doğa ve varoluşçuluk felsefesi alanlarına da güçlü bir şekilde ilgi duymaktayım. Ayrıca, Evrim Ağacı ile beraber “De-extinction”terimini “Türdiriltimi” olarak ilk kez Türkçeye çevirmiş, konu hakkındaki ilk kapsamlı Türkçe makaleyi yazmış ve literatüre kazandırmış bulunmaktayım. Aynı zamanda Sapiens Medya'da da editörlük görevi üstlenmekteyim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir